Mustafa Durmuş

17 Ekim 2024

Denize düşen yılana sarılırmış…

Olası bir saldırıdan potansiyel olarak en fazla zarar görebilecek kesim büyük mülklerin, işyerlerinin ve zenginliklerin sahibi olan sermaye sınıfı olacağından, eğer bir çelik kubbe inşa edilmek isteniyorsa bunun finansmanı bu kesimlerden alınacak servet vergisi ile yapılmalıdır

İsrail devletinin Orta Doğu’da, Gazze ve Lübnan başta olmak üzere neden olduğu insan ve doğa kıyımı sürerken, siyasal iktidar ülkemizin İsrail’in askeri olarak hedefinde olduğu açıklamasında bulundu. (1)

NATO üyesi ve dünyanın en büyük altıncı ordusuna sahip bir ülke olarak, üstelik de İsrail’in “Kutsal Topraklar” tanımı içinde yer almamasına rağmen, “bir sonraki hedef olduğumuzun” en yetkili ağızdan söylenmesinin ardındaki sır perdesi ise gündeme gelen bir torba yasa ile biraz aralanır gibi oldu.

Ekonomik ve sosyal kriz derinleşiyor!

Ancak önce bir arka plan okuması yapmakta yarar var. Şöyle ki son 40 yılın en derin krizini yaşayan Türkiye ekonomisi izlenen her türden emek karşıtı kemer sıkma politikasına rağmen krizden bir türlü çıkamıyor; enflasyon beklendiği hızda düşürülemiyor, üstelik de ekonomi aynı anda ciddi bir durgunluğa doğru sürükleniyor.

Yurt dışından beklenen sermaye akımları ise, başta carry trade olmak üzere spekülatif portföy yatırımları (sıcak para) ve yüksek maliyetli dış krediler dışında gelmiyor, bütçe ve genel devlet açığı ise giderek artıyor.

Sınıf mücadelesi sertleşiyor: “Zordayız, geçinemiyoruz!”

Kuşkusuz bu durum, başta işçiler ve emekliler olmak üzere, toplumun en zor durumdaki kesimlerinin tepkilerine neden oluyor. İşçiler birçok işyerinde grev ve iş yavaşlatma dâhil eylemlere başladı. Öyle ki alanlardan uzak durmayı tercih eden TÜRK-İŞ yönetimi dahi 20 Ekim’de Ankara’da “zordayız, geçinemiyoruz” mitingi düzenleme kararı aldı.

Kısaca, ekonomik krizin derinleştiği bu günler sınıf mücadelesinin de sertleşmeye başladığı günler. Siyasal iktidar ve temsil ettiği egemen sınıflar açısından böyle dönemleri atlatabilmenin en kestirme yolu, işçi sınıfını, emekçileri ve demokratik kitle örgütlerini baskı altına almaktan geçiyor, böylece onların seslerini kısarak örneğin ücret artışı taleplerini savuşturmaya çalışıyor. Bu arada giderek büyüyen bütçe açığını azaltabilmek için de yeni vergiler koyarak ilave gelir yaratmaya çalışıyor.

İşte böyle bir emek ve toplum karşıtı stratejinin hayata geçirilebilmesi için, dolayısıyla da açlığın, yüksek enflasyonun, işsizliğin, yoksulluğun konuşulmaması için, iktidar bloku bir yandan muhalefete el uzatıyormuş gibi yaparken, diğer yandan da militarist ve milliyetçi söylemleri yükseltiyor. Ülkemize yönelik savaş tehditlerinden, örneğin Orta Doğu’daki savaşı gerekçe göstererek, İsrail’in bir gece ansızın gelebileceğinden söz ediyor.

Ertelenen kanun teklifi

İki gün önce ertelenen torba yasadaki teklifi bu arka plana bakarak değerlendirmekte yarar var.

Bilindiği gibi, 11 Ekim’de “Savunma Sanayii ile İlgili Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” Meclis’e Plan Bütçe Komisyonu’nda görüşülmek üzere gönderilmişti. Ancak toplumun değişik kesimlerinden gelen yoğun tepkiler üzerine teklif geri çekildi ve şimdilik ertelendiği söylendi.

