Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimi ve sonrasındaki genel seçim tarihsel seçimler olacaklar ve dış gelişmelerle yakında ilgililer. Türkiye’nin bölegesel gelişmeler ışığında güvenliğini ve esenliğini koruması için mutlaka barış sürecini başarıyla sonuçlandırması ve içerideki Kürt Sorunu’nu yeni bir milli kimlik ve demokratikleşme modeliyle çözmesi gerekiyor. Şu ana kadar bu durumun hakkıyla farkında olan iki aday var gözüküyor.
Başbakan Erdoğan durumun farkında ve sorunu bütün güçleri elinde toplayarak çözmek istiyor. Ama toplumun tümünü kucaklayabilecek gerçek anlamda demokratik ve çoğulcu bir vizyon sunamıyor ve son yıllardaki politikaları ve çevresine verdiği tavizler nedeniyle geri dönmesi çok zor. Selahattin Demirtaş son dönemlerdeki duruşuyla ve söylemiyle böyle çoğulcu ve demokratik bir vizyon sergiledi ve fark yarattı. Kürt Sorunu’nun çözümü adına devletin başına talip olması ve tüm Türkiye için demokratik bir gelecek tahayyülü sunması, Türkiyeli Kürtler’in geleceklerini Türkiye’de gördüklerinin en somut ve umut veren ifadesi oldu. Ama onun ve HDP’nin de geçmişten gelen miras nedeniyle bu seçimlerde başarılı olsalar da kazanmaları çok zor. O yüzden de akılcı bir biçimde asıl hesaplarını genel seçimler için yapıyorlar.
Bu durumda dindar Kürtler’in ve laik Türkler’in seçimleri kritik önem taşıyor, önümüzdeki iki seçimde ülkenin ve rejimin geleceğini belirleyecek olanlar onlar olacak. Hem seçmenlerin hem de onları ikna etmesi gereken siyasal aktörlerin yapacağı tercihleri kastediyorum. Dindar Kürtler’in gerek dini ve ekonomik gerekse de etnik özgürlüklerinin gerçek güvencesinin otoriter ve güçlü bir lider değil liderlerin değil kurumların önemli olduğu, gerçek anlamda hesap veren demokratik bir devlet olduğunun ayırdına varmaları gerekiyor. Laik Türkler’in de Kürt Sorunu’nun mutlaka yeni bir milli kimlik ve birlik anlayışıyla çözülmek zorunda olduğunu görmeleri. Bu hep böyleydi ama son yıllardaki bölgesel gelişmeler kaçınılmaz hale getirdi.
Arap kalkışmaları sonucu Irak ve Suriye’nin istikrarsızlaştı ve gelecekleri müphem. Ortadoğu’da sınırlar ve siyasal dengeler yeniden şekillenebiir ve sadece fiilen değil adıyla sanıyla bir bağımsız Kürt devleti ortaya çıkablir. Bu durum, Kürt meselesinin kritik oluşum dönemindeki (1918-1926) dış koşullara çok benziyor. En kısa zamanda okuyucuyla buluşmasını arzu ettiğim yeni çıkacak kitabımda (Ulus Devletten Devlet Ulusa Kürt Sorunu’nun Üç Temel İkilemi) savunduğum gibi, tarihsel olarak Türkiye’nin Kürt meselesinin evrimini şekillendiren en önemli dinamikler dış gelişmelere ve değişen konjonktüre verilen yanıtlar oldu. Miliyetçilik ve kimlik gibi etkenler—tabii kendi özgül rollerini yadsımaksızın—nedenden çok sonuç oldu.
Milli Mücadele döneminde, kurulması için savaşılan yeni Türkiye için oldukça eşitlikçi ve farklı unsurları kapsayan bir milli kimlik modeli savunuluyordu. Bu modelin terkedilip daha sonraki daha dar ve Kürtler’i—ve onlarla beraber rejimin makbul gördüğünün dışında kalan farklı fikir ve özellikleri olan herkesi—dışlayan kimlik modellerine geçilmesinde dış gelişmeler kritik rol oynadı. Osmanlı Kürtleri’nin (yeni kurulan Irak, Suriye ve Türkiye arasında) bölünerek Türkiye’den ayrılmasının tetiklediği siyasal olaylar sonucu oldu. Türkiye’deki yeni rejimin Kürt meselesini şekillendirdiği kadar, bu dış gelişmeler ve Kürt meselesi cumhuriyet rejiminin evrimini etkiledi.
