10 Mayıs 2020 tarihinde yayımlanan "Görme engellilerin dijital serüveni" adlı yazımın finalinde şu sözler yer alıyordu:
"Yazıyı okuyanlar dijital teknolojiyi görme engellilerin nasıl kullandıklarını ve hangi olanaklara ulaşabildiklerini merak edebilirler. Buna daha sonra değinmek dileğiyle esenlikler."
O yazımı konunun ilk basamağından, görme engellilerinde normal bir "Q" ya da "F" klavye kullandığından söz ederek sürdürmek istiyorum. Zira nasıl bir klavye kullandığımız, hep merak edilir. Bizlere klavyemizin kabartma olup olmadığı sorulur. "Normal bir klavyeyi bizler de kullanıyoruz" dediğimizde ise merak daha da artar, "Nasıl yani?" denilir. Gayet basit, on parmak klavye kullanım metoduyla. Bu nedenle bilgisayara başlayan bir görme engellinin ilk öğrenmesi gereken on parmak klavye oluyor. Gören bir kullanıcının fare tıklamalarıyla yaptığı işlemleri bizler klavye kısa yol tuşlarıyla yapıyoruz. İşletim sistemleriyle entegre çalışan ekran okuyucular olanağıyla da görme engelli bilgisayarda olup bitenleri duyabiliyor. Akıllı telefonlarda da benzer bir durum var. Bu telefonlarla birlikte gelen ses programları desteğiyle işlemleri yapabiliyoruz. Bu kez de ekran üzerinde gerçekleştireceğimiz dokunuş ve parmak haraketlerini öğrenmemiz gerekiyor.
Bizler için temel sorun ses programlarıyla kullandığımız dijital ortam ve aygıtlarda karşımıza çıkan erişebilirlik sorunları. Artık tekil anlamda bu konunun ele alınıp yasa ile tanımlanması gerekiyor. Bilgiye ve dijital varlıklara erişim hakkı genel saptamalar niteliğinde yasalarda gözüküyor. Bu alanda çıkartılmış standart kullanım kılavuzları ve genelgeler de var. Fakat yaşamdaki dinamik gelişmeler sebebiyle mevzuat güncel sorunları çözmede yetersiz kalıyor. Yurt dışında olduğu gibi Türkiye'de de tüm bileşenlerini kapsayacak bir yasal düzenlemeye ihtiyaç var.
Bu soruna geçmeden önce dijital alanda neler yapabildiğimizi özetlemek isterim. Zira her şeye karşın şu an görme engelli kullanıcıların dijital teknolojiyle elde ettikleri pek çok olanak söz konusu. Örneğin; İnternet kullanımı, e-posta yönetimi, editör programların kullanımı, ses dosyalarının dinlenilmesi, sosyal medya programlarının kullanımı, bankalara dair uygulamaların kullanımı ilk aklıma gelenler. Bilişim olanakları arasında şu an hayli yaygınlaşmış dijital kitaplara ayrıca yer ayırmak isterim. Üniversite öğrenimini müzik kasetlerine yapılan okumaların zorluğu ile gerçekleştirmiş bir görme engelli olarak sesli dosya formundaki dijital kitapları çok değerli buluyorum. GETEM ve TÜRGÖK binlerce sesli kitabı web sayfaları üzerinden görme engellilere sunuyorlar. ODTÜ yıllarımda "internet üzerinden ulaşabileceğiniz binlerce sesli kitabınız olacak" denilse inanmazdım. Ama oldu. Güncel teknoloji böyle bir olanağı bizlere sağlıyor. Dileğim genç arkadaşların bu olanağı ve diğerlerini akılcı tarzda değerlendirmeleri. Dijital olanakları tüketmek için değil, üretmek için kullanmaları.
Bu arada sesli kitapların Braille kitaplara olan ihtiyacı ortadan kaldırması söz konusu değil. Braille yazı bizim klasiğimiz. Körlerin ve az görenlerin okur yazar olabilmelerinde, ana dillerini kuralları ile öğrenip geliştirebilmelerinde Braille yani altı noktadan oluşan kabartma yazının yeri hayli müstesna. Teknolojik gelişmeler ne olursa olsun Braille yazı sisteminin eğitim yaşamımızdaki telafi edilemez değeri sürüyor. Fakat sistem aynı kalmakla birlikte Braille yazı bilgi işlem teknolojisiyle yeni formlar kazandı. Artık BRAILLE DISPLAY – KABARTMA EKRAN ve NOT ALMA cihazları kullanımda. Kabartma kitaplar Braille printer ile basılabiliyor. Ancak dolar üzerinden fiyatlandırılan bu ürünler pek çok görme engelli için pahalı, ulaşılamaz durumda.
