2011 ayaklanmasının arifesinde bin 500 dolar kişi başına gelire sahip Suriye ekonomisi, aynı yıl başlayan iç savaşın ekonomiye ağır bir darbe vurmasının ardından yüzde 70’e yakın oranda azaldı.
Son 13 yılda işsizlik ve yoksulluk giderek derinleşirken, Beşar Esad rejimi askeri olarak Rusya ve İran sayesinde ve başta muhalifler olmak üzere halkın üzerinde kurduğu ağır baskılarla, tıka basa dolu hapishanelerle bu yılın Kasım ayına kadar dayanabildi.
Otoriter baskıcı rejimler yıkılmaya mahkum!
Bir başka anlatımla, 53 yıllık Esad Hanedanlığı (yaklaşık 25 yılı Beşar Esad yönetiminde olmak üzere) her zaman yıkılmaya mahkumdu. Çünkü çürümeye yüz tutmuş baskıcı rejimler -özellikle de yolsuzluğa batmışlarsa, halklarına yeterli hizmet sunamıyorlarsa, onları yoksulluğa sürüklemişlerse ve politik sistemlerini değişen iç ve dış koşullara adapte edemiyorlarsa- genellikle de halk ayaklanmalarıyla eninde sonunda çökerler.
Nitekim içten içe çürüyen bu rejim, ABD ve Türkiye’nin desteklediği silahlı selefi cihatçı gruplar (Suriye Milli Ordusu/SMO gibi) ve Heyet Tahrir el-Şam Örgütünün (HTŞ) iki hafta önce başlattıkları saldırılarla kısa süre içinde devrildi.
Esad herhangi bir açıklama yapmadan Suriye’yi terk etti. Şam'daki eski hükümet yetkilileri, bazı üst düzey liderlerin de Şam düşmeden önce onunla birlikte ayrıldığını gittiğini söylüyor.
Halkını düşünmeyenleri halk da düşünmüyor, onun için savaşmıyor!
Esad’ın, halkına herhangi bir cesaret verici söz söylemeden hazinesini de yanına alıp ülkeden kaçması devletin kendilerini HTŞ gibi grupların saldırılarından koruyacağına temelden inanan pek çok Suriyeliyi şaşkına çevirdi.
Rejime bağlı Cumhuriyet Muhafızları’nın şehri savunmaya çalışmaması ise aslında rejimin halktan nasıl koptuğunun bir göstergesi oldu. Bu da ancak halklarının refahını ve güvenliği korumak için çaba gösteren ve kendi halklarından destek alan iktidarların direnebileceğini ve kazanabileceğini bir kez daha gösterdi.
Defolu iki yaklaşım!
Bazı yorumcular (bunlara bir kısım sol ve sosyalist çevreler de dahil), saldırıların ABD ve İsrail tarafından düzenlendiğinden ve HTŞ ve SMO’nun siyasal İslamcı karakterinden yola çıkarak Esad rejimine destek anlamına gelen açıklamalar yapıyorlar.
Diğer bazıları ise bu selefi cihatçı güçlerin, 2011'de Esad rejimini neredeyse devirecek olan halk devrimini yeniden canlandırdığı gerekçesiyle her hangi bir eleştiriye tabi tutmadan romantikleştiriyor.
Her iki yaklaşımın da bugün Suriye'de ortaya çıkan karmaşık dinamikleri tam olarak yansıtmadığı için defolu olduğunu vurgulamakla başlayalım..
Bölgede yıllarca sürebilecek bir kaos ve belirsizlik dönemi
Öncelikle, her şey bitmedi, hatta yeni başladı denilebilir. Hatta bundan sonra Suriye’nin parçalanması söz konusu dahi olabilir. Çünkü dış ve iç aktörler, ortadaki kadavranın her birinin yapabildiği kadar çok parçasını ele geçirmeye ve/veya kontrol etmeye çalışacaklar. Bölgede yıllarca sürecek olan bir kaos ve çekişme dönemi de bunu izleyecek.
Suriye şu anda Rusya, İran, Türkiye, ABD, Körfez ülkeleri ve İsrail’den çeşitli derecelerde destek alan farklı silahlı gruplar tarafından kontrol edilen bölgelere bölünmüş durumda. Bu silahlı grupların her biri, bölgesel çıkarlarının korunmasını sağlamak için yarışan bu büyük uluslararası güçler tarafından desteklenmeye devam edecektir.