Milli Mücadele döneminde Musul, Bağdat ve Basra‘yı tek bir devlet olarak birleştiren bir Irak kurmak Türkiye’nin değil İngiltere’nin projesiydi. Kürtler’in Türkler’le birlikte çoğunluk olduğu Musul ve Kerkük Milli Misak’ın parçasıydı. Bugün gene Batılı büyük devletlerin projesi olan Suriye’yle birlikte Irak da en azından fiilen parçalanabilir. Bu süreçte Iraklı ve Suriyeli Kürtler için tam bağımsız bir devlet kurmaya çalışmak sağduyulu bir seçim olmayacaktır. Toprak anlamında Türkiye’yle birleşme siyaseti de gerçekçi bir siyaset değil. Türkiye dışında Rusya ve Çin’den İran, Mısır, AB ülkeleri, İsrail ve ABD’ye kadar bu bölgede birçok aktörün hayati çıkarları var.
. Iraklı Kürtler de uluslararası desteği olmadan bağımsızlığa yönelmenin akılcı olmayacağnın farkında gözüküyor. Bunun yerine şu ana kadarki kazanımlarını geliştirecek, Bağdat’la ilişkilerini tam koparmayacak ve Türkiye’yle (ama aynı zamanda Iran’la) siyasal ve ekonomik entegrasyonlarını daha da güçlendirecek çok-taraflı ve çok-boyutlu bir yarı-devlet (özyönetim) modeli olacaktır. Türkiye’ye dost olan, istikrarlı ve laik-demoratik böyle bir oluşum eğer gerçekleşirse Türkiye’nin de güvenliğine hizmet eder. Güney sınırlarımızla, Suriye ve Irak’ın radikal İslami güçlerin eline geçebilecek bölgeleri, ve yeniden dostane ilişkiler kurmamız onyıllar alacak Şam yönetimi arasında tampon bir bölge olur. Türkiye-AB ilişkilerini de rahatlatır. Bölgesel kültürel ve ekonomik kalkınmaya katkı sağlar. Eğer hami değil ortak olmayı hedeflerse Türkiye’nin bölgesel gücünü pekiştirir.
Ama böyle bir senaryo ancak ve ancak Türkiye yeni yaklaşımlarla içerideki Kürt Sorunu’nu çözebilir, gerçek anlamda demokratikleşebilir ve AB ile entegrasyonunu sürdürebilirse gerçekleşebilir. Bölgesel gelişmeler ışığında Türkiye’nin milli bütünlüğünü koruyabilmesi için hem Kürtler’in kendilerini gerçek anlamda eşit vatandaşlar olarak hissedebilecekleri hem de Türkler’in milli kimlik ve toprak bütünlüğüyle ilgili endişelerini gideren bir modelle yeniden yapılanması gerekiyor. Demirtaş’ın ve HDP’nin Kürt Sorunu’nun çözümü için yaptıkları önerilerin çoğu bu koşulları sağlıyor ve uygulanabilir. Ama asıl önemli olan toplumsal uzlaşma ve siyasi irade. Kürtler ortak vatan temelinde herkesin hukukunu savunmaya talip bir cumhurbaşkanı adayı çıkararak iradelerini gösterdiler.
Eğer Türkiye sorununu böyle bir modelle çözemezse gitgide daha çok Kürt kaderini sınırlarımızın ötesinde arayabilir. Bu durumda Iraklı Kürtler’in de Türkiye’yle entegrasyonlarını ve iyi ilişkilerini sürdürmeleri mümkün olmaz. Irak ve Suriye’de bağımsızlığa yönelmeleri olasılığı artar. Barış sürecinin “dik duran güçlü lider” modeliyle çözülmeye çalışılmasıysa otoriter bir Türkiye yaratacağı için herkesin hem dini hem de laik özgürlüklerini tehdit eder. Dindar Kürtler dini ve etnik özgürlüklerini korumak isterken temel hak ve özgürlüklerinden olabilir. Bu yol uzun vadede toprak bütünlüğünü de tehlikeye sokar çünkü AB ve demokrasi yolundan uzaklaşan bir Türkiye ne iç Kürtleri tatmin eder ne de dış Kürtler için bir cazibe merkezi olabilir. Alevilerin ve solcuların yakından bildiği ve bugün diğer laik Türkler’in de daha yakından anladığı, hesap vermeyen devletten kaynaklanan özgürlük problemlerini Türkiye’de hem dindar hem laik Kürtler çok uzun zamandır yaşıyor. Bu durumda kim barışı ve eşitliği getirecek yeni model ve söylemlerle karşılarına çıkıyorsa ve daha inandırıcı olabiliyorsa ona oy vermeleri de anlaşılabilir bir tercih. Demokrasinin ve birliğin kaderi asıl iki seçim arasında belirlenecek. Seçim Türkiye’nin.