Son günlerde Teoman Alpay'ın o ünlü hicaz eseri yüreğimde. Bazen dilime de yansıyor ve evimde hafifçe mırıldanıyorum bu şarkıyı. Evet; nasıl geçti habersiz o güzelim yıllarım!... Çevremdeki dostlara da yeri geldiğinde söylüyorum bunu. Söyleyişimdeki güncel vesile; bu yıl 6 Temmuz' da yapılacak ODTÜ Mezunlar Günü. ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü'nden şeref öğrencisi onuruyla mezun oluşumun üzerinden tam 30 yıl geçmiş. Dudak diliyle söyleyişi kolay, yürek diliyle anlatımı zor bir halet-i ruhiye içindeyim. Bu duygu halini lisana sığdırmak pek kolay değil. 6 Temmuz günü 30. yıl mezuniyet madalyamı takacağım boynuma. Yine 6. yurda gideyim, oradan bastonumu açıp anılara selam vererek yurtların ortasından, Devrim Stadyumu'nun önünden geçerek rektörlüğe, rektörlükten merdivenli yola, oradan da fakülteme ulaşayım istiyorum. Merdivenli yolda; ağır ağır, sağa sola bakınarak yürümeliyim. Beşeri kantinindeki sohbetlerle, kütüphanedeki anılarla selamlaşmalıyım. Bölümün bahçesindeki salaş bir orman masasına oturup geçmiş günlerdeki gibi çam ağaçlarının rüzgarda çıkardığı ıslık seslerini dinlemeliyim. Dostlar olmalı yanımda, onlarla birlikte kucaklamalıyım geçmişteki ODTÜ günlerimi. Eğer bölüm başkanımız Raşit (Kaya) Hocam da o gün orada olursa, onunla birlikte dolaşmalıyım fakülte binasını ve bir amfide tekrar dinlemeliyim hocamdan aldığım medya derslerini.
Mucize gibi tanışma
İlk kez 2006 yılında gitmiştim üniversitenin mezunlar gününe. O gün de çok güzeldi ve hiç beklemediğim bir tesadüfle Ayşe Talay Ongan hocamla tanışmıştım rektörlük önünde. O güzel tanışmanın devamı da Sydney'de gelmişti. ODTÜ mezunlar günündeki mucize kabilindeki tanışmanın ardından Ayşe Hocam ve eşiyle 2006'da "Beş Kıta" projemin 4. etap maratonunu koşmak için gittiğim Sydney'de tekrar bir araya gelmiştik. "Neydi o mucize kabilinden tanışma?" diye sorabilirsiniz. Biraz uzun olacak ama sıkılmaz, okursanız kronolojik akış içinde anlatmak, geçmişte kalan ancak halen yüreğimde olan o güzel günleri, o günlerin güzel anılarını portreleriyle birlikte sizlerle paylaşmak isterim.
Güzel tesadüfler maratonu Sydney
2002 ve 2006 yılları arasında "Beş Kıta" adlı projemin biri dağ üç de maraton olan etaplarını tamamlamıştım. Asya Kıtası olarak, Ağrı Dağı'na tırmanmış; Japonya Dünya Körler Maratonu'nu koşmuştum. Başarıyla bitirdiğim diğer iki maraton da Avrupa Kıtası'nda Atina Klasik ve ABD New York maratonlarıydı. 42 km'lik 4. etabı Sydney'de koşma kararı verip maraton web sayfasından e-posta gönderdim. E - posta içeriğinde kendimi tanıtıyor, "Beş Kıtada Beş Maraton Beş Zirve" projemden söz ediyordum. İletimin altında web sayfamın adresi de vardı. 24 saat geçmeden bana geri dönüş yapıldı. Hem de Maraton Direktörü Greame Hannan tarafından. Hannan çok pozitif ve duyarlı bir yanıt vermişti. Sydney Maratonu'na katılmamdan mutluluk duyacaklarını ve benden kayıt ücreti almayacaklarını belirtiyordu. Dahası koşu kılavuzumun olup olmadığını soruyordu. Sevincime diyecek yoktu. Hemen yan odaya geçip ablam Nazile Turhan'a olup biteni anlatıp, duygularımı paylaştım. O da sevinerek; "Hadi hayırlısı," dedi.
