Murat Sabuncu

14 Aralık 2024

Türkiye’nin ‘eski Osmanlı havzasındaki’ hamleleri, Erdoğan iktidarının cami sembolizmi

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘Emevi Camii’nde namaz hedefi’ni en yakınındaki isimlerden MİT Başkanı İbrahim Kalın yerine getirdi. Üstelik Esad rejimini deviren HTŞ’nin lideri Colani’nin kullandığı araçta da yan koltukta fotoğraf verecekti. Camide namaz görüntüsü bu kez sınır dışında dünyanın yakından izlediği bir noktada gerçekleşmiş, ibadetten çok siyasi bir mesaj içermişti

Suriye'nin başkenti Şam'da bulunan tarihî Emevi Camii

Tam 27 yıl önce 1997 yılının aralık ayı. O günlerde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan Recep Tayyip Erdoğan Siirt’teki mitingde Ziya Gökalp’in 1912 yılında Balkan Savaşı’ndaki Türk askerler için yazdığı şiirin sonradan değiştirilmiş versiyonundan bir dörtlük okudu. ‘Minareler süngü, kubbeler miğfer, camiler kışlamız, müminler asker, bu ilahi ordu dinimi bekler, Allah-u Ekber, Allah-u Ekber’…

Bu şiir üzerine Erdoğan hakkında dava açılmış, hapis ve para cezası almış, Pınarhisar Cezaevi’nde 26 Mart 1999 ile 24 Temmuz 1999 arasında 4 ay hapiste kalmış, kendisine siyasi yasak gelmişti. ‘Bir şiirden hapis’, yasak ve elbette o gün mevcut koalisyonun çözüm üretemeyen dili kendisine Türkiye içinde bir ‘siyasi yol’ açmıştı.

2002 yılında iktidara gelişinden sonra ‘cami’ler Erdoğan siyasetinin en önemli merkezi oldu. Ağırlıkla oy aldığı ‘cami cemati’nin oluşturduğu seçmenlere hem sözel hem tarihsel hem de mekânsal anlamda semboller sunulacaktı. Simgesel anlamda en önemli-kuvvetli mesaj Atatürk döneminde müze haline dönüştürülen Ayasofya’nın yeniden cami olarak ibadete açılmasıydı. Erdoğan açılışta yaptığı konuşmada şöyle demişti:

“Ayasofya’nın dirilişi, Mescid-i Aksa’nın özgürlüğe kavuşmasının habercisidir. Ayasofya’nın dirilişi, dünyanın dört bir yanındaki Müslümanların fetret devrinden çıkış iradesinin ayak sesidir. Ayasofya’nın dirilişi, sadece Müslümanların değil, onlarla birlikte tüm mazlumların, mağdurların, ezilmişlerin, sömürülmüşlerin umut ateşinin yeniden alevlenişidir. Ayasofya’nın dirilişi, Türk Milleti, Müslümanlar ve tüm insanlık olarak dünyaya söyleyecek yeni sözlerimiz olduğunun ifadesidir.”

Erdoğan’ın ‘diriliş’ diye tarif ettiği süreç simge mekanlar ve büyüklüklerle devam etti. Taksim Meydanı’na cami açılışında Çamlıca Camii’nin yapılışı ve Ayasofya’nın yeniden açılışına atıfta bulunarak ‘manevi miras’a atıfta bulundu. Yakında açılacağını söylediği ‘Barbaros Hayrettin Paşa Camii’sini ‘haber verirken’, yüksek katlı iş merkezlerinin bulunduğu Levent’te ‘büyük bir cami’ daha açılacaktı. Çok katlı gökdelenler ve inşaat-rant partinin ‘dünyevi’ kimliğini şekillerken, ardı ardına açılan camiler de destekçilere ‘maneviyatı’ unutturmamaya çalışıyor, hatırlatıyordu. 

Türkiye içindeki cami sembolizminin elbette dünyaya verdiği bir mesaj vardı ama herhalde hiçbiri Şam’daki Emevi Camii kadar kuvvetli olmadı. Suriye iç savaşının başlarında 2012 yılında Erdoğan ‘inşallah Selahaddin Eyyübi’nin kabri başında Emevi Camii’nde namazımızı da kılacağız’ demişti. Aradan geçen 12 yılda Suriye iç savaşı aralarında Türkiye’nin de olduğu ülkelerin dahi olmasıyla büyüdü-uzadı, ülke adeta harabeye döndü, milyonlarca sığınmacı başka ülkelere göç etmek zorunda kaldı. Uzun süre devam eden savaş kimsenin beklemediği bir zamanda ve 11 gün gibi kısa bir sürede, geçmişinde El kaide-El Nusra bağlantıları bulunan, Türkiye’nin aralarında bulunduğu pek çok ülkede ‘terörist’ ilan edilen HTŞ liderliğinde sona ermiş gözüküyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘Emevi Camii’nde namaz hedefi’ni ise en yakınındaki isimlerden MİT Başkanı İbrahim Kalın yerine getirdi. Üstelik Esad rejimini deviren HTŞ’nin lideri Colani’nin kullandığı araçta da yan koltukta fotoğraf verecekti. Camide namaz görüntüsü bu kez sınır dışında dünyanın yakından izlediği bir noktada gerçekleşmiş, ibadetten çok siyasi bir mesaj içermişti.