Bölgede çok farklı dinamikler söz konusu
Bölgedeki birbirinden çok farklı ve birbiriyle çatışmaya hazır dinamikleri ihmal etmemek gerekiyor. Örneğin Suriye’de şimdilik en büyük kazananlardan biri olarak nitelendirilen İsrail, gerçekleştirdiği işgal ile birlikte selefi cihatçılarla sınır komşusu oldu. Şu anda çatışmıyorlar ama mevcut çatışmasızlığın uzun süre devam etmesi beklenmemeli.
Suriye'deki rejimin hızla çökmesi, Rusya ve İran'ın nüfuzuna aşağılayıcı bir son verirken, Türkiye'nin nüfuzunu arttırmasına kapı açsa da iktidarı ele geçiren selefi cihatçılar henüz tam niyetlerini ortaya koymuş değiller.
2017’de bir dizi silahlı grubu bir araya getiren ve Suriye'nin kuzeybatısındaki bazı bölgeleri kontrol altına alan Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu (SMO), bütünlüklü ya da merkezi bir yapıya sahip değil ve bünyesindeki çeşitli gruplar sık sık birbirleriyle çatışıyor. Buna rağmen Suriye'de önemli bir oyuncu olmaya devam ediyor ve Kürt silahlı gruplarının Türkiye için bir tehdit oluşturmasını önlemek için Türkiye sınırı yakınlarında bir tampon bölge oluşturmayı hedefliyor. (1)
ABD, HTŞ, SMO ve SDG
HTŞ'nin Türkiye'nin kontrolü altında olan Suriye'nin İdlib vilayetindeki sicili oldukça karışık. HTŞ, IŞİD deneyiminden ders alarak, çok sert davranmaktan uzak durmaya çalışıyor gibi görünse de, hala demir yumrukla yönetiliyor. HTŞ’liler Esad'ın hapishanelerini özgürleştirirken bile, kendi hapishanelerindeki muhaliflere çok kötü muamele etmeyi sürdürdüler.
Suriye'nin düşmesi, ABD’nin Suriye’nin kontrolünü ele geçirmesiyle birlikte Türkiye için bir sorun haline geliyor. Çünkü Washington bundan böyle HTŞ'yi kendi çıkarları için kullanmaya çalışacaktır ki bu da Türkiye'nin yapmak istedikleriyle pek uyumlu olmayabilir. YPG’nin vurucu gücünü oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG), ülkenin doğusundaki büyük petrol, gaz ve buğday tarlalarının kontrolünü elinde tutuyor. Şam’da hükümet olmak isteyen herkesin devleti finanse edebilmek için bu kaynaklara erişmesi gerekecek. (2)
Ekonomik maliyetler doğabilir
Aynı zamanda, Türkiye’deki Suriyeli sığınmacı sorununun daha da ağırlaşması hayli muhtemel. Türkiye şu anda (resmi verilere göre) 3 milyondan fazla Suriyeliye ev sahipliği yapıyor (gerçek sayının bunun birkaç katı olduğu iddia ediliyor).
Suriye’ye geri dönüşler hedeflendiğinden çok daha yavaş sürerken, özellikle de yandaş medya düşük ücretli sığınmacı işgücü kaybının üretim maliyetlerini artırmak (böylece ihracatı düşürmek) ve enflasyonu körüklemek gibi ekonomiye ciddi zarar vereceği endişesini dile getiriyor.
Türkiye uzun vadede “en büyük kaybeden” de olabilir!