Hayırlı olanın gerçekleşmesi için!
Tabii hayırlı olanın gerçekleşebilmesi için para da gerekmekteydi. Para bulmak ve bütçe oluşturmak benim amatör kaldığım, başarısız olduğum alanlardı. Başarısızlığımın iki sebebi vardı; ilki para istemeye mizacımın pek uygun olmayışı ve diğeri bu süreçlerdeki yalnızlığım. Sponsor bulmak da bir ekip çalışmasını gerektiriyor. Sponsor kavramına ve bu kavramın belirlediği alana yabancıyım. Şu son yıllara değin de bu yabancılığımın ortadan kalktığını, sponsorluk konusunda yeterli bilgi ve inisiyatife ulaştığımı pek söyleyemem.
"Bizi temsil ediyorsunuz"
Yaptıklarım medya tarafından duyuruldukça takdirler, kutlamalar peşi sıra geliyor. Gerek sohbetlerde gerekse telefon ve e- posta yoluyla onore ediliyordum. Örneğin; 2008 Klimanjero Tırmanışı ardından Zirve Noktası'nda açtığım pankartlar ve üzerinde yazılı sloganlar gazetelerde manşetten veriliyordu; "Dağa Göz Değil Yürek Tırmanır" ve "Yaşamı Sevmek İçin Yürek, Başarmak İçin Emek Gerek."
O günlerde bir e-posta almıştım, Serpil Çelik göndermişti. Özetle; "Necdet Bey büyük başarınızı kutluyorum. Sloganlarınız çok etkileyici. ‘Yaşamı Sevmek İçin Yürek, Başarmak İçin Emek Gerek' sloganınızı messenger sayfama yazdım," diyordu. Bir gün antrenman sonrası Uludağ Üniversitesi Kampüsü'nden şehre dönmek için minibüse binmiştim. Minibüs şoförü, "Siz yurt dışında tırmanışlar yapan, maraton koşan o görme engelli dağcı değil misiniz?" diye sordu. "Evet" yanıtını alınca da "Sizden para almıyorum. Bizi temsil ediyorsunuz çalışmalarınıza devam edin," demişti.
3 Aralık Dünya Engelliler günlerinde Bursa Valiliği'nden bana kutlama plaketleri veriliyordu. Çağdaş Gazeteciler Derneği Bursa Şubesi'nden de bir plaket gelmişti… Resmi ve sivil değişik kurumların verdikleri kutlama plaketleriyle, kişilerden gelen e-postalarla, gündelik yaşamımdaki özlü takdirlerle, medyada çıkan haberlerle oluşan vitrinde profesyonel ve başarılı spor çalışmalarım gözüküyordu. Sağ olsun Nevzat Öntaş Mısır-Luxor Maratonu'nda ve Beş Kıta Projem için gittiğimiz tüm dağlarda yanımda oldu, kahrımı çekti. Gittiğimiz ülkelerde harcamaları yönetti. Beş Kıta projesine büyük emek verdi. Profesyonel bir vitrin oluştu. Ancak mutfak kısmı buna tezat bir şekilde çok amatör kalıyordu. Zira mutfaktaki tek aşçı bendim. Finans yemekleri hazırlamayı da pek bilmiyor ve sevmiyordum. Mizacıma uymayan para isteme süreçlerinde yalnızdım ve başarılı değildim. T24 Haftalık' ta 16 Ekim 2022 tarihinde yayınlanan "Hayaller ve rasyonalite" başlıklı yazımın finalinde de bu konuya kısaca değinmiştim.