Bu teklifin analizi /ertelenmiş olsa da) önemini sürdürüyor çünkü bu teklif ülkedeki militarist otoriterleşme, askeri sanayi karması sektör ve vergileme arasındaki ilişkiyi de açığa çıkartıyor. Bu kanun teklifiyle Savunma Sanayi Destekleme Fonu’nun (SSDF) finansman kaynaklarının daha da güçlendirilmesinin amaçlandığı ileri sürülüyor. (2)

SSDF, kökleri 1985 yılına kadar giden ama asıl şeklini 2017 yılında alan bütçe dışı bir fon olup ve Savunma Sanayi Başkanlığı bünyesinde yer alıyor. Fonun karar mekanizması ise Savunma Sanayi İcra Komitesi (SSİK) ve bu komitenin başkanı Cumhurbaşkanı Erdoğan.

Bu Fon 5018 Sayılı Kanun’a tabi değil. Ödenek tahsisleri, serbest bırakma işlemleri bu kanuna tabi olmadığı gibi, Fon üzerinde TBMM’nin herhangi bir doğrudan denetim yetkisi de mevcut değil. TBMM adına hareket etse de Sayıştay Fonu sadece biçimsel olarak denetleyebiliyor. Bu denetim de genelde son derece yetersiz kalıyor. Fon’un denetimi asıl olarak, Başbakanlık, Milli Savunma Bakanlığı, Hazine ve Maliye Bakanlığı'nın iki yıl süreyle seçeceği bir kurul tarafından yapılıyor. (3)

Fon’un büyüklüğü              

2023 yılında Fonun bütçe büyüklüğü 135,1 milyar TL ve 2024 yılı bütçesi 162,5 milyar TL. 2023 yılında Fon 21 milyar TL’lik bir bütçe fazlası verdi. Fonun gelirlerinin yüzde 95’i vergilerden ve kalanı bağışlar ve TSK Güçlendirme Vakfı katkılarından; giderlerinin yüzde 91’i ise piyasalardan satın alınan mal ve hizmet bedellerinden oluşuyor.

Bu noktada bu satın alımların hangi sermaye gruplarından ve hangi fiyatlar ve koşullar altında yapıldığı önem kazanıyor. Örneğin bu tedarikçi gruplar içinde iktidara çok yakın silah ve mühimmat üreticilerinin olup olmaması önemli. Fon’a yönelik eleştirilerin başında bu konuda yeterli şeffaflığın olmaması geliyor.

Fon’un vergi geliri kaynakları

Fon’a her yıl Gelir Vergisinden yüzde 6, Kurumlar Vergisinden yüzde 6, Motorlu Taşıtlar Vergisinden yüzde 20 (yeni kanun teklifi ile küçük ölçekteki motosikletler de bu kapsama alınıyor), Veraset ve İntikal Vergisinden yüzde 25, alkollü içki ve tütünden alınan Özel Tüketim Vergisinden yüzde 20 pay aktarılıyor. Ertelenen teklifle Fon’a ayrıca 5 bin TL değerini aşan kol saatleri ve drone oyuncaklardan alınacak olan ÖTV de ekleniyordu. Özetle, Fon’un kaynakları asıl olarak emekçilerin ödediği gelir vergileri olmak üzere toplumun tüm kesimlerinden alınan vergilerden oluşuyor.

Meclis’e gönderilip de tepkiler üzerine görüşülmesi ertelenen kanun teklifine göre ise bu vergilere “katılma payı” adı altında yeni gelir kaynakları ekleniyor. Öyle ki:

  1. Her türden verilecek beyannameden (vergi, gümrük, muhtasar gibi) alınan Damga Vergisi kadar katılma payı (4) alınacak (Gelir Vergisi beyannamelerinde bu yarıya iniyor.)
  2. Tapu ve kadastro işlemlerinden; taşınmazlarda hem satın alan hem de satandan 750’şer TL ve diğer işlemlerden 375 TL alınacak.
  3. Limiti 100 bin TL’nin üzerinde olan kredi kartlarından kart başına 750 TL (yıllık) katılma payı alınacak.
  4. Noterlik işlemlerinden; taşınmazlarda alıcı ve satıcıdan 750’şer TL, ilk araç tescilinde 3 bin TL, daha önce tescil edilmişlerde bin 500 TL ve diğer noterlik işlemlerinde 75 TL katılma payı alınacak. (5)

Beklenen gelir

Savunma Sanayi Destekleme Fonu’na (SSDF) aktarılacak katılma payı tutarı 2025 yılı için 69,3 milyar TL olarak hesaplanıyor. Şöyle ki (yapılan etki analizine göre), 100 bin TL üzeri limiti bulunan kredi kartlarından 13,1 milyar TL, beyannamelerden 28,8 milyar TL, tapu ve kadastro işlemlerinden 9 milyar TL ve noter işlemlerden de 18,4 milyar TL gelir sağlanması öngörülüyor. Ayrıca motor gücü 100 cc altındaki motosikletlerden alınacak MTV tahsilatının yüzde 20’si de fona aktarılacak. (6)

Adaletsiz bir düzenleme

Bu düzenleme, adına her ne kadar vergi denmese de Anayasa’da yer alan mali güce göre vergi alma ilkesine (Md. 73) aykırı. Çünkü 100 bin TL’lik kredi kartı sınırını aşan çok sayıda mükellef söz konusu ve bunların harcama güç ve kapasiteleri aynı değil.

