Her evlat…
Annesinin bir tanesidir…
Kimsenin…
Hele; ülkesini neden soktuğu belli olmayan bir savaştaki siyasetçinin…
'Birkaç tanesi' değildir.
Bir gece onlarca eve düşen acı…
Saatlerce 'bilgisiz-habersiz' bırakılan toplum…
Sonra bir Vali'ye bırakılan…
Sırasıyla '9-22-29-33 şehidimiz var' açıklaması…
Acıyı, soran, sorgulayan, itiraz edene…
Trol ve troliçelerce sosyal medyadan 'ihanet, teröristlik' ithamları…
Başına ne geldiyse 'tek ses'ten gelmiş topluma…
Muhalefetten bile 'bu acılı günde tek olmanın' faziletlerinin anlatılması…
Oysa çokluktan, çok seslilikten, istişareden uzaklaşılan her gün…
Ekonomiden dış politikaya daha da daha da çok batağa saplanıldığı-saplanılacağı görüle görüle…
Rusya ile enerjiden savunmaya her alanda birlikten…
Suriye'de Rusya'nın doğrudan ve dolaylı askeri hedefi haline gelmeye…
Rusya ile ilişkileri geliştirirken…
NATO ile Batı ilişkileri koparmaya…
Rusya ile birlikten hedef olunca…
Yeniden NATO'ya dönmeye çalışmaya…
4. madde (ve 5) kapsamında destek çağrısı yapmaya...
Oysa…
Ne Rusya ne NATO…
İkisiyle de ne tam birlik ne ölümüne düşmanlık…
Suriye'de İdlib'de Libya'da ne savaş ne bataklık denebilseydi…
Kendileri gibi düşünmeyenlerin…
Eleştirenlerin, muhalefet edenlerin seslerine…
Hain-terörist diye bağrılmasaydı…
Meclis devre dışı bırakılmasa…
Her siyasi görüşten kişiler konuşsa-dinlense idi…
Acılar yaşanmayabilirdi…
Türkiye'nin Suriye bataklığında, belki de yaptığı tek doğru, savaştan kaçanlara kapılarını açmasıydı…
İdlib'de askerleri hedef olduktan sonra…
Bu insani-vicdani üstünlüğünü de, göçmenleri sınırlarından Avrupa'ya geçme konusunda neredeyse teşvik eder hale gelmesiyle kaybetti.
Bir yandan kaybettiği evlatlarına üzülen insanlar bir yandan aynı saatlerde ekranlarında otobüslerle Edirne'ye sınıra getirilen göçmenlerin çoluk-çocuk derelerden, tarlalardan ya da şişme botlarla yolculuğuna şahitlik etmeye başladılar…
NTV'ye konuşan bir göçmen kadın "Sınır kapısına gidiyoruz jandarma arkadaşlar diyor ki 'burası kapı geçemezsiniz ama denizden geçebilirsiniz' diyorlar" diye konuşuyor.
Ege'de Ayvacık'tan Edirne'den botlarla gitmeye, denizi geçmeye çalışan çoluk çocuk yüzlerce insan…
Yunanistan tarafında göz yaşartıcı gaz ve tazyikli suyla karşılaşıyorlar…
Diktatör-zalim Esad'dan kaçıp Türkiye'ye sığınanlar 'göz yumularak sınıra yakın yerlerden' büyük risk altında şişme botlarla gitmeye teşvik ediliyorlar.
Televizyon ekranlarından göçmenlerin gidişini gördüğümde bundan tam 78 yıl önce, 23 Şubat 1942'de yaşanan Struma faciası geldi aklıma.
Romanya'dan Filistin'e gitmek için yola çıkan, Nazilerin zulmünden kaçan Yahudileri taşıyan Struma gemisi İstanbul'da bir Rus denizaltısından atılan torpido ile batırılmış, 750'den fazla Yahudi ne yazık ki Karadeniz'de ölmüştü .
Geminin motoru bozuktu, arızalandığında gemi Türkiye karasularındaydı ve bir romörkörle Sarayburnu açıklarına çekildi. Geminin motoru tamir edilmek üzere çıkarıldı.
Bu sırada gemide karantina ilan edildi ve birkaç kişi hariç yolcuların karaya çıkmasına izin verilmedi, bekleyiş 2 ay sürdü. 23 Şubat 1942'de iki şilep motoru olmayan gemiyi çekerek Karadeniz'e bıraktı. Gemi Sarayburnu'ndan uzaklaşırken yolcular yatak çarşaflarına "Yaşasın Türkiye, kurtar bizi" yazarak Türkiye lehine sloganlar atsa da bu çabaları fayda etmedi. Karadeniz açıklarına bırakılan gemi bir gün sonra patlayarak yolcuları ile beraber battı. Yıllar sonra geminin Rus denizaltısından atılan torpido ile batırıldığı belirlendi.
Ben bu yazıyı yazarken ekranda Meclis Başkanı'nın muhalefetin Meclis'in acil toplantı isteğini kabul etmediğine dair alt yazı geçiyordu. Ne halk ne Meclis memleketin bu en zor günlerinde bilgilendirilmiyordu. İnterneti sosyal medyaya girişi zorlaştırarak iletişimi kesmek 'ne olduğunu anlatmaktan daha kolay' geliyordu iktidara…
Oysa…
Her evlat annesinin bir tanesidir…
Kimsenin birkaç tanesi değildir…
Ve tüm annelerin…
Evlatlarının geleceği hakkında alınan-alınacak kararları bilmeye hakkı vardır.
Şu anda yaşanan…
Bir iktidar, muhalefet, siyaset meselesi değildir…
Memleket meselesidir…