İniş çıkışlarına karşın vazgeçmiyorum!
Bu koşullarda Beş Kıtada Beş Maraton Beş zirve yolculuğum devam ediyordu. Yolculuk yıllara yayılıyor, uzun sürüyor... Tüm iniş çıkışlarına karşın vazgeçmiyordum. Hayal kırıklıkları yaşadığımda kimyasının dağılmasını bekliyor, sebat ediyor, kulvarımda olmaya gayret ediyordum. Projenin finans kısmını tek başıma yönetmeye çalışmam gerekli bütçeyi bulmamda hep sorun teşkil ediyor, küresel hayalimin finaline ulaşmam 15 yılda gerçekleşiyor, (2002-2017) bu da benim acemiliğimin, bir projenin nasıl kurgulanıp sürdürülebileceğini bilemeyişimin sonucu oluyordu. Yıllar sonra Beş Kıta Projesi'nin işini bilen bir ajans tarafından koordine edilmesinin en doğru tercih olduğunu fark ediyorum. Bununla birlikte fark edişim bende hüzün yaratmıyor ve çıkardığım bir de ders var: rasyonalitenin, planlanan hedefin Prematüre kalmaması da oldukça mühim.
Vural Öger'den Antalya jesti
Ancak bazen şansımın yaver gittiği de oluyordu. Örneğin, Sydney'e giderken beklemediğim ve talep etmediğim halde gelen bir desteği anlatmalıyım. Erdem Önver ile Sydney Maratonu hazırlıkları kapsamında 2006 Runtalya Yarı Maratonu'nu koşmaya gittik. Maratondan bir gece önce verilen geleneksel makarna partisi, Cam Piramit'te yapılıyordu. Antalya Valisi'nin ve organizasyon gerçekleştiren Öger Tur'un sahibi Vural Öger'in olduğu sahneye engelli sporcular olarak beni ve Yavuz Şap'ı davet ettiler. Her ikimiz de kısa konuşmalar yaparak organizasyona teşekkür ettik. Ertesi gün güzel bir Antalya sabahı yarı maraton startı verildi. Erdem Önver ile keyifle koşuyorduk. Erdem, spor yaşamımın özverili emektar kılavuzlarından. Koşu güzel geçiyordu. Tanıdık atletler bana bağırıyor ve selam veriyorlardı. 10-12 km geride kalmış durumdaydı. Bir ara yerdeki küçük bir çıkıntıya ayağım takıldı ve yere yüz üstü kapaklanma pozisyonuna geldim. Fakat nasıl yaptığımı bilemediğim ani bir refleks ile kafamı öne eğip karnıma çekerek, yerde takla atmayı başardım ve hiç durmaksızın ayağa kalkıp koşmaya devam ettim. Ciddi yaralanmaya yol açabilecek bir kazayı bertaraf eden bu cenin hareketini nasıl yapabildiğim konusunda hâlâ hiçbir fikrim yok. Kılavuzum Erdem Önver şaşkınlıkla; "Ağabey bir şeyin var mı?" diye sordu. "Koş," dedim "Gayet iyiyim."
Yerde takla atarak ayağa kalktığım 21 km ardından volümü yüksek müzik sesleriyle, alkışlarıyla beni her zaman cezbeden bir finale daha keyifle ulaşıyor, yarı maratonu coşkuyla bitiriyordum. Toparlanıp kaldığımız otelden ayrılırken Erdem yolun kıyısında bir grup sporcuyla sohbet eden Vural Öger'i fark etti. Erdem'in "Ağabey Vural Bey'e Allahaısmarladık diyelim" demesiyle yanlarına gittik. "Merhabalar, Güzel bir organizasyon oldu, her şey için kutluyoruz, teşekkürler," dedim. Vural Bey, "Nasıl geçti tamamlayabildin mi?" diye sordu. Ona, daha önce de uzun mesafeler koştuğumdan ve Beş Kıta Projemden söz ederek gündemimde Sydney Maratonu olduğunu söyledim. Diyaloğun akışı içinde konuşuyorduk. Belirttiğim herhangi bir istek yoktu. Vural Bey 4. Maraton Etabım Sydney'i duyunca, "Bunu daha sonra konuşalım," diyerek beni desteklemek istediğini hissettirdi. Böylece hiç beklemediğim bir anda ve talebim olmaksızın iki kişilik Sydney-Türkiye gidiş dönüş bileti getirecek süreç başlamış oldu.