Ayrıca bir tür dolaylı vergi gibi değerlendirilebilecek bu katkı payı ve diğer vergiler adaletsiz dolaylı vergilerin vergi sistemi içindeki payının daha da artmasıyla sonuçlanacaktır. Oysa sistem içindeki dolaylı vergilerin payının azaltılması, buna karşılık Gelir, Kurumlar ve Servet Vergileri gibi dolaysız vergilerin payının artırılması toplumun büyük bir kesiminin yararınadır.

Sermayeye taviz, emeğe ilave yük!

Keza aynı kanun teklifinde “yapılmakta olan yatırımlara”, “henüz tamamlanmadıkları gerekçesiyle”, enflasyon düzeltmesinden vazgeçilerek daha fazla vergi ödenmesini önleyen bir düzenleme yapılırken, tüketicilere harcanmamış, borca dayalı gelirlerinden vergi alınması büyük haksızlık.

Aynı teklifte yapılan bu iki düzenleme, iktidarın sermaye kesiminin vergi yükünü azaltırken, emekçilerin vergi yüklerini nasıl artırmak istediğini ortaya koyuyor.

Çünkü etki analizinde, “enflasyon düzeltmesinin yatırım döneminde ertelenmesine dönük düzenleme ile 16 milyar TL vergi ertelemesi yapılacağı kaydediliyor. 2024 yılı ikinci geçici vergi döneminde 20 bin 6 mükellefin yatırımlar hesabını düzeltme işlemine tabi tutulduğu ve yaklaşık 200 milyar TL enflasyon düzeltmesi kârının ortaya çıktığı belirtilen etki analizi raporunda şu tespitler yer alıyor:

“Bu mükelleflerin mali tablolarındaki kâr/zarar durumları (Kurumlar Vergisi mükelleflerinin yaklaşık yarısı kâr beyan etmektedir) ile efektif Kurumlar Vergisi oranı (yüzde 10) dikkate alınarak yapılan analizde yıllık yaklaşık 16 milyar TL vergi ertelemesi söz konusu olacaktır. Bu miktar yatırımların tamamlandığı sonraki dönemlerde yeniden değerleme oranları uygulanmak suretiyle tahsil edilecektir.” (7)

Bu kanun teklifini Orta Vadeli Program’da yer alan sıkı maliye politikalarının ilk adımı ve ekonomik krizin bedelini halka ödettirmenin bir aracı olarak görmek daha doğru olur. Ancak bu vergiler de çözüm olmayacağı gibi, ikinci çeyrekten bu yana daralan ekonominin bu kez küçülmesiyle sonuçlanabilecektir.

Bu teklifi değerlendirirken, iktidarın daha önce Savunma Sanayi Destekleme Fonu’nun şans oyunlarından gelen kaynağını yarı yarıya düşürerek Demirören Grubuna sağladığı haksız kazanç ve neden olduğu kamu geliri kaybı da unutulmamalı. (8)

Ulusal güvenlik için ayrılan pay yetersiz mi?

Bakan M. Şimşek bu kanun teklifini savunurken, “toplanacak bu paralarla ülkeye çelik kubbe yapılacağını böylece de hava savunma sisteminin güçleneceğini” ileri sürdü. (9)

Diğer yandan, ulusal güvenlik meselesi toplumu bir korkutma ve buradan hareketle de bütçe açıklarını kapatma ve yandaş silah şirketlerine kaynak aktarma aracı olarak kullanılmamalıdır.

Zira Cumhurbaşkanlığının verilerine göre (10); 2024 yılında ulusal güvenliğe ayrılan kaynak SSDF ile birlikte 1,2 trilyon TL’yi buluyor. (Merkezi Yönetim Bütçesinin yüzde 10,2’si.)

