Diyarbakır Belediye binasının tam karşısındaki yolun ortası.
Evlatları dağa gitmiş anneler bekliyor.
Kimi yanına küçük çocuğunu da almış.
Çocuk bu; kâh yola atlamaya kalkıyor kâh saklanıp kendini aratıyor.
Anneler de bir yandan her gelene derdini anlatıyor bir yandan yanındakine göz kulak olmaya çalışıyor.
Cuma günü 4 saat onların yanında geçti.
Konuştuklarımdan aldığım notlar ve izlenimlerim şöyle:
Ailelerin anlattığına göre çocukların çoğu gönül rızasıyla gitmiş.
Zorlama, kaçırma yok.
İkincisi oradaki anneleri en çok "kullanıldıkları, para karşılığı bu eylemi yaptıkları" cümleleri yaralıyor.
"Acının, evladın parası mı olur? " diyorlar.
Ayrıca eylemlerini " devletin yanında PKK'ya karşı, ya da PKK'nın yanında Devlete karşı değil" diye tanımlıyorlar.
"Bizi karşı karşıya getirmeyin kimseyle, biz sadece barış istiyoruz' diyorlar.
Ben oradayken çözüm çalıştayı için Diyarbakır'da bulunan üç bakan Beşir Atalay, Efkan Ala, Mehdi Eker aileleri ziyaret etti.
Atalay " barışı getirip büyük, küçük herkesi dağdan indireceklerini" söyledi.
Meydanın etrafında ailelerle konuşan onları anlamaya çalışan; gazeteciler, sivil toplum kuruluşlarından isimler hatta alanın emniyetini sağlamaya çalışan polisler vardı.
İnsanlar gözlerini daha da önemlisi gönüllerini açmışlardı oradan çıkan sese.
Ama uzakta değil o meydana 100 kilometre mesafede başka bir alanda Lice'de başka anneler "barış geliyor oğul ne kalekolu, barajlar doğayı bozar" dediğinde, eylem yaptığında kafalar çevriliyor, gözler, gönüller kapanıyordu.
"Örgüt var, silahlılar, devlet bu kalekol da yapar baraj da" cümleleri doğru mu yanlış mı düşünmeden söylenenler doğru, oradakilerin talepleri yok sayılıyordu.
Ben gazeteciyim.
Gidip görür gördüğümü yazarım.
Lice'de ne şehir merkezinde ne askerle halkın karşı karşıya olduğu alanda silahlı bir tek kişi görmedim.
Tam aksine en önde başları beyaz tülbentli kadınlar, bir kaç genç kız, yaşlılar gördüm.
Ben oradayken askerin açtığı uyarı atışından kaçarken elini, kolunu sıyıran, acemice kendini korumaya çalışan kişilere rastladım.
Şu anda hükümetin görüşme yürüttüğü BDP 'nin Diyarbakır İl eş başkanı ya da Lice'nin seçilmiş belediye başkanlarının dışında bir "otorite' görmedim.
Yüzünü saklayan tek bir kişiyle yol boyu karşılaşmadım.
Lice'de ve Diyarbakır'daki annelerin protestolarını izlerken aklıma 2012 yılının kurban bayramı geldi.
Kurban Bayramı'nın son günü Okmeydanı'ndaydım.
Sibel Yalçın Parkı'na kurulmuş bir çadırın içinde yine annelerle birlikte.
Notlarımdan isimlerini de buldum.
Güler Buğday, Behiye Polat, Fatiha Toprak, Nura Çelik, Emine Erbey, Feride Akdoğan ve Besna Aslan...
Evlatları Kürtlerin sorunlarını duyurmak için cezaevlerinde açlık grevinde olduğu için onlara destek çadırı yapmışlardı.
O çadırın da etrafı boştu...
Onları dinlemeye gelen mikrofon uzatan tek tük idi.
Çünkü devlet o zaman "barışmaya karar vermemişti".
O çadırda yaşananlar, oradaki annelerin anlatmak istediğine yüreğimiz kapalıydı.
Ancak o açlık grevleri 2013 nevruzunda yapılan barış çağrısıyla bugünkü çözüme giden sürecin önemli mihenk taşlarından biriydi.
Diyeceğim o ki...
Anneleri ayırmayalım...
Hepsinin dediğine kulağımızı, kalbimizi açalım.
Galatasaray Meydanı'ndaki Cumartesi anneleri de Lice de kalekola karşı direnen annelerde Diyarbakır'da evladın dağdan dönsünler diyen anne de çocuğu askerde olduğu için endişeli ya da çocuğunu çatışmada kaybetmiş asker annesi de aynı derecede kutsal.
O yüzden dostlar.
Annelerden ayırmayın bizi.
NOT: Bu arada bir hakkı da teslim etmeliyim. Diyarbakır'daki çalıştayda başta Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay'ın barış için çabasına şahit oldum. Katılmadığım ama toplantıya katılanlardan yazılmamak kaydıyla aldığım bilgiler barış için kararlı adımların geleceğini gösteriyor. Umut ediyorum. Barış için emek veren herkes sağolsun.