Haberleşmeler sonrasında gitme tarihimize yakın İstanbul Öger Tur Ofisi'nden Vural Bey'in talimatıyla Hale Kargin ve benim için İstanbul-Sydney gidiş dönüş uçak biletleri gönderildi. Sayın Vural Öger'in nazik bir jest ile verdiği desteğe buradan tekrar içtenlikle teşekkür ediyorum.
Hale Kargin ile Sydney
Hale Kargin, ODTÜ Dağcılık Kolu'ndan arkadaşımdı. Görme engellilere kılavuzluk konusunda yetenekli olduğunu ve güzel kamera kullandığını biliyordum. Sydney'e gelmesini önerince, sağ olsun kabul etti. Kabul etmekle birlikte yaşadığı bir şaşkınlık vardı. Bunun nedeni de konuyu Hale'ye pat diye ve telefonda önermiş olmamdı. Bir sabah çağrışımsal olarak Hale'nin benimle birlikte Sydney'e gelip kamera kullanabileceğini, fotoğraf çekebileceğini aklımdan geçirmiştim. Zira Hale'nin o günlerde Bursa Nilüfer Belediyesi Karaağaç Köyü Leylek Şenlikleri'nde çekimler yaptığından haberdardım. Ve telefon görüşmemizde hâl hatır sorma ardından sözü uzatmaksızın "Benimle Avusturalya'ya gelir misin?" diye sordum. Hale o an işyerindeydi. Damdan düşen bu sorum karşısında net bir şey söyleyememişti. Muğlak ifadeler kullandı, fakat olumsuz bir cevap da vermedi. Telefonu kapattıktan sonra şaşkınlığını fark eden işyeri arkadaşına, "Bizim çevremizde hiç normal insan olmayacak mı? Baksana durup dururken bir ODTÜ'lüden Sydney'e gitme teklifi aldım," diyordu. Tabii daha sonra hatamı ben de fark etmiştim. Yüz yüze bir sohbet esnasında yapılması uygun olan bir teklifi sanki "Bursa'nın şu semtine benimle gelir misin?" der gibi telefonda yapmıştım.
Bir taraftan da Avusturalya iletişimim devam ediyordu. Beni koşturacak kılavuz sporcuları Maraton Direktörü Greame Hannan bulabileceğini yazmıştı. Sydney Maratonu'nun ulaşım ve kayıt masrafları dışındaki kısmı çalışanı olduğum Bursa Nilüfer Belediyesi ve Ayhan Özel'in organize ettiği kampanyada ODTÜ'lü arkadaşlar tarafından karşılanacaktı.
Can ailesi
Hale Kargin ile Singapur üzerinden Sydney'e 21-22 saat içinde ulaştık. ABD New York'tan sonra yaptığım en uzun uçak yolculuğuydu. Havaalanında Selma Can ve yeğeni Ülker Can bizleri karşıladı. Dostlar aracılığıyla iletişim kurduğumuz Can ailesi yaklaşık 50 yıl önce Avusturalya'ya gelmişler. İlk gelenler Türkan Can ve ailesiymiş. Ülker Can, Avusturalya'ya geldiği yıl 3 yaşında olduğundan Avusturalya kültürüne ve İngilizce'ye çok hâkimdi ve bizim oradaki iletişim süreçlerimizi çok güzel yönetti. Daha önce de Türkiye'den gelen bir sporcu kafilesine iletişim ve rehberlik desteği vermiş. Ülker Can'ın kullandığı araç ile akşam saatlerinde havaalanından ayrılarak Hale'nin web üzerinden rezervasyon yaptığı apart daireye yerleştik. Kaldığımız yer Sydney merkezinde olan Opera House yakınındaydı. Daha sonra basın açıklamamızı ve maraton kutlamamızı yapacağımız geniş, rahat bir mekândı. Bir süre sohbet edip yarını programladıktan sonra Selma ve Ülker Can ayrıldılar.