Bunun ne anlama geldiği bütçeden 2024 yılında diğer programlara ayrılan paylara bakılarak daha iyi anlaşılabilir. Örnek olarak, Program bazında; İstihdam için 238,1 milyar TL, Toprakların Kullanımı ve Yönetimi için 121 milyar TL, Tarım için 142,3 milyar TL (2023), Orman ve Doğanın Korunması için 22 milyar TL, Kültür ve Turizm için 28 milyar TL, Gençlik için 8,5 milyar TL ve Kadının Güçlendirilmesi için 3,8 milyar TL kaynak ayrılmış bulunuyor.

Kısaca, kaynaklar giderek daha fazla ulusal savunmaya ayrıldıkça diğer hizmetler için yeterince kaynak kalmıyor. Oysa eğitim ve sağlık hizmetlerindeki son dönemde artan kötüleşme, öğrencilere bir öğün ücretsiz yemek verilememesi, başta üniversite öğrencilerinin barınma sorunu olmak üzere, ülkede bir krize dönüşmeye başlayan barınma sorunu gibi sorunlar abartılmış bir ulusal güvenlik algısı yaratarak göz ardı edilmemelidir.

Sonuç olarak

Bir ülkenin gücünün asıl göstergesi “çelik kubbe” gibi aparatlara sahip olmaktan ziyade, sosyal adalet, insan hakları, eşit yurttaşlık ve hukukun üstünlüğünün yanı sıra, temel kamusal mal ve hizmetlerin nicelik ve niteliği ve tüm yurttaşların bu hizmetlerden asgari maliyetle faydalanabilmeleridir.

Bu bağlamda, “saldırı tehdidi altındayız” algısı yaratmaktan vazgeçilmeli ve tüm kaynakların, TBMM denetimine tabi olacak şekilde bütçe içine alınması sağlanmalı, kaynaklar daha etkin ve verimli bir biçimde dağıtılmalı, kullanılmalı ve bu bakış açısı 17 Ekim’de Meclis’e gelecek olan 2025 Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifine de yansıtılmalıdır.

Kaynak için, yeni vergiler ya da katılma payları yerine öncelikle, bu yılın ilk 6 ayında 653 milyar TL’yi bulan ama sadece 58 milyar TL’si tahsil edilebilen (yüzde 9,1) vergi, para ve idari cezalar tahsilatı yoluna gidilmelidir. (11)

Keza sermayeye bu yıl için sunulan ve 2 trilyon TL’yi bulan vergi indirim, muafiyet ve istisnalardan vazgeçilmelidir. Olası bir saldırıdan potansiyel olarak en fazla zarar görebilecek kesim büyük mülklerin, işyerlerinin ve zenginliklerin sahibi olan sermaye sınıfı olacağından, eğer bir çelik kubbe inşa edilmek isteniyorsa bunun finansmanı bu kesimlerden alınacak servet vergisi ile yapılmalıdır.

Asıl yapılması gerekense; emperyalist, siyonist saldırganlığa karşı dururken, tüm halkların eşitliğini ve kardeşliğini ve barışı savunmaktır. Eşitliği sağlayacak, yoksulluğu ortadan kaldıracak, doğa ile dost, ezilen kimlikleri ve kadını güçlendiren, sınırların, toplumsal sınıfların ve savaşların olmadığı bir dünya inşa etmek, bunun için de emperyalist kapitalist sisteme karşı çıkmak gerekir.


Dip notlar:

Mustafa Durmuş kimdir?

Akademisyen, yazar, ekonomi politikçi Prof. Dr. Mustafa Durmuş, 1956 yılı Kelkit'te doğdu. 1977 yılından itibaren Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu.

'Güney Kore'de İhracata Dönük Kalkınma Modeli' üzerine doktora tezi yazdı (1989).

TÜRK-İŞ'e bağlı YOL-İŞ Federasyonu'nda eğitim uzmanı, Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'nde asistan, Birleşik Krallık York Üniversitesi'nde misafir araştırmacı, Gazi Üniversitesi İİBF'de öğretim ve özel üst düzey yöneticilik yaptı.

Halen Hacı Bayram Veli Üniversitesi İİBF Maliye öğretim bölümü üyesi ve T24 yazarı. Makalelerini yayımladığı 'Alternatif Akademi' adlı bir tükenme ve Kapitalizmin Krizi (2009), Kriz Darbe Savaş Kıskacında Türkiye Ekonomisi (2018), Büyük Değişim-Popülist Otoriterlik (2019) adlı kitapları var.

Yaşamın Temel Ekonomisi (2021), Dünya Ekonomisini Anlamak I (2021) ve Siyasi Ekoloji (2022) editörlü kitapların da yazarları arasında.