Nazım Tural

07 Ekim 2013

Avrupa Konseyi'nin Türkiye'yi izleme kararının olası sonuçları

Avrupa Konseyi ile ilişkilerimiz, AB’nin gölgesinde kalsa da, insan hak ve özgürlükleri temelinde kurulan ilişkiler oarak özel bir önem taşımaktadır

 

Avrupa Konseyi ile ilişkilerimiz, AB’nin gölgesinde kalsa da, insan hak ve özgürlükleri temelinde  kurulan ilişkiler oarak özel bir önem taşımaktadır. Türkiye hakkında alınan “güçlendirilmiş izleme” kararı ise, AB ile sürdürdüğümüz katılım müzakerelerini etkileme potansiyeli nedeniyle yakından bakmayı gerektirmekte.

Gezi eylemleri nedeniyle günlerce televizyonlardan izlenen polis şiddeti, Uluslararası Af  Örgütü’nün kapsamlı raporu ile kamuoyunda yankı bulurken, AB İlerleme Raporu nedeniyle Brüksel çevrelerinde yeniden gündeme gelmeden önce, Avrupa Konseyi’nin Türkiye’yi yeniden izlemeye alması, polis şiddetinin Avrupa gündemini uzun süre işgal edeceğini göstermekte.

5 Mayıs 1949’da on Avrupa ülkesi tarafından kurulan Avrupa Konseyi’nin iki ay sonra yapılan Genel Kurulu’na katılarak ilk üyeler arasında yer alan Türkiye’nin, Konsey ile ilişkileri uzun yıllar kamuoyunda duyulmamış, AB’ye katılma girişimleri ile canlılık kazanmış bulunmakta.

Avrupa Konseyi, Avrupa’da insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğünü gerçekleştirme  amacıyla kurulmuş hükümetler arası bir kuruluştur. 3 Ekim 2013 itibariyle 60. yılı kutlanan Avrupa İnsan hakları sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Konsey’in Avrupa’da ortak insan hakları standartlarını oluşturma ve insan hakları ihlallerini yargı yolu ile denetim sisteminin temel araçlarını oluşturmaktadır.

1957 yılında yapılanma süreci başlayan AB’nin tüm üyelerinin hepsi Avrupa Konseyi üyesi olması nedeniyle, AB, Avrupa Konseyi haklar sistemi üzerine kurulmuş bulunmakta, tüm Avrupa insan hakları sözleşmelerini sahiplenerek, AB’ye katılmak isteyen aday ülkelerin de bunlara uymasını istemektedir. Bu nedenle, AB’ye katılımı gündeme gelene kadar sayılı Avrupa sözleşmesini imzalayan Türkiye’nin, artık tüm hak ve özgürlükleri düzenleyen sözleşmeleri onaylaması ve uygulaması istenmektedir. Bu nedenle de AB kurumlarının hazırladıkları raporlarda, değerlendirmelerde Konsey’in hazırladığı raporlar ve görüşler önemli referans dokümanları olarak dikkate alınmaktadır.

Burada, AB’nin Türkiye ile katılım görüşmeleri kararı alması öncesi, Avrupa Konseyi’nin polis siddetinin azaldığı, işkenceninin sistematik olmaktan çıktığı yolunda görüş açıklamasının önemli olduğuna işaret etmek gerekir.  Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin, 17 Mart 2004 tarihli kararı ile, 1996’da başlatılan yakından izleme sürecine Haziran 2004 itibariyle son vermesi, Türkiye lehine önemli bir gelişme olarak, AB Komisyonu tarafından dikkate alınmıştı. (1)

AB’nin Türkiye ile katılım görüşmelerine başlamasına olumlu raporu ile katkı sağlayan Avrupa Konseyi’nin, yaklaşık on yıl sonra, polis şiddetinden kaynaklanan nedenlerle Türkiye’ye uyarıda bulunması ve Bakanlar Komitesi’nin yakın izlemesi olarak ifade edilebilecek ‘’güçlendirilmiş izleme’’ kararı alması ülkemiz için üzerinde durulması gereken bir gelişmedir.

 

'Güçlendirilmiş izleme' kararı

 

Avrupa Konseyi, Bakanlar Komitesi’nin 24-26 Eylül günlerinde yaptığı AİHM kararlarının üye ülkeler tarafından uygulanma durumunun değerlendirildiği toplantıda, yargı kararlarını yerine getirmekte yıllar itibariyle geciken Türkiye’ye polis şiddeti nedeniyle uyarılar yapılmış, polis şiddetine ilişkin bazı bilgiler talep edilmiş, Türkiye’nin yeniden izleme sürecine alınmasına karar verilmiş bulunmaktadır.