Greame Hanan ve Richard Malloney
Ertesi gün Maraton kayıtlarının yapıldığı yere gidip Maraton Direktörü Greame Hanan'ı bulduk. Ortam çok kalabalık ve gürültülüydü. Benden kayıt ücreti alınmadı ve maraton kılavuzluğumu yapacak Richard Malloney ile tanıştırıldım. Richard sempatik ve sevecendi. Pozitif bir enerjisi vardı. Onun bu özellikleri sebebiyle ilk tanışmamızdan itibaren kolayca anlaştık. Kayıt ücreti alınmadığı ve kılavuz sporcu bulduğu için Hannan'a teşekkür edip ayrıldık. Yanımızda Richard da vardı. Richard İngiltere'den gelmiş, Sydney de sigortacılık yapıyormuş. Otuzlu yaşlardaydı. Bence çok da başarılı bir sporcuydu; 02.30 dereceyle tamamladığı maratonlardan söz etmişti. Richard ile sohbetimiz kaldığımız dairede de sürdü. Önümüzdeki günleri planladık. İlk üç dört gün öğle saatleri gelip beni maratona hazırlamak için koşturacaktı. Maraton gününü de ayrıca konuşacaktık.
Ayşe Talay Ongan'la karşılaşma
2006 Sdney Maraton sürecinin bütününe baktığımda güzelliklerin peş peşe geldiğini görüyorum. Güzellikler domino taşları gibi birbirlerini takip etmişlerdi. Web üzerinden Greame Hannan'a ulaşmam, Vural Öger'in yaptığı jest, Can ailesiyle tanışmamız, Hale'nin benimle Sydney'e gelmesi, Richard'ın ve daha sonra bulacağı arkadaşlarının klavuzluğu vs. düşünmeye devam etsem ve ileti arşivime baksam bu güzellikler listesi epeyce uzayabilir.
Ancak ilk aklıma gelen ve söz açıldığında hep anlattığım bir güzellik de Ayşe Talay Ongan ile maratondan kısa bir süre önce ODTÜ' de tanışmamızdır. 2006 yılında ilk kez ODTÜ mezunlar gününe gitmiştim. Sıra dışı bir tanışmaya gider gibi... Cübbelerimiz üzerimizde, pek çok mezun öğrenci rektörlüğün önünde geziyorduk. Bir ara yanımdaki arkadaşa beni bir yere oturtmasını söyledim. Beton duvar benzeri bir yerdeydim. Yanıma bir kadın arkadaş gelip oturdu. Laflamaya başladık. Kaç yılında mezun olduğunu ve bölümünü sordum. Kantini ile ünlü Beşerî Bilimler Fakültesi Psikoloji Bölümü mezunuydu. Beşerî kantinindeki güzel günlerinden ve oradaki arkadaş sohbetlerinden söz ettik. Ne iş yaptığını sorduğumda, "Sydney'deyim, öğretim üyesiyim." dedi. Şaşırdım, şaşkınlığım suskunluğumla devam etti. Bendeki farklılığı görünce "Ne oldu?" diye sordu. "Hocam," dedim "herhangi bir olumsuzluk olmazsa, bir iki ay sonra gelip Sydney'de Maraton koşacağım." Bu kez o şaşırdı ve ayağa fırladı. Arkadaşlarına şaşkınlığını yansıtan yüksek bir sesle, "İşte senkronizasyon bu!" diyerek yüzlerce mezun arasında, birbirimizden habersiz yan yana gelip oturmamızı psikoloji diliyle anlatıp beni tanıttı. Ayşe Talay Ongan ile ayrılırken haberleşebilmek için iletişim bilgilerimizi paylaştık. Ayşe Hocam "Sydney'de muhakkak görüşelim yardımcı olmak isterim," dedi. Sydney de kaldığımız otelden onu aradık. Bir akşamüstü eşiyle birlikte gelip bizi yemeğe götürdüler. Sydney'deki yaşam ve kültür üzerine sohbet ettik. Ayşe Hocam İngiliz Hegomonyası'nın diğer kültürler üzerinde içten içe halen sürmekte olduğunu anlatmıştı. Güzel bir akşam yemeğiydi, Hale de ben de mutluyduk.