ABD Dışişleri Bakanı Blinken’dan Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula Von Der Leyen’e Türkiye’de doğrudan gelenlerden-geleceklere, telefon trafiğine bakıldığında Suriye’deki yeni dönemde en önemli faktörlerden birinin Türkiye olduğu gözüküyor. (Bu arada kısa bir notu da aktarmak gerekiyor; Türkiye ile yakın ilişkisi olan Katar HTŞ ile resmi temas kuran ilk ülke oldu.)

Cumhurbaşkanı Erdoğan, dün Sakarya 8. Olağan İl Kongresi’nde Suriye konusunda altı çizilmesi gereken cümlelerin olduğu bir konuşma yaptı. Önemli kısmı şuydu:

“Birinci Dünya Savaşı, bölgemizde sınırları yeniden belirlerken, şartlar başka türlü zuhur etseydi acaba ne olurdu? Kuvvetle muhtemel, Halep dediğimiz, İdlib dediğimiz, Hama dediğimiz, Şam dediğimiz, Rakka dediğimiz şehirler tıpkı Antep gibi, tıpkı Hatay gibi, tıpkı Urfa gibi bizim birer vilayetimiz olacaktı. Bu şehirler sınırlarımız dışında kaldı diye herhâlde oralarda yaşayan insanlarımızla bağımızı tümden kesecek değildik." 

Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı İbrahim Kalın, Şam'daki Emevi Camii'nde

Bu cümlenin ilk akla getirdiği; AKP’nin uzun süre savunuculuğunu yaptığı ve zihin kodlarında da yer alan ‘Türkiye’nin eski Osmanlı havzasındaki emperyal sorumluluğu’ ve jeopolitizm’ kavramı. Emevi Camii’nde namaz fotoğrafından Colani’nin direksiyonundaki Şam gezisine ve Erdoğan’ın ‘bağı kesmediğini deklare ettiği Suriye’deki şehirlere’ kimi tespitleri-soruları ortaya koymak da gerekiyor. Birkaç madde yazayım:

-İlişki kesilmeyen şehirlerden-orada yaşayan ‘insanlarımızdan’ bahsederken Suriye’deki Kürtler parantez dışında tutuluyor. Bölgede yaşayan Kürtler bir ‘terör’ parantezine alınmış durumda. Oysa ‘oradaki’ Kürtlerin burada akrabaları-yakınları var. HTŞ ile bir siyasi bir ilişki içine girme çabası da ABD’nin IŞİD’e karşı Suriye’de en yakın gördüğü müttefik olması nedeniyle yanında durmasıyla da SDG şu an itibariyle ülkedeki önemli güçlerden biri gözüküyor. Türkiye’nin içeride başlatmaya çalıştığı yeni bir ‘çözüm süreci’ elbette Suriye dışında tutularak düşünülemez. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın ve MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın bu konudaki tecrübesi-birikimi biliniyor. Burada atılacak adım önemli olacak.

-HTŞ’yi Almanya’dan İngiltere’ye terör listesinden çıkarmaya hazır Batılı ülkeler var. Türkiye Suriye’de HTŞ ile en yakın irtibatı kuran ülkelerden biri gözüküyor. Ancak HTŞ’nin yapısı-bileşenleri şu an ‘ılımlı’ sinyaller verse de bu yapıya ne kadar güvenilebileceği soru işareti. Türkiye’nin en kritik isimlerinden birinin ‘HTŞ arabasında’ hem de ‘ön koltukta’ olması ileride potansiyel riskleri iyi hesaplanmış bir fotoğrafın yansıması mı?

-Bugün Şam rahat şekilde ele geçirildiyse bunda İsrail’in de bir rolü var. Esad’ın en büyük destekçilerinden İran’ı ve Hizbullah’ı ‘kendi derdiyle uğraşmak zorunda bırakmasından’ Suriye ordusunun kara-deniz-hava savaş araçlarını-tesislerini yok etmesine kadar. İsrail de Suriye denkleminin içinde önemli bir yer tutuyor. HTŞ lideri en azından şu ana kadar İsrail aleyhine bir cümle kurmadı. Türkiye’nin İsrail ile gerginliği biliniyor. Suriye nedeniyle neredeyse ‘sınır komşuluğuna’ dönen süreç nereye evrilecek? Denklem dışı kalan İran’ın ve masadaki gücünü kaybeden Rusya’nın Türkiye ile ilişkileri nereye gidecek? (İran’ın dini lideri Hamaney’in isim vermeden Türkiye’yi hedef alması.)

-Mevcut ABD yönetimi de 20 Ocak’ta görevi devir alacak Trump ve dışişleri ekibinin de Suriye konusundaki tavrından Türkiye’nin sözünü ama aynı zamanda ülkedeki Kürtlerin varlığını önemsediği gözüküyor. Türkiye burada bir yol bulabilecek mi göreceğiz.

