Ellerinde kalkanlarıyla polisler…
Yürüyen 9 adamı ablukaya almışlar…
Onları bir ‘çemberin içinde’ yürütüyorlar…
Ne ‘dışarıdan içeriye ne içeriden dışarıya bir etkileşime’ izin vermiyorlar…
Çemberin içine alınanlar Kürt sorununu en fazla dile getiren partinin, HDP’nin vekilleri…
Parti fiilen kapatılmasa da yerel yöneticilerinden Meclistekilere, üzerlerinde kurulan baskı, kimilerine tutuklama, kimilerine soruşturma öyle yaygın ki çalışamaz hale getiriliyorlar.
İktidar tarafından hedef gösteriliyorlar, propaganda aygıtları yaygınlaştırıyor, yargı harekete geçiyor, diğer muhalefet susuyor, doğruya yanlışa kimse bakmıyor.
Onlar ne diyor, ne anlatıyor, duyan, dinleyen, aktaran yok…
Türkiye yine, yeniden hiç bıkmadan aynı sarmalın içinde yuvarlanıyor.
Özellikle Kürt seçmenin tercih ettiği parti, demokratik siyaset alanından adeta ‘süpürülüyor’…
2015’te ‘Türkiyelileşmek’ yönünde aldığı kararla bölgesellikten, kimlik siyasetinden ülkenin geneli için çözüm arayan partiye dönüşmesinden bugün yaşananlara, HDP’nin ve seçmeninin adeta yeniden ‘kimliğine ve bölgesine’ sıkıştırılması süreci yaşanıyor.
Bunun kimseye hayrına olmayacağı kesin…
Bugün 4 Kasım 2019…
HDP’nin o dönemki eş genel başkanı Selahattin Demirtaş’ın özgürlüğünü kaybetmesinin üstünden tam 3 yıl geçti.
Demirtaş bundan kısa bir süre önce Yeni Özgür Politika’ya bir söyleşi verdi.
İçinde konuşulması-tartışılması gereken cümleler var.
Birisi şöyle:
"Bu dönemlerde Kürtlerde yaşanan duygusal kopuş, aşırı milliyetçi savrulmalara yol açarsa bunun kimseye yararı olmaz. Evet Kürtler öfkeli ve haklı olarak kırılmış, yaralanmışlardır. Bu yaraları sarmanın yolu her zaman duyguyla hareket etmek değildir. Yeri geldiğinde aklımızı öne çıkararak kararlar almak zorundayız."
Demirtaş aslında burada çok kritik bir noktanın altını çiziyor ve uyarı yapıyor: Duygusal kopuş ve aşırı milliyetçi savrulmalar. Yerel yönetimde oy verdikleri adayların yerine kayyım atanmasından tutuklanma görüntülerine, Suriye’nin kuzeyine yapılan askeri operasyondan bunun anlatılma şekline Kürtlerin kırılmış, yaralanmış olmaları. Ve bu duruma karşı ‘aklı öne çıkarmayı’ öneriyor. Burada kendi tabanına da, iktidara da devlete de mesaj veriyor.
Bir diğer mesaj muhalefete daha doğrusu özellikle CHP’ye… 31 Mart ve 23 Haziran’da ‘adı konmamış bir ittifak yapılan’, Suriye tezkeresine destekle kopma noktasına gelinen CHP’ye:
"Barış isteyen halka özeleştiri sorumluluğu, savaşın arkasında hizalanan muhalefettedir. Onların yerinde olsam Kürt halkını hafife almazdım. Bugünden başlayarak kendimi affettirmek için pratikte ikna edici adımlar atardım. Yoksa yarın geç kalınmış olabilir".
Demirtaş burada ‘CHP’den özeleştiri bekliyor’ bir yandan da ‘ikna edici adımlar’ arayışını belirterek ‘kapıyı tamamen kapatmıyor’…Ancak ‘görüşme-müzakere’ noktasındaki geri duruşa ‘ileride kurulabilecek olası ittifakları zorlaştırabileceği’ vurgusuyla..
İktidar yanlısı medya Demirtaş’ın sözlerini ‘tehdit etti ‘diye sunuyor ama o tam tersine tabanına sakin olmayı öneriyor:
"İnsanlarımız haklı olarak çok öfkeliler ancak bu öfkeyi halklara, bireylere değil zihniyetlere yöneltmektir doğru olan. Hepimiz zaman zaman halkların kardeşliği kavramını kullanıyoruz. Ancak siyaset bilimi açısından “kardeşlik” yerine “eşitlik” kavramı daha uygun düşer. Eşit olduktan sonra kardeş olmak işin en kolayıdır."
Bugün Demirtaş’ın özgürlüğünü kaybedişinin üçüncü yılı. Hafta sonu İstanbul’da fuarda kitaplarını eşi Başak Demirtaş ile kardeşi Aygül Demirtaş imzaladı. Sosyal medyadan izlediğim kadarıyla büyük bir kalabalık uzun saatler bekledi. Demirtaş’ın pek çoklarının kalbinde ‘büyük hatrı’ var. Görünen o ki hapis süreci bunu azaltmıyor artırıyor. Türkiye’nin başta Kürt sorunu; konuşarak, dinleyerek, anlayarak yol kat etmeye ihtiyacı var.