Maraton günü yaklaşıyor
Sydney Maratonu öncesi kaldığımız dairede yaptığımız basın açıklamasına Avustralya Türk Konsolosluğu Eğitim Ataşesi Kemal Yarcı da katıldı. Bize getirdiği hediye bir Türk Bayrağı'ydı. Türk medyasının yaptığı haberler ve Sydney SPS radyosundaki söyleşi ardından, Maratonu 17 Eylül 2006 günü koşacağımdan Avusturalya Türk toplumu haberdar olmuştu. Maraton gecesi Selma Can da Opera House yakınındaki dairede bizimle birlikteydi. Maraton sabahı onun rehberliğine ihtiyacımız olacaktı.
O sabah erkenden kalkıp nefes çalışmamla desteklediğim sabah egzersizlerimi yaptım. Hale ve Selma da kalkmışlardı. Selma Can her zamanki gibi güleç ve neşeliydi Onun enerjisi bana da iyi geliyordu. Hale kendine özgü sukunetiyle kahvaltıyı hazırladı. 42 km. gibi uzun bir etap koşacağım için az yemem gerekiyordu. Erkenden giydiğim maraton giysilerimle hazırdım.
Kırmızı şort ve ay yıldızlı atlet
New York deneyimim sonrasında maraton malzemelerinin nasıl olması gerektiğini artık öğrenmiştim. Üzerimde Ankara'dan Hayrettin Daylan'ın gönderdiği ve ilk kez Atina'da koştuğum milli forma ve şort vardı. Her ikisi de tüy gibi hafif ipeğe benzeyen kumaşlarıyla uzun mesafe koşmaya çok uygunlardı. 4 kıtada maraton koştuğum bu ay yıldızlı atlet ve kırmızı şort elbise dolabımda halen duruyorlar. Bazen yoğun duygularla dokunuyorum onlara. Ellerimin altında Atina'yı hissediyorum, Japonya'yı, Sydney'i hissediyorum, Mısır Luxor'ı hissediyorum. Nerelere gitmişim, neler yapmışım diyen zihnimdeki hayret duygusunu hissediyorum. Körlüğüme merhaba diyerek beni oralara taşıyan ve o güzel anıları armağan eden yüreğimdeki mutluluğu hissediyorum.
