Murat Somer

29 Ekim 2013

AKP, artık adeta 'Ben cumhuriyeti yeniden kurarım' demeye başladı

Yeni dönemde demokratikleşme geçmişte kullanılanlarla aynı söylemler, saptamalar ve stratejilerle savunulursa sonuç hüsran olabilir.

YENİ DÖNEMDE DEMOKRATİKLEŞME 2

Yeni dönemde demokratikleşme geçmişte kullanılanlarla aynı söylemler, saptamalar ve stratejilerle savunulursa sonuç hüsran olabilir.

2. Her Şey AKP ile mi Başladı?

Hem resmi tarihi (yapılması gerektiği gibi) sorgulayıp her şey cumhuriyetle başlamadı, cumhuriyetin devri sabık ilan ettiği Osmanlı döneminde iyi şeyler de vardı Cumhuriyet’in reformlarının birçoğu o zaman başlamıştı deyip, hem Türkiye’nin 21. Yüzyılın ilk yarısında yaptığı bütün atılımları AKP’ye bağlamak ve eski Türkiye - yeni Türkiye söylemi kullanmak büyük bir tutarsızlık. Eski - yeni Türkiye söylemini AKP, içeride ve dışarıda her iyi şeyin kendisiyle başladığı yanılsamasını yaymak ve iktidarını sağlamlaştırmak için başarıyla kullandı ve kullanmaya devam ediyor. Belki buna yeni kuşaklar da inanıyor. Daha rasyonel ve uzlaşmacı bir toplumda Yeni Türkiye  - Eski Türkiye söylemi itici bir güç olabilir ama Türkiye’de ise dışlayıcı bir silah olarak kullanılıyor ve kullanılmamalı.

AKP’nin en büyük başarısı, sağladığı halk desteği ve askeri vesayeti kontrol altına alabilmesi oldu ve bu sayede birçok alanda taşları yerinden oynatabildi ve tarihsel reformlar yapabildi. Yani, düşünenler ve yapabilenler ayrımı vardır ya, AKP yapabildi. Ama reformların önceki dönemlerde başladığı ve AKP döneminde yapılan birçok reformun fikirsel ve kurumsal temellerinin önceki dönemlerde atıldığına kuşku yok.

Üç örnek vermek gerekirse; ekonomi alanında sağlanan (herhalde en tarihsel ekonomik başarı enflasyonu ve tabii faizleri kontrol altına almak ve çift haneli rakamlardan tek haneli rakamlara indirmek olmuştur!) başarıların önemli bir bölümü, DSP-ANAP-MHP hükümetinin 2000-2001 finansal krizi sonrası gerçekleştirdiği ve meyvelerini toplamadan kendini dağıttığı, mali sistemdeki yapısal reformlar sayesinde mümkün oldu. AKP döneminde uygulamaya konulan Kürtçe (ve diğer Türkiye dillerinin) öğretilmesi ve yayın dili olabilmesi süreci gene bir önceki hükümetin yaptığı anayasa değişikliği ile—ilk üç AB reform paketi kapsamında—başlamıştı. ‘Arap Baharı’na dek AKP’nin başarıyla yürüttüğü, “yumuşak güce dayalı bölgesel güç olma stratejisi ve aktif dış politika” Türkiye’nin ekonomik gelişmesinin ve dış konjonktürün sonucu olması gereken, 1990’lardan beri tartışılan ve örneğin İsmail Cem’in de savunduğu doğru bir stratejiydi.

Bunun yanında AKP geçmiş dönemlerde kendini ikinci sınıf vatandaş olarak hisseden geniş halk kesimlerine güven aşılamak ve kendilerini sistemin sahibi olarak görmelerini sağlamakta büyük başarı kazandı. Arkasındaki oy desteğinin çok önemli bir nedeni bu.  Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu bir değişim dalgası ve dinamizm yarattı.

Ama “Her şey AKP ile başladı” ve “yeni Türkiye eski Türkiye” söylemi, her şeyden önce doğru olmaması bir yana, partinin ve destekçilerinin ellerine muhalefeti bastırmak için kullanılabilecek bir silah veriyor. “Eskiye dönmek istiyorlar” denerek, yanlışları gösterenler susturuluyor. Bu söylem, demokratikleşme sonucu kendini sistemin parçası hissetmesi gereken kesimleri, bu sefer de sistemin yegane sahibi hissettirmeye başladı. AKP’ye aşırı bir özgüven ve iktidar duygusu pompaladı, mağrurlaştırdı ve yanlış yapmaya başlamasına yol açtı. Bana kalırsa son yıllardaki vahim dış politika hataları da bu nedenle oldu. Hükümet sadece içeride değil dışarıda da her sorunu, birilerine hadlerini bildirerek çözülebilecek sorunlar olarak görmeye  başladı.