Yaygın kanı Esad iktidarının devrilmesinde en büyük kazananın Erdoğan olacağı yönünde olsa da, Türkiye uzun vadede en büyük kaybeden de olabilir. Daha fazla mültecinin akınına uğrayabilir. Suriyeli aşırılık yanlıları Esad'ı devirme hedefinde artık birleşmedikleri ve ülkeyi yönetmek gibi zor bir görevle karşı karşıya kaldıkları için, kendi aralarında Türkiye’yi bir grubu desteklemeye ve böylece yeni düşmanlar edinmeye zorlayacak uzun süreli güç mücadeleleri söz konusu olabilir. Savaşın Türkiye’ye sıçraması ve 2010’ların ortalarında ülkenin başına bela olan terör saldırılarına geri dönülmesi -muhtemel olmasa da- tamamen mümkün. Ayrıca Türkiye'nin İsrail'e devam eden örtülü desteği nedeniyle içeride de bir gerginlik söz konusu ve Suriye meselesi bu gerginliği bir süreliğine örtbas edebilirse de, bu gerginliğin ortadan kalkması pek mümkün görünmüyor. (3)
Büyük inşaat şirketleri için kậrlı işler kapıda olabilir
Bu “zaferin” Türkiye için ne gibi ekonomik faydaları olacağı ise belirsiz. Financial Times'a göre, “zaten yüksek enflasyon ve resesyonla mücadele eden Türkiye, 900 km’lik Suriye-Türkiye sınırı boyunca iş ve ticaret ilişkilerini yeniden başlatmaktan fayda sağlayacaktır. Erdoğan'la yakın bağları olan inşaat sektörü, yüz milyarlarca dolara ulaşması beklenen yeniden inşa faturasından para kazanabilir.”(4)
Ancak burada yapılacak kậrlı inşaat, alt yapı ve üst yapı işlerinin Türkiye (ve Suriye) halklarına her hangi bir ekonomik bir fayda sağlayacağı da son derece tartışılır.
Türkiye tuzağa mı düşürülüyor?
Ayrıca, Türkiye mucizevi bir şekilde barış ve güvenliğe kavuşmadıkça bunun nasıl gerçekleşeceğini görmek de zor. Tüm bunların Türkiye’nin elinde patlaması çok daha muhtemel. Çünkü Amerikan’ın konumu Türkiye’den çok farklı. En önemli farklardan birisi, ABD’nin ortalığı karıştırıp iki okyanus arasındaki evine çekilebilmesi. Oysa Türkiye’nin Suriye ile sınırı var ve ABD Esad'ı devirmek için Türkiye liderliğindeki operasyona verdiği destekle sadece Suriye'yi değil Türkiye'yi de istikrarsızlığa sürüklüyor olabilir. Öyle ki Ankara Esad, Rusya, İran ve Hizbullah'ı ve onların sağladığı istikrarı ilerde özleyebilir. (5)
HTŞ ve SMO’nun ve gerici, faşizan doğaları ve sahip oldukları siyasi projeler bölge halklarını endişeye sevk ediyor. SMO, çoğunlukla İslami muhafazakar politikalara sahip silahlı gruplardan oluşan bir koalisyon. Çok kötü bir üne sahip ve özellikle kontrolü altındaki bölgelerde Kürt nüfusa karşı çok sayıda insan hakları ihlalleriyle suçlanıyor. Özellikle 2018'de Afrin'de çoğunluğu Kürt olan yaklaşık 150 bin sivilin zorla yerinden edilmesine yol açtığı biliniyor.
Arap Alevileri, Kürtler, Süryaniler, Rum-Ortodoks, Rum-Katolikler ve diğer halklar endişeli
HTŞ lideri Ebu Muhammed Colani’nin geçmişte yaptığı ve Suriye’de Nusayri, Hıristiyan ve diğer azınlıklara yer olmadığını açıkça belirttiği açıklamalar, bölgede yaşayan tüm halklar ve inançlar için derin bir kaygı ve endişe yaratmıştı. Bu on binlerce insanın evlerini terk etmesine neden olmuştu.
Özellikle Nusayriler, Kürtler, Süryaniler, Rum-Ortodoks, Rum-Katolikler ve diğer halklar kendilerini çok ciddi bir tehdit altında hissediyorlar. HTŞ’nin yanı sıra Suriye Milli Ordusu’nun (SMO) ülkede yaşayan Alevilere zulmettiklerine dair haberler kamuoyuna yansıyor. Bu da on binlerce Aleviyi, yeniden göç yollarına düşürüyor.