Dijital olanaklar listesi daha da uzatılabilir. Her geçen gün bu olanaklara yenilerininin eklendiğinide görebilirsiniz. Daha önce de ifade ettiğim gibi temel sorun bizlerin dijital ürün ve olanakları ne ölçüde kullanabildiğimiz. Bu noktada ülkemizinde kabul ettiği uluslararası sözleşmeler ve ilgili yasalarımızla tanımlanmış erişebilirlik olgusu gündeme geliyor.
Erişebilirlik denildiğinde ne anlaşılmalı?
Bu kavram ülkemizde ve yurt dışında farklı anlamlar taşımakta. Bizde erişebilirlik denildiğinde kent yaşamındaki fiziki sorunlar akla gelirken, yurt dışında dijital erişebilirlik düşünülüyor. Zira ulaşılabilirlik manasındaki kent sorunları batılı ülkelerde büyük oranda çözümlenmiş durumda. Dijital teknolojinin yükselişiyle birlikte bilişim sorunları tartışılmaya başlıyor ve bu alanı da engelliler için erişebilir kılmak üzere yasalar çıkartılıyor. İlk yasal düzenlemeyi yapan ülke 1996 yılında ABD. Daha sonra Avrupa Birliği’ni kapsayan erişebilirlik yasası 2016 da yürürlüğe giriyor. Bu yasaların uygulanışındaki detayları tanımlayan oluşum ise: "World Wide Web Consortium" bünyesindeki Web Erişilebilirlik İnisiyatifi (Web Accessibility Initiative) ilk Web Erişilebilirlik Kılavuzunu hazırlayıp 1999'da yayınlıyor. Daha sonraki yıllarda güncellenen bu kılavuz dijital uygulamaların ve web ortamlarının engelliler için standartlarını belirliyor. Bu belirlemeler bütününün üzerinde yükseldiği ilke; dijital ürün ve ortamların tüm fonksiyonları itibarıyla engellilerce anlaşılabilir ve kullanılabilir olması. Standartlar tüm engel gruplarını kapsıyor. Ekran okuyucu kullanan görme engelliler yönüyle standartlara uygun web sitelerinde olması ya da olmaması gerekenleri şöyle özetleyebilirim:
Animasyonlar, peş peşe akan imajlar bizler için ciddi sıkıntılar doğuruyor. Ekran okuyucumuzu bu nesneler bir mıknatıs gibi kendine çekip sabitliyor. Sonrasında diğer alanları okutamıyoruz. Resim, ikon, logo vb. objeler salt imaj olarak kaldıkları sürece bizler için hiçbir anlam ifade etmiyor. Erişebilir kotlarla bunlara etiketler, açıklayıcı bilgiler konulması gerekiyor. Okutmak istediğimiz herhangi bir metnin bağlantısına tıkladığımızda açılan sayfada metin gövdesine ulaşmakta sorunlar yaşıyoruz. Zira ulaşmak istediğimiz metin öncesinde bir dolu bağlantı ve bize imiç, imiç diyen pek çok görseli geçmemiz gerekiyor.
Metnin başlığı en üstte, metin aşağılarda, aradaysa kafamızı şişiren bir dolu bağlantı ve görsel. Bilhassa bilgisayara yeni başlayan görme engelli kullanıcıları perişan eden bir durum bu. Oysa her şey daha kolay olabilir. Bunun için sorunun çözümü mutfağından başlamalı. Üniversitelerin bilgisayar bölümlerinde zorunlu erişebilirlik dersleri olmalı. Konuya hakim ve erişebilir kotlardan haberdar yazılımcılar üniversitelerden hatta meslek liselerinden itibaren yetiştirilmeli. Hangi ürünü pazarlıyor olurlarsa olsunlar yazılım firmalarına erişebilirlik standartlarına uyma zorunluluğu getirilmeli.
Özel veya resmi tüm kurumlar kamu kullanımına açtıkları her tür dijital ürün ve web sayfasının erişebilirlik standartlarından sorumlu tutulmalı. Engelli kullanıcılar makul sayıdaki taleplerine karşın çözümlenmeyen dijital sorunları için ilgili kurum ve firmalar hakkında dava açabilmeli. Tabii bunların olabilmesi için bilişim ve hukuk kadrolarının bir araya gelip yasa çalışması yapması ve bu çalışmaya resmiyet kazandırılması gerekiyor. Yazıyı bitirirken engellileri ilgilendiren her üretim ve projede muhakkak ama muhakkak engellilerinde olmaları ilkesini bir kez daha tekrarlamaktan yanayım. Niye mi? Dijital alanda kendisini geliştirmiş pek çok engelli gencimiz var da ondan.
Bu gençlerimize resmi ve özel sektörde uygun pozisyonların açılması süreçleri daha da kolay ve verimli kılacaktır. Etik ve teknik manada doğru yaklaşımın bu olduğu kanaatindeyim.