11 Eylül 2001’de, New York’taki İkiz Kuleler, İsmet Özel’in tabiriyle, “uçaklandıktan” sonra, Amerika Birleşik Devletleri’nde iktidarda olan Neo-con’cu ekip ve gazete/dergi/televizyon kanalları ile think-tank’lere yayılmış ideologları, Başkan George W Bush’un ağzından duyduğumuz gibi yeni “haçlı seferi”ni başlatmıştı. Hem askeri, hem ideolojik bir haçlı seferi. Tabii, bu ifadenin bir dil sürçmesi olduğu açıklandı sonra, ama icraat, dil sürçmesinden fazlasını gösteriyordu. Sadece Afganistan’ı istila etmek gibi askeri saldırganlıklar değildi sürçme olmadığının göstergesi. Yeni çıkarılan güvenlik yasaları ve asıl o yasaların uygulanışı, yasalara geçmeyen ama tarihe yazılmış önyargıların Batı zihnini yeniden istilaya yeltenip Doğu-derili herkese suçlu algısıyla yaklaşması da haçlı seferi zihniyetini yansıtıyordu. Bush, ak koyun – kara koyun karşıtlığına yerleştirdi tüm dünyayı: ya bizdensiniz, yani iyinin yanındasınız ya da onlardan, yani şeytanın yanında.
Fakat hiç de çok geçmeden bazı Amerikalı zihinler, bu zehirli girişimin, bu şeytani yaklaşımın Batı zihnini istila etmesinin önüne geçmek için davrandı. Böyle davrananlar olduğuna göre, böyle istilalardan muaf zihinler vardı. Bu insanlar, başka birçok soruyla beraber basit bir soru soruyorlardı; hem kendilerine, hem herkese, bütün dünyaya: “Neden sevilmiyoruz?” Amerika Birleşik Devletleri’nden niye nefret ediyordu milyonlarca insan?
Bu soruya büyük bir cesaretle, özeleştiriyle cevap veren birçok insan çıktı. Ve bu cesareti, dört bine yakın insanın feci şekilde öldüğü o terörist saldırıların hemen ardından gösterdiler.Amerika Birleşik Devletleri’nin günahlarını bir bir sayıp döktüler. Şimdi çok konuşulan İslam düşmanlığı, yabancı düşmanlığı illetlerine dikkat çektiler, bu bataklığa girilmemesi için uyardılar, yazdılar, çizdiler... Bu çabaların ürünlerine bugün de birçok internet sitesinden ulaşılabilir; aynı çabayı zaten bugün de gösteriyorlar.
Şimdi gelelim Muhammed’i eleştiren karikatürler meselesine. Danimarka gazetesi Jyllands-Posten 2005’te bir dizi karikatür yayınlamıştı. Mizah ve dolayısıyla zeka düzeyi düşük karikatürlerdi. Müslümanlar galeyana geldi, bazı Batılıları vahşice öldürdü; biryerleri yaktı, yıktı; sokaklara çıkıp küfretti, meydanlara dökülüp lanet yağdırdı.
Batı’da karikatürlere karşı çıkanların arasında, hatta en ön saflarda, Bush’un politikalarına ve zihniyetine muhalefet edenler vardı. Bu mesele de Batı medyasında enine boyuna tartışıldı. Biz o tartışmaları okuduk ve seyrettik asıl olarak. Katılmadık. Karikatürleri kınamaya katıldık tabii; tartışmaya katılmadık.
Bu tartışmalar sırasında ifade özgürlüğüne vurgu yapanların, o naktada geri adım atılırsa arkasının geleceğini söyleyenlerin haklı olduğunu gösteren başka örnekler de çıkmadı değil. Eylül 2006’da, Berlin Operası, Mozart’ın Idomeneo eserini sahnelemekten vazgeçtiğini açıkladı. Gerekçe, “hesaplanamaz” güvenlik riskleriydi. Resmi açıklamada söylenen şuydu: “(Muhammed) karikatürleriyle ilgili kavganın sonuçlarını biliyoruz.” Idomeneo 2003’te de sergilenmişti ve bir sahne tepki toplamıştı: kral, bu sahnede, antik Yunan deniz tanrısı Poseidon’un, Muhammed’in, İsa’nın ve Buda’nın kesilmiş başlarını gösteriyordu. Sonra hükümetin devreye girmesi ve Almanya’daki Müslümanlarla görüşülmesi sonucu opera sahnelendi. (http://news.bbc.co.uk/2/hi/entertainment/5382554.stm)
Şimdi yine zekadan yoksun bir film yüzünden Müslümanlar zıvanadan çıktı. Ardından Fransız dergisi Charlie Hebdo’da yayınlanan Muhammed karikatürlerinin yarattığı kriz... Yine Müslüman sokaklar fokurdadı ve yine onlarca insanın canına kıyıldı.