Ülke ise yeni hükümet konusunda kutuplaşmış durumda. Savaş ve yaptırımlar nedeniyle yaşam tarzlarının bozulduğunu gören bazı halk kesimleri gelişmeleri memnuniyetle karşıladı ve yeni durumu kutlamak için sokaklara döküldü. İsrail'in eylemlerine bağlı olarak bu durum değişebilecek olsa da, Orta Doğu'nun daha geniş bağlamı onları doğrudan ilgilendirmiyor. Önemli bir kesim, Sünni olmayan Müslümanlara karşı “Nusayriyye” (Esad ailesinin topluluğu olan Aleviler için) ve “Rawafid” (Suriye'deki büyük Şii nüfus gibi) gibi aşağılayıcı terimler kullanan İslamcıların davranışlarından endişe duyuyor. Sünni olmayan Müslümanları “ehl-i batıl” ya da "yitikler" olarak adlandırmak ve dinden dönme ve bunun cezası hakkında güçlü bir Selefi dil kullanmak, saldırıların hedefi olabilecek kişiler arasında korku yaratıyor. Yeni hükümetin bu mezhepçi ideoloji tarafından motive edilen güçlerini kontrol edip edemeyeceği ise belirsiz. (6)
Ayrıca Suriye'deki isyancı grupların birlik ve istikrar içinde bir geçiş hükümeti kuramamaları halinde, Rusya ve İran diğer aktörlerin boşluğu doldurmak için hızla harekete geçeceği de beklenmelidir.
İlerici güçlerin şansı?
“HTŞ’nin iktidar olması ülkedeki ilerici güçlere devrimci mücadeleyi yenilemeleri ve hem rejime hem de İslami köktenciliğe bir alternatif sunmaları için alan ya da alanlar açacak mı”, sorusu yanıtı aranması gereken asıl sorudur.
Keza Esad rejiminin kovulduğu bölgelerde aşağıdan mücadele ve özörgütlenme mümkün olacak mıdır? Gramsici anlamda sivil toplum örgütleri (devlet dışı halk oluşumları) ve demokratik ve ilerici politikalara sahip alternatif siyasi yapılar kendilerini kurabilecek, örgütlenebilecek ve HTŞ ve SMO’ya karşı siyasi ve toplumsal bir alternatif oluşturabilecekler mi? HTŞ ve SMO güçlerinin geriletilmesi yerelde örgütlenmeye alan açacak mı ve yereldeki yeni ekonomik ve siyasal örgütlenmeler eskinin tekrarı olmaktan öteye geçebilecek mi?
Bunlar net cevapları olmayan kilit sorular. Ancak net olan bir şey var: HTŞ ve SMO’nun geçmişteki politikalarına bakıldığında, demokratik bir alanın gelişmesini teşvik etmediklerini, tam tersine otoriter davrandıkları çok açık.
Tarih bize otoriter-faşizan güçlere güvenilmemesi ve sadece demokratik ve ilerici talepler için mücadele eden halk sınıflarının özörgütlenmesinin ve öz savunmasının bu alanı yaratabileceğini ve gerçek kurtuluşa giden yolu açabileceğini defalarca gösterdi.
Örneğin, “Rojava Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi, Suriye iç savaşının siyasi bir boşluk yaratmasından bu yana özyönetim kurallarını yeniden yazan Kürtlerin liderliğindeki bir bölge. IŞİD, SMO ve Suriye rejiminin kuşatması altındaki Rojava halkı, doğrudan demokrasi, toplumsal cinsiyet eşitliği ve çevresel sürdürülebilirlik temelinde özerk bir bölge oluşturdu. Rojava halkının inşa ettiği şey hayatta kalmanın çok ötesinde. Bu, tiranlığa direnmek ve daha iyi bir şey yaratmak için tasarlanmış, toplumun tamamen yeniden tasarlanmasıdır. Bunu kararlılıkla ve otoriter rejimlerin değil, toplulukların kendi geleceklerine karar vermesi gerektiğine olan inançlarıyla inşa ettiler”.(7)
Bu örneklere bir yenisini daha ekleyebilmek, savaş yorgunluğundan baskıya, yoksulluğa ve toplumsal yerinden edilmeye kadar pek çok engelin aşılabilmesine bağlı olacak.
Sonuç yerine
Suriye rejimine ve selefi cihatçı köktendinci güçlere açıkça karşı çıkabilecek ve örgütlenebilecek bağımsız, demokratik ve ilerici bir cephenin henüz yokluğu gibi acı bir gerçek söz konusu.