-Türkiye şu an itibariyle Suriye’de, Irak’ta kısmen de Ukrayna’da sahada-diplomaside aktif aktör. Erdoğan’ın uzun süredir Türkiye içinde kaybettiği ‘yeni hikâye eksiği’ bir şekilde ‘dışarıdaki durum’ ile dengelenebilecek hale geldi. Bu arada partiden ihraç edildikten sonra Gelecek Partisi’ni kuran, altılı masanın üyelerinden Ahmet Davutoğlu’nun beş yıl sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yazdığı Suriye içerikli mektuba ‘atılan adımlarla ilgili kapsamlı bir yanıt’ aldığını açıkladığı basın toplantısını da eklemek isterim. Bu konuda Bahçeli ile de görüştüğünü aktaran Davutoğlu’nun memnuniyeti ‘sözleriyle mi’ sınırlı kalacak yoksa Cumhur İttifakı ile ortak bir siyasi çalışmaya mı girilecek bunu zaman gösterecek. 

Bitirirken…

HTŞ Lideri Colani ile görüşen MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın son kitabını ‘İslam, Aydınlanma ve Gelecek’i okudum. Daha öncekileri de okumuştum ama MİT’in başına geçtikten sonra yayınlanan bu ilk kitabına hem bir istihbarat başkanı nasıl bir düşünce dünyasına sahiptir hem de Erdoğan’ın en yakınındaki isimlerden birinin zihin dünyası nasıl diye baktım. Birkaç cümleyi aşağıda aktarıyorum:

-“İki asırdır insanlık olarak evrensel aklın ışığında ve bilimin kılavuzluğunda ilerlediğimiz, inancın dogmatik yüklerinden kurtulduğumuz ve böylece akıllarımızı ruhlarımızı ve bedenlerimizi özgürleştirdiğimizi zannettiğimiz için geçmişin tecrübelerine ve damıtılmış hikmetine ihtiyacımız yok diye düşünüyoruz.

-Hiper modernite çağında akıl, anlam, erdem, inanç, bağlanma, adanmışlık ve özgürlük gibi kavramların bize daha fazla haz ve hız kazandırdığı oranda faydalı ve gerekli olduğuna inanıyoruz. Hazza sınır çekmek isteyen erdem, hızı kontrol altına almak isteyen akıl, her şeyin tüketmekten ibaret olmadığını söyleyen özgürlük ‘sorgulamadan bana gelme ve sakın kendini Tanrı yerine koyma’ diyen inanç bize artık yabancı ve arkaik geliyor.

-Bilime iman düzeyinde inanıyoruz teknolojiyi kullanıyoruz ama bunlarla nereye gittiğimiz konusunda en ufak bir fikrimiz yok. Anlamı haz ve hız kültürünün sonsuz döngülerinde ve sanal kurgularında arıyoruz. Neye inanıp neye inanmayacağımızı bilemiyoruz. Özgürlük diye peşinden gittiğimiz şeylerin bizleri nasıl köleleştirdiğinin farkında bile değiliz.

-Modern barbarların elinde kılıçlar, oklar, mızraklar değil, ekranlar, klavyeler ve tuşlar var.

‘Yeni Suriye’den HTŞ Liderine, diktatör Esad’ın Rusya’ya kaçmasından kurulan belirsiz düzene, söz üstünlüğünü ele geçiren Erdoğan’dan bölgedeki potansiyel risklere. İbrahim Kalın’ın kitabındaki ‘özgürlük tanımının’ da düşündürdükleriyle memlekette özgür düşünce ortamı olsa her konu çok daha boyutlu konuşulsa, tartışılsa…

Murat Sabuncu kimdir? 

Murat Sabuncu İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümünü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi'nde İşletmecilik Sertifikası programını tamamladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde Medya ve İletişim Sistemleri konusunda yüksek lisans yaptı.

Dergi, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde muhabirlik, editörlük, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı yaptı.

En uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştı. Tempo dergisinde genel yayın yönetmenliği, Fortune dergisinde kurucu yönetmenlik yaptı. Skytürk 360'da ekonomiden politikaya değişik programlar hazırladı, sundu. 

Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni oldu, ikinci ayında tutuklanıp Silivri Kapalı Cezaevi'ne gönderildi. Hapsedildiği cezaevinde 1,5 yıl tutuklu kaldı. 

T24'te köşe yazarlığı, yapıyor. 2016 yılından beri pasaportu ve sürekli basın kartı verilmiyor. Yargıtay'ın iki kere verdiği beraat kararına rağmen 7,5 yıl hapis cezası talebi içeren dosyası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda bekliyor.

Bölgeden tanıklıklarını ve izlenimlerini "Gazze: Mahsuscuktan Bir Aşk Hikâyesi" adıyla yayımlanan kitabında paylaştı. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü ve Ayşenur Zarakolu Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü sahibi. Sorbonne'da hukuk doktorası yapan avukat oğlu, Nuri isimli bir kedisi var.