“Her şey AKP ile başladı” söylemi, reformcu değil devrimci bir anlayışı besliyor ve cumhuriyetin kazanımlarının unutulmasına yol açıyor. Son yıllara dek cumhuriyetin eksiklerini ve hatalarını düzeltiyor gözüken AKP, şimdi adeta “Ben cumhuriyeti yeniden kurarım” demeye başladı. Böyle olacağını önceden görmek mümkündü ama birkaç yıl öncesine dek liberaller de aynı hastalıktan muzdaripti. Yanlış söylem ve uygulamaları eleştiren herkesi agresif ve toptancı bir dille eski Türkiye’yi istemekle suçladılar ve susturdular.

 

3. Demokratikleşme = Bir Şeyin Bitmesi mi Bir Şeyin Olması mı?

1990’lardan beri liberaller demokratikleşmeyi öncelikle bir şeyin olması olarak değil bir şeyin bitmesi olarak tanımladılar. Sonrası üzerine yani demokratikleşmenin ne olduğu üzerine yeterince kafa yorulamadı. Öncelikle değişimi engelleyen askeri vesayet sistemi gitsin sonrasıyla o zaman ilgileniriz denildi. Ne kadar bilinçli olduğu konusunda kuşkularım var ama bu strateji, kısıtlı güçlerini ekonomik olarak kullanmak için yapılmış bir seçime benziyordu ve “yetmez ama evet” stratejisinin de temeliydi. Biz bu güce sahip olmadığımıza göre, önce temel problem olan askeri vesayeti kaldıracak güce sahip aktörleri destekleyelim, diğer problemlerle sonrasında mücadele ederiz dediler. Ama sanırım hem kendi güçlerini abarttılar hem de askeri vesayetin kendisinin de bir sonuç olduğu gerçeğini kaçırdılar.

Bu demokratikleşme stratejisinin yanlışlığı artık belli oldu. Askeri vesayet büyük ölçüde kontrol altına alındı ama Türkiye hala vatandaşlarını ayrım yapmadan ‘gören’ ve insan hayatına saygılı bir demokrasiye dönüşemiyor. Şimdi liberaller “sivil vesayet” gibi yeni kavramlar ortaya atıyorlar ama artık hükümet onların fikrini pek de sormuyor. Bu sefer de “sivil vesayet gitsin” gerisine sonra bakarız mı denilecek?

Aslında demokratikleşme bir şeyin bitmesinden çok bir şeylerin olmaya başlamasıdır olmasıdır ve bu şekilde tanımlanmalıydı. Demokratikleşme denen şey devletin toplumdan ve bireyden üstün olmadığı ve devleti temsil edenlerin vatandaşlarına ve insan hayatına her durumda azami özen gösterdiği bir rejimin (yani bir kurallar ve davranışlar demetinin) yeşermesi olarak tanımlanabilir. Yani başta devleti yönetenler olmak üzere “kodamanlar” var olmaya ve kodaman gibi davranmaya devam ettikçe, ve devleti yöneten kişiler ve kurumlar çıkarları öyle gerektirdiğinde toplumun büyük kesimlerini ‘görmeme’ ve yok (veya marjinal) sayma  gücüne sahip olduğu sürece, aktörler değişebilir ama demokratikleşmeden söz edemeyiz.

Türkiye’de devlet ile toplum ve birey arasındaki ilişki hala çok ‘orantısız’ olduğu için, insanlar da özgürlüğü bireysel özgürlük olarak değil, sığınabilecekleri şu veya bu grubu destekleme veya aidiyet duyabilme özgürlüğü olarak algılıyorlar. Kürtler, Aleviler, dindarlar, başörtülüler, laikler, hatta liberaller. Öte yandan, siyaset ya grup kimliklerini yadsıyan ya da sömüren söylemler ürettiği ve ikisinin arasını bulamadığı için, Bekir Ağırdır’ın saptamasıyla “Toplumun önemli bir kesimi ulaşamadıklarına, başaramadıklarına diğerlerini (grupları) engel olarak görüyor” ve bu çok tehlikeli (T24, 22 Eylül).  Dolayısıyla yeni dönemde demokratikleşme devletin topluma ve bireye daha eşit davrandığı ve aralarında karşılıklı saygıya dayalı bir ilişki kurulması olarak tanımlanmalı. Buna hizmet edecek bütün reform, davranış ve söylemler desteklenmeli.