Böyle bir cephenin inşası zaman alacak. Böyle bir cephenin otokrasiye, sömürüye ve her türlü baskıya karşı mücadeleleri birleştirmesi gerekecek. Ülkenin sömürülen ve ezilenleri arasında dayanışma inşa etmek için demokrasi, barış, eşitlik, ulusların kendi kaderini tayin hakkı ve kadınların özgürlüğü taleplerini yükseltmesi gerekecek. (8)
Türkiye tarafında ise, ülkedeki iktidar blokunun etnik-milliyetçi neo-Osmanlıcı yükselen kanadı, Kürtlerin zorla da olsa kontrol altına alınması kadar askeri sanayi karması sektörün hızla büyütülmesini de istiyor. ABD'nin Türk savunma sanayisine uyguladığı yaptırımlar, Suriye'nin doğusundaki varlığı ve Kürtleri desteklemesi gibi nedenlerle, Kürt meselesi ile askeri sanayi karması sektör ve savunma sanayinin büyütülmesi iç içe geçmiş durumda.
Aslında Suriye’deki gelişmelerin açıkça ortaya koyduğu şey; Türkiye'nin alt emperyalist hırslarının ABD’ninkilerle çok da uyumsuz olmadığıdır. Yeter ki bundan sonra Türkiye, ABD-İsrail ortak hedeflerine de uyacak şekilde davranabilsin.
Suriyeliler zengin etnik ve dini çeşitlilikleriyle her zaman gurur duydular. Tüm Suriyelilerin eşit yurttaşlık haklarını da garanti altına alan kapsayıcı ve demokratik bir hükümet, ülkenin bir bütün olarak ayakta kalmasını ve mezhepsel bir kaosa sürüklenmemesini sağlamak için elzem.
Otoriter bir yönetimin yerini bir başkasının alması ya da ülkenin silahlı gruplara bölünmesi felaket demek olacaktır. Her ne kadar belirsizlikler devam etse ve önümüzde büyük zorluklar olsa da Suriyelilerin acil ihtiyaçlarına öncelik vermek mantıklı bir ilk adım olacaktır. Ve her şeyden önemlisi, Suriye halkının olağanüstü direncini, cesaretini, umutlarını ve hayallerini yansıtan barışçıl, savaş sonrası bir Suriye'nin kaderine yön verenler olması sağlanmalıdır. Suriyelilerin- hem geri dönenlerin hem de hiç gitmeyenlerin- yeni Suriye devletini kendi şartlarına göre yeniden inşa etmeleri kritik önem taşıyacaktır. (9)
Suriye’nin işgalinin asıl kazananı kim ya da kimler? (1)
Suriye’nin işgalinin asıl kazananı kim ya da kimler (2): Silah satışları
Dip notlar:
https://theconversation.com/what-syrias-rebel-takeover-means-for-the-regions-major-players-turkey-iran-and-russia (9 December 2024).
https://www.moonofalabama.org/syria-winner-and-losers-or-both (9 December 2024).
https://www.nakedcapitalism.com/2024/12/did-turkiye-win-the-battle-but-lose-the-war (11 December 2024).
https://www.theleftchapter.com/post/the-fall-of-the-assad-government-in-syria (12 December 2024).
https://antiauthoritarianplaybook.substack.com/p/communalism-in-rojava (20 November 2024).
https://www.counterpunch.org/understanding-the-rebellion-in-syria (10 December 2024).
https://www.counterpunch.org/syria-at-the-crossroads (13 December 2024).
Mustafa Durmuş kimdir?Akademisyen, yazar, ekonomi politikçi Prof. Dr. Mustafa Durmuş, 1956 yılı Kelkit'te doğdu. 1977 yılından itibaren Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. 'Güney Kore'de İhracata Dönük Kalkınma Modeli' üzerine doktora tezi yazdı (1989). TÜRK-İŞ'e bağlı YOL-İŞ Federasyonu'nda eğitim uzmanı, Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'nde asistan, Birleşik Krallık York Üniversitesi'nde misafir araştırmacı, Gazi Üniversitesi İİBF'de öğretim ve özel üst düzey yöneticilik yaptı. Halen Hacı Bayram Veli Üniversitesi İİBF Maliye öğretim bölümü üyesi ve T24 yazarı. Makalelerini yayımladığı 'Alternatif Akademi' adlı bir tükenme ve Kapitalizmin Krizi (2009), Kriz Darbe Savaş Kıskacında Türkiye Ekonomisi (2018), Büyük Değişim-Popülist Otoriterlik (2019) adlı kitapları var. Yaşamın Temel Ekonomisi (2021), Dünya Ekonomisini Anlamak I (2021) ve Siyasi Ekoloji (2022) editörlü kitapların da yazarları arasında. |