En güzel koşu ayakkabısı
Milli atlet giysilerimi kaliteli bir çift koşu ayakkabısı tamamlıyordu. Sydney de satın aldığım ve Richard ile yaptığımız antrenmanlarda denediğim Mizzuni marka ayakkabılarla koşacaktım. Mizzuni koşu ayakkabılarında karar verinceye değin gittiğimiz spor mağazalarında çevremdekileri bıktırmıştım adeta. Zira Sydney'de pek çok spor mağazası vardı ve bu mağazalarda Türkiye'de olmayan birçok marka ile karşılaşmıştım. Denemem için önüme onlarca ayakkabı getiriliyor, fakat ben bir türlü karar veremiyordum. Önüme yine çeşitli markaların konulduğu bir gün ve ben ayakkabıları giyiyor, çıkartıyor, mağazada biraz yürüdükten sonra yine karar veremiyorum. Söylemiyorlar ama Selma, Hale ve diğer arkadaşlar kararsızlığımdan usanmış durumdalar. Önümdekiler arasından tesadüfen ayağımın bulduğu bir çift ayakkabıyı benimsiyorum ve "Hah, tamam" diyorum, "en güzel maraton ayakkabısı bunlar." Herkes gülmeye başlıyor. Zira bana hoş gelen çift Türkiye'den giyerek geldiğim eski spor ayakkabılarım. Nihayetinde benzer hisleri yaşadığım Mizzuni ayakkabıları satın alarak mağazadan ayrılıyoruz. Spor malzemelerimi seçerken hassas davranıyordum. Çünkü maratona elverişli olmayan şort, atlet ve ayakkabılarla koştuğum New York Maratonu acemiliğimden sonra malzeme seçimi ve kullanımında epey yol kat etmiştim. Bir uzun mesafe koşucusunun hangi özellik ve kalitede malzeme kullanması gerektiğini artık biliyordum. En mühimi Japonya' a yaşadığım ve T24 Haftalık'ta (17 Aralık 2023) anlattığım ölümcül deneyimden sonra maraton yönetiminin nasıl olması gerektiğini de gayet iyi öğrenmiştim. Bu maratonda da hedefim dört saatin altında finale ulaşmaktı. Kılavuz sporcular, hedefime uygun düşen tarzda tempo vereceklerdi. Ve sıvı tüketimini hiç ama hiç unutmayacak, hiçbir istasyonu asla pas geçmeyecektim.
Harbour Bridge ve anlatımı zor duygular
Mevsimlerden sonbahardı. Maraton koşmak için hava gayet güzeldi; orta serinlikte, ne sıcak ne de soğuk bir havaydı. Selma Can ve Hale Kargin'le, Opera House yakınındaki otelimizden ayrılıp trene bindik ve kolaylıkla Milson Point' e ulaştık. Maraton buradan başlayıp, Sydney'in batı yakasını dolaşacak ve Opera House önünde bitecekti. Bana anlatılan parkuru düşündükçe duygulanıyordum. Gördüğüm yıllarda televizyondan izlediğim ve hemen her yeni yıla girerken gösterilen Sydney Limanı' ndaki Harbour Bridge üzerinde şimdi görme engelli milli bir atlet olarak koşacaktım.
Gençlik yıllarımda televizyondan görerek ilgiyle seyrettiğim Avusturalya kıtasındaki bu köprüden, yıllar sonra maraton koşan bir kör olarak geçeceğimi nereden bilebilirdim ki!
Yaşamımın en çarpıcı, derin duygularını Harbour Bridge üzerinde Mark ile koşarken yaşıyordum. Yüreğimde gurur vardı, bir çırpıda anlatamayacağım duygular vardı, hayat serüvenime hayretle bakışım vardı.
"Mark ile koştuğunu söylüyorsun. Sana koşu kılavuzu olarak tanımlanan Richard Maloney'e ne oldu." diye sorabilirsiniz. Richard dizinde oluşan bir sorun nedeniyle ilk 20 km'yi bizle koşup ayrılmıştı. Zaten son antrenmanlarımızda dizini iyi hissetmediğini, tüm parkuru benimle koşamaması halinde kılavuzluğumu arkadaşlarının yapacağını söylüyordu. Temkinli davranmış sporcu arkadaşlarından Mell ve Mark'a haber vermişti. Maratona üç kılavuz ile başlamıştım. Beni dönüşümlü koşturuyorlar, Richard Mell ve Mark'a beni koştururken nelere dikkat etmeleri gerektiğini anlatıyordu. İlk 15 km'de Mell, daha sonrada Richard ayrıldı. Daha önce bir çok maraton koşmuş olan Mark kaslı, sportmen bir vücuda sahipti. Güçlü, kuvvetliydi. Empati yapmasını biliyordu. "Hiç merak etme, bana güven. Sana sorunsuz kılavuzluk yapacağım ve başarıyla finale ulaşacağız," diyordu. Söylediği gibi de oldu. Uyumumuz gayet iyiydi. Bence bir görme engelli atlete uzun mesafe koşturacak olan kılavuz sporcunun zeki olması ve empati yapıyor olması önemliydi. Mark bunu gerçekleştirmişti. Hiç sormadığım halde yer yer parkuru anlatıyor, zemini tanımlıyor, iniş ve yokuşlardan beni haberdar ediyordu. Deyim yerindeyse görür gibi koşuyordum. Ve 03.54 dereceyle finale girdim.