Türkiye hakkında alınan kararda referans olarak alınan Oya Ataman Davası, 22 Nisan 2000 tarihinde, İstanbul Sultanahmet’te F tipi cezaevlerini protesto etmek amacıyla basın açıklaması ile sona eren bir yürüyüşe polisin ‘biber gazı’ ile müdahalesi, 9 kişinin gözaltına alınmasına karşı açılmıştı. AİHM’nin 2006’da verdiği kararda, şiddet içermeyen bir basın açıklamasında, polisin toplanma özgürlüğünü ihlal ettiğine karar verilmiş, davacı için bir miktar tazminata hükmedilmiştir. (Bu kararın önemi ve AİHM’nin biber gazı ve izinsiz gösteri konusundaki kararlarının değerlendirilmesi için Sedat Ergin’in Hürriyet’te 7 Haziran 2013’te başlayan yazılarına bakılabilir.)

Bakanlar Komitesi’nin bu karardan yola çıkarak yaptığı değerlendirme ve kararı özel bir önem taşımaktadır. Bakanlar Komitesi, bu dava sonrasında göstericilere karşı polisin aşırı güç kullanmasını önleme amaçlı bir dizi direktifler-düzenlemeler yapılsa da, AİHM’ne çok sayıda benzer davaların; polisin barışçı toplanma özgürlüğünü haksız müdahale, aşırı güç kullanarak ihlal ettiğine ilişkin başvuruların gelmeye devam ettiğine dikkat çekilmektedir.

Bakanlar Komitesi, bu davalar nedeniyle verilen kararların yerine getirilmesini sağlamak için ek önlemler alınması gereği olduğunu vurgulayarak Türkiye’yi AİHM kararları ile oluşan hukuku dikkate almaya davet etmekte; bu kapsamda, barışçı toplanma özgürlüğüne müdahalelere ve biber veya gözyaşı gazı kullanımına ilişkin mevzuatın gözden geçirilmesini istemektedir.

Ayrıca, güvenlik güçlerine karşı kötü muamele nedeniyle başlatılan cezai soruşturmalarda  yetkililerin ve yargının hemen harekete geçilmesini, kapsamlı soruşturmayı yürütülmesini güvence altına alacak mevcut ve alınması öngörülen önlemler konusunda bilgi verilmesi istenmektedir.

Bunlarla birlikte, güvenlik güçlerinin kötü muamelesi nedeniyle AİHM’ne yapılan başvurulara ilişkin verilen ve sona eren dava konusu olaylar hakkında soruşturma başlatılıp başlatılmadığı hakkında bilgi verilmesi de istenmektedir.

Kararın son bölümünde ise, sorunun sürmekte oluşu ve sistematik niteliği nedeniyle bu grup davaların standard izlemeden, ‘’güçlendirilmiş izleme’’ sürecine geçilmesine karar verilmiş bulunmaktadır (2

 

Uluslararası Af Örgütü raporu

 

2 Ekim günü açıklanan Uluslararası Af Örgütü raporu, Gezi Parkı protestoları ve ardından gelen gösterilerde polis şiddetini, insan hakları ihlallerini one çıkararak, yakın gözlemlere dayalı kapsamlı bir rapor olarak dikkat çekmekte.

“Gezi Parkı Prostestoları: Türkiye’de barışçı toplanma özgürlüğünün şiddet kullanarak önlenmesi” başlığı ile yayımlanan raporda ‘AK Parti hükümeti 10. yılında temel insan haklarına hâlâ saygı göstermiyor. Eylemlerde ağır hak ihlalleri gerçekleştirildi’ denmekte. Raporla ilgili açıklama yapan Örgüt’ün Türkiye Araştırmacısı Andrew Gardner, “Gezi Parkı eylemleri bastırılmaya çalışılırken çok geniş çaplı bir dizi insan hakları ihlali gerçekleştirildi. Bunların arasında barışçıl toplanma hakkının tamamen engellenmesi ve yaşam, özgürlük ve işkence ve kötü muameleye tabi tutulmama hakkının ihlal edilmesi bulunuyor" dedi.

70 sayfalık raporda, Gezi prototestoları, yaşanan polis şiddeti, ülke bütününe yayılan eylemler çeşitli boyutlarıyla incelenmekte; yalnızca eylemcilere yönelik değil, gazeteciler, sağlık çalışanları ve insan hakları savunucularına karşı polisin tutumu tanıklıklar eşliğinde anlatılmakta. Raporda, gerçek mühimmat, biber gazı, tazyikli su, plastik mermi kullanımının ve eylemcilerin dövülmesinin eylemler sırasında ölümler ve 8.000’den fazla kişinin yaralanmasına yol açtığı anlatılmakta. Örgütün, uzun sürecek bir ‘uluslararası kampanya’ yürüteceğini de bildirilmekte.

