Murat Sabuncu

21 Ekim 2021

Livaneli konserinde hüzün, neşe, umut hepsi bir arada

İyi ki sanat var… İyi ki bu ülkenin Zülfü Livaneli gibi sanatçıları var… İyi ki o şarkıları el ele omuz omuza söyleyeceğimiz, dinleyeceğimiz dostlarımız var…

Kimi sesler vardır…

Kimi sözler; besteler…

Kimi fotoğraflar, görüntüler…

Bazısı mutluluk verir…

Bir diğeri hüzünlendirir…

Başka biri keyiflendirir, neşelendirir…

Serin bir İstanbul akşamında, Açıkhava’da, sesler, sözler, görüntüler geldi geçti önümden…

Ve ben kısa aralıklarla, mutlu oldum, hüzünlendim, neşelendim…

Tüm bunları; Zülfü Livaneli’nin Mikis Theodorakis anısına gerçekleştirdiği ‘Sevdalım Hayat’ konserinde yaşadım. (Aynı adı taşıyan Livaneli’nin hayatını anlattığı kitabı okuduğunuzu düşünüyorum).   

Theodorakis müzik insanlığının yanında aslında önemli bir ‘direnişçi…’

Ülkesini işgal eden Nazilere karşı da ülkesindeki cunta yönetimine karşı da bedenini de ortaya koymuş bir isim. İşkenceler, hapisler, sürgün…

Türkiye’de de çok sevilen İstanbul’a gelmiş, Livaneli ile hem burada hem değişik ülkelerde beraber konser vermiş bir sanatçı. Daha da önemlisi iki isim Türkiye ile Yunanistan arasında dostluğun artması için çaba sarf etmişti. Livaneli de politik kimliğiyle, insan hakları konusunda verdiği çabayla, sürgün yaşamıyla, müzikten edebiyat ve sinemaya üretkenliğiyle bu memleketin önemli aydınlarından…Biri artık hayatta olmayan iki dostun sıcaklığıyla, üretkenliğiyle ortaya çıkmış bir gece…  

O gece keyifli ve neşeliydim…

Çünkü…

Çocukluğu, gençliği benim gibi Livaneli şarkılarıyla, besteleriyle geçmiş, yeri gelmiş ‘geceleyin gökyüzünden güneş toplamış’ (Ülkü Tamer), bazen ‘karlı kayın ormanında’ yürümüş’ (Nâzım Hikmet), ‘orta yaşlıların’ yanında…

Şarkıları değerli bir miras gibi devraldıkları anlaşılan gençler de bir ağızdan söylediler…

Hepimizi birleştirdi o şarkılar sözler…

Zaten şarkıları, türküleri yapanlar, yasaları yapanlardan daha ölümsüz değiller midir?

O gece hüzünlüydüm…

Çünkü…

Livaneli şarkılarını söylerken arkadaki dev ekrandan bu ülkenin katledilmiş aydınları, gençleri, gazetecilerinin fotoğrafları geçiyordu.

Uğur Mumcu’dan Hrant Dink’e, Musa Anter’den Sabahattin Ali’ye… Deniz Gezmiş’ten Erdal Eren’e… Berkin Elvan’a,  Gezi’nin çocuklarına…

Sürgünde memleket hasreti çekenler de vardı görüntülerde… Nâzım Hikmet’ten Abidin Dino’ya…Hatta Livaneli’nin kendisine…

Kardeşin duymaz’ı sürgünde elini uzatsa tutacağı mesafedeki yerden memleketindeki dostlarına yazdığını anlatırken yüzünden bir acı bulutu geçti…

Yaşar Kemal’in halay görüntüleri de vardı Erdal İnönü’nün muzipçe gülümsediği fotoğrafı da…

O gece neşeliydim, umutluydum…

Çünkü…

Sahnede demokratik eleştiri hakkını sonuna kadar kullanan bir sanatçı…

Tribünlerde iktidarın tüm baskılarına, yaratılan karanlığa inat, gülen, hep bir ağızdan şarkılar söyleyen binler…

Hemen iki sıra önümde eşiyle beraber sanatçılara eşlik eden, hatta dans eden bir siyasetçi. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu.

Onun yanında ‘İki ülkenin halkları hep barış içinde yaşasın’ diyen Yunanistan’ın önemli siyasetçilerinden (tekrar aktif siyasete dönüyor), eski Sosyalist Enternasyonel Başkanı Papandreu

Kısaca farklılıkları zenginliğe çeviren bir atmosfer vardı…

O gece

Nefretin değil barışın…

Asık suratların, çatılmış kaşların, değil yaşamın, umudun…

Acılardan süzülmüş ortak mutlu bir geleceği inşa etmek hayalini kaybetmemiş olanların gecesiydi…

Sahnede Rengin Gökmen’in yönetimindeki orkestra…

Tevfik Rodos, Görkem Ezgi Yıldırım, Zeynep Halva ve Yunanistan’dan Betty Harlafti söyledi, hepimiz hem dinledik hem katıldık…

İyi ki sanat var…

İyi ki bu ülkenin Zülfü Livaneli gibi sanatçıları var…

İyi ki o şarkıları el ele omuz omuza söyleyeceğimiz,  dinleyeceğimiz sevdiklerimiz, dostlarımız var…

Fotoğraf sosyal medyadan alınmıştır