Peki, gazetelerimize ve münevverlerimize bir bakalım. “Müslümanlardan neden hoşlanmıyorlar, bizden neden nefret ediyorlar?” diye soran kimse var mı? Ben rastlamadım. Halbuki bu soru meşrudur ve kesinlikle sorulmalıdır. O münevverler de cesaretle, samimiyetle bu soruya cevap aramalıdır.Bu mesele açıkça tartışılmalıdır. Karikatürlere verilen tepkinin kendisi bu soruyu meşru ve gerekli kılıyor zaten. Yaratılan dehşet ortamı yüzünden opera sahnelenemiyorsa, yazarlar saklı bir hayat yaşamak zorunda kalıyorsa bu soru meşru ve gerekli demektir.
Bu soruya sadece “Breivik gibi manyak bunlar, ırkçılar, neo-naziler onun için Müslümanları sevmiyorlar” cevabı veriyorsanız, Bush’un yaptığının aynısını yapıyorsunuz demektir. Aynı cevabı veriyorsanız, El Kaide’ye ve Taliban’a da – hakettiği – bir sürü olumsuz sıfat biçip, “Bizden nefret etmelerinin sebebi iblis, kötü, manyak olmaları” kabilinden şeyler söyleyen Bush’tan farkınız kalmaz.
Amerika Birleşik Devletleri’nin süpergüç olduğunun, dünyaya uzun yıllardır zehir ve vahşet saçtığının, eşitsiz ve adaletsiz bir dünya düzenini yürürlükte tutmak için elinden geleni ardına koymadığının, buna mukabil Müslümanların mazlum olduğunun farkındayım. (Suudi Arabistan gibi kimi rejimlerin ABD’nin yanında olduğunu, kendi halklarına da zulmettiğini, bu eşitsiz düzenin sürüp gitmesine yakıt sağladıklarını bir kenara bırakalım.) ABD gibi hükümran durumda olmamak, mağdur/mazlumların kusurlarını görmemizi engellememeli. Çünkü, biliyoruz ki, kaynağı mağduriyet de olsakusurlar, mağdurlar hükümran hale geldiğinde yeni mağdurlar yaratan birsilah oluyor. Yani, maazallah, günün birinde ABD veya İsrail gibi bir güç, en azından etkili silahlar yapabilen bir güç olursak, birçok mazlum, mağdur, kurban yaratacağımız görünüyor bugünkü halimizden. Dolayısıyla, “Bizi neden sevmiyorlar?” sorusu hem Müslümanlar olarak, hem Türkiye olarak sorulmalı ve cevabı aranmalıdır.
Şüphesiz, homojen bir İslam aleminden söz edemeyiz, ama Müslümanlar kendilerinden nefret edilmesinin sebeplerini tartışmazsa, kusurlarını aramazsa, hükümran hale geldikçe zulmedecekler.Filmlere, operalara, romanlara, karikatürlere gösterilen cinai tepki, ırkçıların/iblislerin/şeytanların/önyargılıların nefretini kazanmak için, bu olumsuzlukları taşımayan daha geniş kitlenin ise ciddi endişe ve şüphe duyması için gerekçe sağlıyor. Çünkü birarada eşitçe yaşamanın zeminini ortadan kaldırıyor.
Karikatürlerin yayınlanmaması gerektiğini düşünmek, Başbakan Tayyip Erdoğan gibi, “kutsala hakaret yasak olsun” bahanesiyle peygamberlerin, dinin, allahın mizah konusu yapılmasının, eleştirilmeszinin önüne geçmeye çalışmak, açıkça, ifade özgürlüğünü kısıtlamaktır. Irvin Cemil Schick’in Agos’ta söylediği gibi, “bu nefret tellalları kendilerini denetlemekten acizseler, biz onlara gereken cevabı verelim. Nefret söylemini lanetleyelim. Nefret edenleri afişe edelim. Ama lütfen devlete bir yasak hakkı daha bahşetmeyelim”. Bu tür yasal düzenlemeler, Ömer Laçiner’in dediği gibi, “düşünce ve ifade özgürlüğünün kaynağından kurutulması demektir”.
