Son dönemde ne çok tekrar ettik şu cümleyi: Ortadoğu için önemli tarihlerden biri olarak hatırlanacak. Özellikle 2023 Ekim ayından beri bölgede yaşananlar sanki hızlandırılmış bir film seyrediyormuşuz hissi yaratıyor. İçinde; İsrail, İran, Gazze, Suriye geçen, acılarla örülü ama her biri sonuç doğuran gelişmeler. Bu gelişmelerin Türkiye’yi de ilgilendiren kısmı büyük elbet. Bölgede bir güç olarak kendini tarif eden iktidar, yaşananların içeride ve dışarıda etkisini hesaplamaya, kendi bakışından sonuç almaya, strateji kurmaya çalışıyor. Kurulmaya çalışılan stratejinin belki de hem en beklenmedik hem en çarpıcı olanı, 22 Ekim 2024 tarihinde Türk milliyetçisi partinin lideri, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin ‘Öcalan’ın Meclis’te konuşması, PKK’nin silahları bırakma-fesih kararını alması ve umut hakkından bahsetmesi’ ile olandı. Elbette istihbarat örgütünün belli bir süredir İmralı’da görüşmeler yaptığı tahmin edilebilirdi ancak Bahçeli’nin bu çarpıcılıkta konuşması önemliydi. Üstelik Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan daha mesafeli giderken (elbette onun da süreçten haberi vardı) Bahçeli’nin sık sık bu konuda konuşarak konuyu gündemde tutması kritikti. Bu arada Bahçeli’nin dili de değişti. Öcalan için ‘terörist başı’ yerine son açıklamasında (10 Mart 2025) ‘PKK’nin kurucu önderi’ dedi. Kapatılması gerektiğini söylediği DEM Parti’ye "Türkiye partisi" olma yolunun açılmasından bahsetti:
"DEM Parti’nin sağduyulu, soğukkanlı, sıcak mesajlarının yanı sıra tutarlı ve istikrarlı adımlarını muhafaza gayreti sonucunda Türkiye partisi olmasının önü de açılacaktır.”
Burada Bahçeli’nin ‘dünya çatışma-çözüm tarihine geçecek’ başka bir noktasının altını da çizmek istiyorum: Toplumun en önemli sorununun çözümü noktasında, toplum kendisini fiziki olarak 6 haftadır görmemesine rağmen (28 Ocak’taki son grup toplantısı ardından kalp kapakçığı ameliyatı) tüm süreci açtığı telefonlar (İmralı Heyeti’nden Selahattin Demirtaş’a) ve sosyal medya hesabından paylaşımlarla götürmüş olması. Öcalan’ın 27 Şubat’ta PKK’ye yaptığı çağrının ardından iktidar kanadından konunun toplumsallaşması için en büyük çabayı Bahçeli göstermiş durumda.
İçeride; PKK’nin Öcalan’ın çağrısına uyacağını açıklaması, CHP’nin sürece katkı sunma iradesini beyanı gibi kritik gelişmeler yaşanırken iki problemli alan öne çıktı.
- Birincisi, iktidarın süreci demokrasi-hukuk konusunda olumlu anlamda ayrı bir adım atacağı bir konu olarak görmemesi. Tam tersine CHP’nin ve potansiyel cumhurbaşkanı adayı İmamoğlu’nun üstüne büyük bir güçle yüklenmesi.
- İkincisi, silah bırakma çağrısının Suriye’nin kuzeyini, Rojava’yı oradaki silahlı güçleri kapsayıp kapsamadığı.
İlk konuyu uzun süre konuşacağız belli ancak ikinci konu ile ilgili 10 Mart 2025 pazartesi günü önemli bir gelişme yaşandı. Suriye’de yönetimin başı HTŞ’nin lideri Ahmet Şara ile SDG Komutanı Mazlum Abdi Şam’da bir araya gelerek bir anlaşma imzaladılar. Maddeler şöyle:
- Tüm Suriyelilerin siyasi sürece ve tüm devlet kurumlarına liyakat temelinde, dini veya etnik ayrımcılık yapılmaksızın katılma haklarının garanti altına alınması.
- Kürt toplumunun Suriye devletinin ayrılmaz bir parçası olarak tanınması ve vatandaşlık haklarının ve anayasal haklarının garanti altına alınması.
- Silahlı çatışmaların sona erdirilmesi için Suriye'nin tüm topraklarında ateşkes ilan edilmesi.
