Epeydir adım adım yükselen bir faşizm tehlikesiyle yüz yüzeyiz. İktidardaki otokrasi o yönde ilerliyor. Almanya, İtalya ve İspanya gibi tarihsel faşizmlerin bilinen göstergeleri şu an bizde mevcut: örselenmiş "millî" duygu, ırkçılık, militarizm, şovenizm, tektipçilik, hukuksuzluk, cinsiyetçilik, şefe itaat, sömürü oranlarında artış, Guy Debord'un dediği gibi arkaizm, gösteri toplumu... Bunlar yükseliş halindeyse, yeterince ve özgürce konuşulup eğitim konusu yapılmıyorsa, evet, faşizmin göstergeleri mevcuttur. Hem güney hem de kuzey komşularımızdaki konjonktürle birlikte, tehlike son haddine ulaşmıştır.
Faşizm de, antifaşizm de Avrupa'nın tecrübesinden kaynaklanan kavramlar. İhtiyar kıtanın tecrübesi, toplumsal sınıflara dayalı olarak kabaca iki kanaldan akıyor: ağır sermayeyle belirlenen emperyallik ve halk sınıflarıyla belirlenen demokrasi. Bu iki kesimden ilki yayılmacılık yönünde zorluyor, ikincisi ise sosyal adalet yönünde. İki eğilim artık bizde de net. "Konjonktür" denen anlık durumlar yığınla faktör tarafından belirlendiğinden, iki eğilim arasındaki zıtlık mutlak değil, zikzaklar çiziyor, eğilimler bazen iç içe geçip sonra ayrışıyor. Mussolini önceleri sosyalist, sonradan faşist. Almanya'daki Nazi kavramının yarısı ulusalcı, yarısı "sosyalist", "işçi"si bile var. Nationalsozialistische Arbeiterpartei, bildiğimiz Nazi Partisi bundan tam doksan yıl önce, 1933'te seçimle iktidara geliyor, hatta 1 Mayıs işçi bayramı onun iktidarının ilk zamanlarında yasallaşıyor. Her ikisi de, yani Mussolini ve Hitler, İspanya'nın faşizmine iç savaş boyutunda destek oluyor.
Faşizmler ne yazık ki İkinci Dünya Savaşı'yla bitmedi. Biz dahil, "Güney" denilen ülkelerin çoğunda, başta askerî türden olmak üzere çeşitleri görüldü. Pol Pot'undan Boko Haram'ına ve El Kaide'sine kadar, nazileri aratmayanlar oldu. Halen iktidarı elinde tutanlar da mevcut... Bununla birlikte diyebilirim ki faşizme karşı mücadele açısından en kalıcı dersler Avrupa'nın yaşadıklarında yatıyor.
Derslerin başında, savaşların da etkisiyle ilk zamanlar "cephe" adı verilen antifaşist birlik politikaları geliyor, yani halk birlikleri, antifaşist cepheler. Almanya'da demokratik oyların toplamı Hitler'inkini çok aştığı halde, komünistler "faşizme karşı birleşik cephe" politikasını reddederek "sınıfa karşı sınıf" politikasında ısrar ettiler ve 1933 seçimleri nazilerin zaferiyle sonuçlandı. Fransa ve Avusturya gibi ülkelerde faşizm alt edilip demokrasi üstün gelebildiyse, Almanya'nın deneyiminden çıkarılan derslerin ve antifaşist birlik bilincinin komünistler dahil herkeste yükselmesi sayesindedir. Bugünkü Avrupa demokrasisi antifaşist mücadele tarihinin en değerli meyvesidir.
Bizim cumhuriyetimiz Batılı bir modern sanayi toplumu olmak iradesiyle yola çıktığı için, Avrupa ne tür faşizmlerden gelip geçtiyse biz de onların etkilerine maruz kaldık. Faşizan öğeler bağrımızdan eksik olmadı, asker kökenlisini de, sivil kökenlisini de tattık, Zincirlikuyu Mezarlığı'nın kapısındaki kullanımla. Almanya'daki SS'ler-SA'lar misali faşizan odakların kendi içindeki çatışmalar bizim ufuklarımızda da dolaştı, dolaşıyor.
Son onyıllarda dünyada militarizm karşıtı bilinç yükseldikçe "cephe" sözcüğü de olumlu kasıtla kullanılmaz oldu, tıpkı "militan" sözcüğü gibi. Yeni ve esnek örgütlenme biçimleri yaratıldıkça, "cephe"nin yerini "birlik, platform, koordinasyon, blok" gibi terimler aldı. Bu esnekliğin yolunu açan gelişmelerden biri de, Yunanistan'daki 1967-1974 Albaylar cuntasını saymazsak Avrupa'da faşizmin 1945'ten bu yana iktidara gelememiş olmasıdır. Buna rağmen, faşizan eğilimler sıfıra inmeyip bir kısmının el altından devlet destekli olduğu söylenen "skinhead" misali paramiliter gruplar dahil varlığını sürdürmesindendir ki antifaşist mücadele de hiçbir zaman sıfıra inmedi. Son yıllarda çeşitli ülkelerde faşizm karşıtı bazı gençlik grupları "Antifa" adını benimsiyor, Arap ülkelerinin "İntifada"sıyla da ses benzerliği yaratarak. Faşizmin yukarıda saydığım dolaylı dolaysız göstergeleri tek tek ya da birkaçı bir arada ve çeşitli dozlarda olmak üzere her zaman boy gösterebiliyor, yerleşik egemen ideolojilerin bileşenleri çünkü bunlar. Bütünüyle yok olmuyor, yer yer insan haklarının ihlali biçimini alıyor ve kesintisiz mücadele gerektiriyor. Dolayısıyla, 2023 seçimleri ufukta gözüktüğünden beri kurulan ittifakların söz konusu göstergelerle olan ilişkisini ayırt etmek toplumsal gidişatımız açısından hayati önemde. Her sabah bu göstergelerden biri ya da birkaçı birden karşımıza çıkıyor, yasaklar, tutuklamalar ve gösteri toplumunun en olmayacak fotofigürleriyle.