En coşkulu final
Beş kıtada koştuğum maratonlar içinde en coşkulu final Sydney Maraton bitiminde gerçekleşti.
Bitiş noktasına yaklaşırken bazı Türkler beni karşılamıştı, "Türkiye, Türkiye" diye bağırıyorlardı. Ben de coşkuyla onlara karşılık veriyordum. Finale gelişim anons edilmişti. Kalabalık bir Türk topluluğu vardı. Ülker Can küçük kızlarına ay yıldızlı elbiseler giydirmişti. Türk bayrakları açılıyordu. Tezahürat, anons ve alkış sesleri kulaklarımı dolduruyor, coşkumu dahada yükseltiyordu.
Konsolosluk eğitim ateşesi Kemal Yarcı da Bana verdiği bir çiçek demetiyle oradaydı. Gelenler arasında kimler yoktu ki! Yıllardır eşiyle Sydney de yaşayan ODTÜ'lü eski mezunlardan Zübeyde Açıkgöz eşi ile gelmişti. ODTÜ'lü olmanın duygularıyla üşümemem için bana mezuniyet cübbelerini giydiriyorlardı. Ayşe Hocam; Ayşe Talay Ongan da oradaydı ve İstanbul Ermenileri'nden karı koca yaşlı dostlarıyla gelmişti. Onlar da içtenlikle beni kutluyorlardı. Ayşe Hocam getirdiği şampanyayı patlatıyordu. Maraton final alanı bizlerin karnaval alanı olmuştu. Selma Can ve ablası Türkan Can orada, Yeni Vatan Gazetesi Muhabiri Ali Aktaş orada, Türkler'e yayın yapan Vizyon Televizyonu sahibi Erdi Bey ve isimlerini unuttuğum pek çok Türk arkadaş oradaydı. Bu görüntüler Hale'nin kamerasına giriyor ve o görkemli coşku kayıt altına alınıyordu. Erdi Bey söyleşi yapıyor ve söyleşinin devamı için Vizyon TV stüdyosuna beni davet ediyordu. Maraton görüntü ve haberleri Türkiye medyasına servis yapıldı. Kaldığımız daireye topluca gidildi ve kutlama dostlarla orada da devam etti.
"Asıl biz sana teşekkür ederiz"
Sydney'den ayrılmadan uğurlama için Richard ve Meel daha sonra da büyük bir centilmenlik göstererek maraton direktörü Greame Hannan kaldığımız daireye kadar geldiler. Hepsine içtenlikle teşekkür ettim. Richard "Necdet asıl biz sana teşekkür ederiz. Bize güzel bir deneyim yaşattın," diyordu.
Sydney'deki o güzel günler üzerinden yıllar yıllar geçti. Akıp giden yıllar içinde Beş Kıta hayalimin önüne çıkan engeller ve sorunlarla göğüsleştim. Fakat her şeye karşın kulvarımı terk etmedim. Nihayetinde engeller aşıldı, sorunlar çözüldü. Ve 2017 yılında Beş Kıtada Beş Maraton Beş Zirve projemin görkemli finaline ulaştım.