- Suriye'nin kuzeydoğusundaki sivil ve askeri kurumların, sınır kapıları, havaalanları, petrol ve doğalgaz sahaları dahil olmak üzere Suriye devlet yönetimine entegre edilmesi.
- Yerlerinden edilmiş tüm Suriyelilerin şehirlerine ve köylerine dönmelerinin sağlanması ve Suriye devleti tarafından korunmalarının sağlanması.
- Suriye Devleti'nin Esad rejiminin kalıntılarına ve Suriye'nin güvenliği ve birliğine yönelik tüm tehditlere karşı mücadelesinin desteklenmesi.
- Suriye toplumunun tüm kesimleri arasında ayrışma yaratmaya yönelik çağrıların, nefret söylemlerinin ve nifak tohumları ekme girişimlerinin reddedilmesi.
- Yürütme komiteleri, anlaşmanın en geç yıl sonuna kadar hayata geçirilmesi için çalışmalarını sürdürecek.
Anlaşmanın hem bölge hem Türkiye açısından ne anlama geldiğini (elbette konunun uzmanlarıyla da konuşarak) başlıklarla aktarayım:
- Bu anlaşmanın ABD desteği-motivasyonuyla yapıldığı kesin gibi. Suriye’den çıkmak isteyen (900 askeri var) aynı zamanda İŞİD ile bölgede mücadelenin sürmesini isteyen ABD uzun süredir irtibatta olduğu SDG’nin ‘yönetimin bir parçası olması konusunda’ belli ki çaba sarf etti. El kaide-Nusra kökenli HTŞ’ye seküler bir ‘ortak geldi’ denilebilir. Anlaşmanın birinci maddesindeki ‘dini veya etnik ayrımcılık yapılmaksızın devlete kurumlarına katılma haklarının garanti altına alınması’ bu şekilde okunabilir.
- Mazlum Abdi X hesabından anlaşmayı "Yeni Suriye'nin inşası için fırsat’ diye sunarken aynı zamanda "SDG'nin önemli bir dönemde Suriye yönetimiyle birlikte çalıştığı’ndan bahsetti: Yani bir şekilde Kürtler yönetime ortak olmuş durumda.
Esad döneminde kimliğin olmamasından ‘Yeni Suriye’de’ kurucu unsurlardan biri olarak yer alınıyor. (Anlaşmanın birinci ve ikinci maddeleri…)
- Silahlarla ilgili kritik madde: Suriye'nin kuzeydoğusundaki sivil ve askeri kurumların, Suriye devlet yönetimine entegre edilmesi. Burada bölgeyi iyi bilen kaynaklardan biri ‘ağır silahların devlete teslim edilirken, başka bir yapıda (mesela polis gücü) kimi silahların kalabileceğinden bahsediyor. Zaten maddede silahların teslimi ya da mevcut Kürt güçlerinin (30-40 bin kişi) dağıtılmasından bahsedilmiyor. Bu arada anlaşmanın son maddesi en azından yıl sonuna kadar bir süreden bahsediyor.
- Anlaşma aralarında HTŞ’nin kimi unsurlarının da bulunduğu Alevi katliamından hemen sonra imzalandı. Bir şekilde HTŞ belki de yönetimi kaybedeceği ya da yeni bir iç savaşın başlayacağı bir süreçten en azından şimdilik döndü.
Bitirirken…
Suriye’deki son durumdan anlaşma öncesi Türkiye’nin haberdar olduğunu tahmin etmek zor değil. Bu durumdan hoşnut olmuş mudur? Emin değilim. Türkiye’nin Suriye politikasında SDG’nin hiçbir şekilde var olmaması gerektiğine dair başta dışişleri bakanı çok sayıda demeci oldu. Türkiye buradaki anlaşmayı potansiyel risk olarak görüp diplomatik ya da ‘başka türlü’ pozisyon alabilir. Ancak bu bana uzak ihtimal geliyor. Tam tersine içeride başlayan Kürt sorunu çözümü konusunda daha aktif olabilir. Suriye’de ilişkide olduğu mevcut yönetim ile SDG’nin arasında yapılan anlaşmanın Türkiye’ye zararı olmayacağını düşünerek başlanan süreci olumlu şekilde sonuçlandırabilir. Erdoğan’ın, Bahçeli’nin, Fidan’ın ve Kalın’ın bunu nasıl okuduğunu yakında göreceğiz.