Sorumuza dönelim, yükselen bu faşizm karşısında antifaşist bir ittifak var mı?
Yalnızca mevcut seçim ittifaklarından ya da bir benzerlerinden söz etmiyorum elbette. Adı konulmuş olmasa da içeriği bilinç düzleminde geliştirilip işler kılınmış, yukarıdaki göstergeleri her koşulda tanılayıp faşizme karşı işlev görecek, ufkunda sağlam bir demokrasi olan kalıcı ve çokbiçimli bir ittifaktan söz ediyorum. Bir ülkenin "demokratik" sıfatını hak etmesi için nüfusun büyük bir çoğunluğunu kapsaması gereken bir asgari müşterekler ittifakından.
Şu an hazırda böyle bir ittifakımızın var olduğunu söylemek zor. Ancak, bu yönde gelişen bazı temellerimiz olduğu da açık. İnsan hakları örgütlerinin yanı sıra, Demokrasi İçin Birlik ile Emek ve Özgürlük İttifakı tanıma en uygun oluşumlar. En hacimli ve en yeni siyasi birliği kurmayı başaran Millet İttifakı'na gelince:
Altı imzalı "Mutabakat" metnini belirli bir bilinç düzeyinin göstergesi sayabiliriz. Bu iki yüz kırk sayfalık metnin görünümüne iki simge egemen. İlki, açılıştan itibaren gerek ön gerekse arka planlarda bir soğuk damga gibi kendini gösteren TBMM binası. TBMM, yani temsilî demokrasinin kalesi. Demokrasinin tamamı değilse de, yarısıdır kendisi. Halkın dört beş yılda bir Süleyman olabilmesinin, yani mührü elinde tutabilmesinin simgesidir. Her darbenin de ilk kurbanlarından; kapatılır, mensuplarından bazıları hapsedilir, hatta 15 Temmuz 2016 askerî darbe girişiminde bombalanmıştır da. 23 Nisan'ın asıl sahibidir. Gelgelelim bu bayram bir müsamereye dönüştürülmüş ve şimdi otokrasi eliyle iyiden iyiye "içi boşaltılmış" haldedir. Meclis'in bu halinden kurtarılıp antifaşist ittifakın bileşeni kılınması özel bir önem taşıyor.
Mutabakat metnindeki diğer simge olan ayyıldız da TBMM'nin ayyıldızı gibi, logo olarak her sayfanın başında. İki simgenin toplam çağrışımı açık: Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir... Anlamının yeniden inşa edilmesine fena halde ihtiyaç gösteren bir slogan. Reddedilen kayıt ve şart, herhangi bir kişi ya da güç odağından gelebilecek her tür "kayd ü şart"tır. Böyle söyleyince durum daha da ortaya çıkıyor olmalı. Mutabakat metninde tam bir antifaşist bilincin egemenliğinden söz edilemese de, bu yönde gelişebilecek bir sezginin varlığı açık. Kısa erimli bir yönetim programı olarak antifaşist birliğe çok uzak olduğu söylenemez. Halk olarak bizlerin bu bapta ve bu aşamada not etmemiz gereken, imzacıların şu özel beyanı oluyor: "Ortak Politikalar Mutabakat Metni'nde yer alan somut hedef, politika ve projeler milletimize karşı ortak taahhüdümüzdür."
Kişisel olarak, Hangi 'millet'?[1] şeklindeki sorumu da saklı tutmak isterim.
[1] https://necmiyealpay.blogspot.com/p/10.html
Necmiye Alpay kimdir?Çalışmaları dil üzerinde yoğunlaşan Necmiye Alpay 1946 yılında doğdu. 1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni (Mülkiye) bitirdi. 1978'de Paris-Nanterre Üniversitesi'nden uluslararası iktisat alanında doktora derecesi aldı. Mülkiye'deki öğretim üyeliği 12 Eylül 1980 darbesi ile başlayan süreçte sona erdi. İzleyen yıllarda akademide ‘Türkçe' ve ‘Yaratıcı Yazarlık' alanlarında dersler verdi. 2011 yılından itibaren uzun süre Radikal gazetesinde Dil Meseleleri üzerine yazdı. 2016 yılında İsviçre'nin Almanca PEN Merkezi tarafından onur üyeliğine seçildi. Kitapları - Türkçe Sorunları Kılavuzu (Metis Yayınları) - Dil Meseleleri / Uygulama Üzerine Yazılar II (Metis Yayınları) - Yaklaşma Çabası (Kanat Yayınları) Çevirileri - Kültür ve Emperyalizm (Edward Said, Hil Yayınları)
|