Bu hafta birikmiş birkaç "dil meselesi"ni yazmak istiyordum ama, birbiriyle ilgisi olmayan iki başka dikkat öğesi öne geçti.
Biri, dünyaca ünlü şair Neşe Yaşın'ın "Alamet" adlı yeni şiiri. Çoktandır rastladığım en esaslı şiirlerden biri. Şiirle ilgisi pek az olan okurların da önemseyeceği, tekrar tekrar okumaya değer bulacağı türden. Öyle ki, yayımlandığı dergiden daha geniş bir okur kitlesine ulaşsın diye hemen burada, bu yazının sonunda sunmaktan kendimi alamıyorum, tabii şairin izniyle...
İlk öğe ise yine bir dil olayı, ancak sözel dile değil, işaret/beden diline dahil, bir görüntüsel gösterge: Millî maçta kullanılan el işareti meselesi. Önce ona değineceğim.
* * *
Merih Demiral
Maçtaki mesele için söylenmedik ne kaldı diye sorulabilir. İzleyebildiğim kadarıyla bence mesele tam da bu: En aşikâr güncel/olgusal gerçek, izleyebildiğim kadarıyla, yeterince söylenmeden kaldı.
Kurt simgesi biçimindeki el işareti son onyıllarda şaşmaz bir biçimde partisi ve yan kuruluşlarıyla bir siyasi hareketin hanesine yazılıdır.
Demektir ki bu jestin, bırakınız millî maçları, herhangi bir spor karşılaşmasında kullanılması da akla gelecek işlerden değildir. Ve sanıyorum bir spor karşılaşmasında ilk kullanılışı da buydu.
Jestin zihinlerde yarattığı otomatik çağrışım "ülkücü" mensubiyetti. Dolayısıyla ilk saniyelerde, varsa hazırlıklı olanlar dışında, istisnasız herkeste şaşkınlık uyandırmış olmalıdır.
Ancak bu şaşkınlık yeterince söylenemedi, çünkü ilk saniyelerin ardından olayın sıcağında öne çıkan tez şu oldu: Millî sporcunun, hatta belki Millî Takım'ın uluslararası bir ceza alıp almaması söz konusudur, dolayısıyla Doğrucu Davutluğun âlemi yoktur, zaten UEFA bundan önce başka millî takımlarla ilgili benzer çıkışları yaptırımsız geçmişti, işte şimdi yaptırımsızlık hakkı bizdeydi vb...
Jestin güncel yandaşları başta olmak üzere bazıları ise palimsest tekniğini uygulayarak, kurt figürünün zaten tarih boyu Türkiye'yi/Türklüğü temsil ettiğini ileri sürdüler.
Gerçekten de kültürel bir simge olarak kurt, etnik Türklüğün Ergenekon Efsanesi'yle birlikte anılagelmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında yeni ulusal kültürün inşası sırasında Millî Eğitim Bakanlığı yayınlarının kapaklarında belirli bir dönem yayınevi simgesi olarak kurt "portre"sinin kullanıldığını hatırlıyorum. Sonradan o figürden vazgeçildi ve yerini açık bir kitap ile, aydınlanmayı simgeleyen meşaleyi gösteren yeni bir simge aldı. MEB yayınlarında kitap ve meşale bugün de geçerli, ancak son yıllarda bir kez daha değiştirilip cumhurbaşkanlığının yıldızları gibi bir dizi yıldızla donatılmış durumda. Dilin yaşayan bir varlık olduğu çok söylenmiştir. Dilsel bir varlık olarak diğer göstergelerin de tarih boyunca anlam farklılıklarına uğradığını söylemek bile fazla kaçar denebilir mi bu durumda sevgili Derrida?
Okullardaki izcilere "yavrukurt" denmiş olması var bir de. Ancak yavrukurtların el işareti tamamen farklıdır: Elimizin ortadaki üç parmağını bitiştirip baş parmağımızla küçük parmağımızı içe kıvırarak birleştirmek yoluyla yaptığımız işarettir yavrukurt simgesi. Yani, zafer işaretinin üç parmaklısı...
Diyeceğim, cumhuriyet yönetimi 2DS ertesinde ırkçılığın içyüzü tüm dünyada açığa çıktıktan sonra etnik Türkçülüğü öne çıkaran kültürel simgelerden ufak ufak vazgeçti. Ancak ırkçı damar pek çok ülkedeki gibi Türkiye'de de yok olmadı. Alparslan Türkeş etnik Türklüğün dayanaklarından kurt simgesini bu kez el işaretini de ekleyerek canlandırdı ve kendi hareketine mal etti. Böylelikle, kadim tarihte belki gerçekten etnik Türklüğü anlatmakta olan kurt simgesi anlam daralmasına uğratılıp doğrudan ve yalnızca bir siyasi hareketi temsil eder duruma getirilmiş oldu, ama sanki hâlâ etninin tamamını temsil ediyormuş gibi mitleştirildi, yani mitolojinin içeriği değiştirilmek istendi. Bir taşla bütün kuşlar gibi bir şey.