Diğer yandan, aşağıda verilen bölümlerde görüleceği üzere, raporda şiddet uygulayan polislere yönelik soruşturmalar üzerinde durularak, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi üstü kapalı olarak altı çizilen, şiddet uygulayan polisin denetimindeki yetersizlikler eleştirilmekte, bir tür cezasızlık uygulamasının yaygınlaştığı ifade edilmekte:

‘’Polisin gücünü kötüye kullanması genel olarak belgelendirilmiş olsa da bu ihlallerden sorumlu kişilerin adalet önüne çıkarılması düşük bir ihtimal olarak görülmektedir. Türkiye'deki polis memurları uzun süredir, özellikle gösteriler söz konusu olduğunda, kovuşturmalara karşı uygulamada cezasızlıktan faydalanmıştır.  Kolluk kuvvetlerinin gerçekleştirdikleri ihlallere yönelik etkin soruşturma ve kovuşturmaların ve gerçekten bağımsız şikayet mekanizmaların eksikliğine son yıllarda Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu ve İşkenceye Karşı Komite tarafından da dikkat çekilmiştir.’’

‘’Türkiye’deki kolluk kuvvetleri görevlilerinin uzun süredir yararlandığı cezasızlık , zor kullanılması konusundan üst düzeylerde aldıkları destek ve aşırı güç kullanıldığında kendileri adına önerilen bahaneler, şüpesiz ki Gezi Parkı protestoları sırasında yaşanan polis ihlallerinin yaygınlaşmasına katkıda bulunmuştur.’’

 

Sonuç yerine

 

Türkiye, Avrupa Konseyi’nin kurulduğu yıl, 1949’da katılmış ilk üyelerinden biri olarak, AİHS’ni 50’li yıllardan günümüze uygulama yükümlüğü içinde olmasına karşın, uluslararası alanda ciddi hak ihlallerinin yaşandığı bir ülke olarak sürekli yer alması, Avrupa’da ‘’insan haklarında sorunlu  ülke” algısının yerleşmesine neden olmaktadır.

Avrupa Konseyi’nin Türkiye’yi güçlendirilmiş izleme sürecine alması, sürmekte olan polis şiddeti yakınmaları nedeniyle olurken, AB’nin 16 Ekim’de yayımlanması beklenen ilerleme raporunda Gezi protestoları nedeniyle uygulanan polis şiddetinin ağrılıklı yer tutması beklenmektedir.

Özetle verilen Uluslararsı Af Örgütü’nin Türkiye’ye yönelik eleştirilerinin de, Gezi protestoları ve ardından süren gösterilerde polisin kullandığı şiddetten kaynaklanan temel hak ve özgürlüklerin ihlaline, öncelikle ifade ve toplanma özgürlüğünün polis tarafından ihlaline yoğunlaştığı görülmektedir.

Uluslararası Af Örgütü’nün yıllardır dünyanın en saygın, tarafsız, objektif insan hakları kuruluşu olarak, raporlarının uluslararası kurumlar ve platformlarda referans olarak alındığı, diplomasi ve siyaset bilimcileri tarafından yakından izlendiği hatırlanmalıdır.

Ayrıca, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı, Medya Özgürlüğü Temsilcisi’nin Gezi protestoları döneminde yayımladığı bildiride, polisin uyguladığı şiddetin gazetecilerin yaralanmasına  neden olduğu, polisin görevlerini yapabilmesi için, gazetecilerin çalışma koşullarının kolaylaştırması gerektiği, polisin medyanın hak ve görevlerine saygı göstermesi gerektiğini bildirildiği de hatırlanmalıdır. (4)

Özetlenen gelişmeler, ülkemizdeki insan hak ve ihlalleri ve polis şiddetinin, önümüzdeki günlerde Avrupa’nın gündeminde ağırlıklı olarak yer alacağı, Türkiye’nin Avrupa ile entegrasyon çabalarını zayıflatacağının işaretleri olarak değerlendirilmelidir. Ayrıca, insan hakları ihlallerini önleyecek, polis şiddetinin denetimini sağlayacak, insan hakları kurumlarının yeniden ele almanın gereğini de ortaya koymaktadır.  

Kaynaklar :

1) (http://assembly.coe.int/ASP/Doc/XrefViewHTML.asp?FileID=10472&Language=en)

2)(https://wcd.coe.int/ViewDoc.jsp?Ref=CM/Del/OJ/DH%282013%291179/19&Language=lanFrench&Ver=original&Site=CM&BackColorInternet=C3C3C3&BackColorIntranet)

3) (http://www.amnesty.org/en/library/asset/EUR44/022/2013/en/6e4b867c-b4aa-4016-b584)

4) ((http://www.osce.org/fom/102213)