Bireyin ve eleştirinin karşısına dini çıkarıp susmasını söylediğinizde gideceğimiz yer bellidir: şimdiye kadar içinden çıkamadığımız bir beraber yaşayamama hali, örtük ve dejenere bir teokratizm. Cambridge Üniversitesi’nden Ziya Meral’in Agos’ta yer alan açıklamasında işaret ettiği gibi: “İnsan hakları, dinleri veya düşünceleri eleştirilerden korumak için değildir, ama bireylerin özgürlüklerini korur. İnsanları değil ama bir dini veya düşünceyi korumaya yönelik yasaların olduğu yerlere baktığımızda, örneğin Pakistan ve Mısır’da, dini hassasiyetlerin korunması adına bireylerin, özgür düşüncenin ve demokrasinin gelişmesinin engellendiğini görüyoruz.” (http://t24.com.tr/haber/agos-ifade-ozgurlugu-bahane-islam-dusmanligi-sahane/213572)
Benim gibi kutsalı olmayanlar zaten teferruat sayılıyor. Peki, çeşitli kutsal sahipleri arasındaki ilişkiler nasıl? Nasıl olduğunu, Türkiye’deki çeşitli güncel meseleler dolayısıyla biliyoruz. Hakim çoğunluğun (Sünni) kutsalının temsilcisi AKP hükümeti, hiç de yabana atılamayacak bir nüfusa sahip Alevilerin kutsallarını tanımıyor; en basitinden cemevlerini ibadet yeri saymıyor, camilerle eşdeğer görmüyor. Ermenilerin, Rumların kutsallarına da benzer muameleyi yapıyor.
O salak film yüzünden galeyana gelen azgın kalabalıklar, Laçiner’in yine Agos’ta dediği gibi, ancak yatıştırılmakla yetiniliyor. Ama söz konusu karikatürlerle ve filmle zemzem gazına gelenler, “aynı toplumdaki azınlıklara o hakaretin mislini reva gördüğünde, otoriteler genellikle göz yumabilmektedir”. Yine de Başbakan Erdoğan’ın filme gösterilen kanlı tepkiyle ilgili sözleri çok olumlu ve onun söylemesi çok önemli: “Hangi gerekçe ile olursa olsun bir Müslümanın masum bir cana kıyması, tek başına infaza girişmesi bizim asla kabul edebileceğimiz bir durum değildir. Biz hakkı söylemekle mükellefiz. Bizim medeniyetimizde, bizim inancımızda öfkeyle hareket edip şiddet uygulamak, yakmak, yıkmak, taşlamak, katletmek yer almaz. Müslümanlar tepki koymakta haklı oldukları konuda elim hadise neticesinde haksız konuma da düşmüşlerdir. Hiçkimsenin Müslümanları böyle göstermeye hakkı yoktur.” (http://www.haberyurdum.com/erdogan-islama-hakaret-iceren-filmi-degerlendirdi-220421n/#ixzz27HyInHmP) Bu sözleri, tabii ki, tarihsel bir gerçeklik olarak değil bir temenni, olması gereken durum olarak kabul ediyorum.
İslam fobisi, nefreti ve önyargısı olanlar aptalca filmler çekip karikatürler çiziyor olabilir, ama AKP ideologlarının yaptığı gibi, Muhammed karikatürü çizilmesini İslamofobi olarak göstermek son derece yanlış ve yanıltıcı, zararlı bir yaklaşım. Muhammed karikatürü çizen Batı, İsa karikatürü de çiziyor, kendi peygamberini de eleştiriyor, hicvediyor. Bunu da Christianofobi dolayısıyla yapmıyorlar.
Her tür eleştiriyi “kutsala hakaret” kılıfına sokmak çok kolaydır ve keyfidir. Kutsala saygı gösterilmesi gerekir, fakat kutsal sahipleri unutmamalıdır ki, kutsalınıza saygı göstermem, o şeyi benim için kutsal yapmaz. Sizin kutsalınız nasıl benim kutsal tanımazlığıma hakaret değilse, benim kutsal tanımazlığım da sizin kutsalınıza hakaret değildir. Ben sizin kutsalınıza nasıl saygı gösteriyorsam, siz de benim kutsal tanımazlığıma saygı göstermelisiniz. Bilmem anlatabiliyor muyum, diyeceğim, ama biliyorum ki anlatamıyorum!