O gün bugün, demek yaklaşık altmış yıldır bu el işareti yerleşik bir biçimde "ülkücü" harekete özgülenmiş durumda. Tıpkı Sol Yumruk, Zafer İşareti, Rabia İşareti... gibi o da kendisine uyarlamak istediği bir tarihsellik üzerinde durmaya çalışıyor.
Öyle görünüyor ki millî maç olayı da "ülkücü" hareketin son yıllarda gitgide daha çok bozulmakta olan imajını tazelemek umuduyla bir millî maçtaki bağlamı kendi hareketine mal etme, deyim yerindeyse kendi kendisini "millîleştirme" girişimiydi. Palimsestte yeni metinle birlikte eski metnin öğeleri de şöyle böyle gözükür haldedir. Tuttuğu kadarıyla tabii.
Bireysel niyetlerden değil, nesnel görünümlerden söz ediyorum.
Mitleştirmek, yani mitoloji haline getirmek her ideolojik çıkışın silahlarından biri olageldi. 20. yüzyılın klasik faşizmleri bunu hep kullandılar, tarihten bir simge ya da anlatı bulup onu yücelterek kendilerine mal etmekte fayda gördüler. 12 Eylül faşizminin bu uğurda Atatürk'ü ve İstiklâl Marşı'nı kullandığı herhalde unutulmamıştır. Bilmeyen varsa biz Mamaklılara sorabilir ya da yazan arkadaşların kitaplarına bakabilir. Mamak'ta "ülkücüler" de yatıyordu. Palimsest, katman katman. Şimdi yine olduğu gibi.
Eskilerin "suistimal" dediği, günümüzde kötüye kullanma dediğimiz tavırdır bu...
AİHM'nin uyulmayan kararları konusunda şöyle diyenler var: Biz uymuyor olabiliriz ama bir tek biz miyiz bakalım uymayan?
Ve futboldan anlayanlar, turnuvayı kaybetmeyebilirdik aslında, diyorlar.
* * *
ALAMET
öldürücü zamanlardı
kalbin kalpten tırstığı
dokunmak yasaktı günün anlamına
beden bir analizdi yalnızca
gül feda etmişti kokusunu
kapılar çalınmazdı
ses mikrofon isterdi
gülüş kamera
kendimizin sırat köprüsüydük
dudak ve burun gizli mıntıka
gözlerse izlerdi kaygıyla
hatıralar sızmıştı evlere
günahkâr bir dolunay
tırmanırdı pencereye
gezegeni dolanan kuşlar
gizemli bir dilde şakıdılar
yeraltı zebanileri göğe sızdılar
derin kuyusunda dünün
sırrı inlerdi geleceğin
denizler köpürürken
işaret çakardı yıldızlar
yoldan geçen bir hayalet
anladı her şeyi
içeriye sızan ışık huzmesi
üç vakte kadar bekledi
-Neşe Yaşın,
Sadece Şiir, Sayı 17, Tem-Eyl 2024
Necmiye Alpay kimdir?Çalışmaları dil üzerinde yoğunlaşan Necmiye Alpay 1946 yılında doğdu. 1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni (Mülkiye) bitirdi. 1978'de Paris-Nanterre Üniversitesi'nden uluslararası iktisat alanında doktora derecesi aldı. Mülkiye'deki öğretim üyeliği 12 Eylül 1980 darbesi ile başlayan süreçte sona erdi. İzleyen yıllarda akademide 'Türkçe' ve 'Yaratıcı Yazarlık' alanlarında dersler verdi. 2011 yılından itibaren uzun süre Radikal gazetesinde Dil Meseleleri üzerine yazdı. 2016 yılında İsviçre'nin Almanca PEN Merkezi tarafından onur üyeliğine seçildi. Kitapları - Türkçe Sorunları Kılavuzu (Metis Yayınları) - Dil Meseleleri / Uygulama Üzerine Yazılar II (Metis Yayınları) - Yaklaşma Çabası (Kanat Yayınları) Çevirileri - Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur), Metis Yay. - Kültür ve Emperyalizm (Edward Said, Hil Yayınları) - Aydın Kesimi Üstüne (Vladimir İ. Lenin, Başak Yayınları) - Modernleşmenin Eşiğinde Osmanlı Kadınları (Madeline C. Zilfi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları) - Şiddet ve Kutsal (Rene Girard, (Kanat Yayınları)- Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur, Metis Yayınları) - Bilge Sokrates'in Ölümü (Jean Paul Mongin, Metis Yayınları / Küçük Filozoflar Dizisi) - Martin Heidegger'in Böceği (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi) - Diyojen Köpek Adam (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi) |