Kızdılar, bağırdılar, protesto ettiler…
O kelimenin geçtiği kitapçığı yenilediler…
Rahat ettik kurtulduk.
Kelimeler kazındı, “zafer kazanıldı”…
Nedir bu zafer diyenlere, buyurun anlatayım.
Yeni görevim dolayısıyla (Artı 1 Ankara temsilciliği) bir süredir Ankara’dayım.
Her gün Meclis’te bütçe görüşmelerini izliyorum.
Milletvekilleriyle sık sık konuşuyorum.
Kaçırdığım konuşmaların detaylarını tutanaklardan okuyorum.
Şimdi size bu yılkı bütçe tartışmalarından aklınızda kalanlar desem…
Haklı olarak büyük çoğunluk “vekillerin kabul edilemez” küfürleşmeleri…
Biraz daha ilgiliniz Sayıştay raporlarının Meclis’e hakkıyla ulaşamaması, Maliye ile ilgili gerginlik…
Diye sayacaksınız…
Muhtemelen “Kürdistan” kelimesi etrafında kopan fırtınayı da duydunuz…
Ama buradaki detayları atladığınızı düşünerek bu konuyu açmak istiyorum.
Meclis’te dağıtılan 7 ciltlik bütçe tasarısı kitapçığının ilk cildinde muhalefet şerhleri bulunuyor.
Bu şerhler arasında diğer muhalefet partileri gibi BDP’nin de hazırladığı bir bölüm var.
BDP bu şerhte, bütçe ile ilgili eleştirilerini sıralıyor ve uzun metinde birkaç kez Türkiye Kürdistanı tanımı da kullanıyor.
Bu satırlar arasında “Kürt halkı Önderi Öcalan” diye bir kısım da var.
İşte bu iki ifade yüzünden Meclis’in ilk günlerinde yoğun tartışma oldu ve BDP’nin şerhi birinci ciltten çıkartılarak, o cilt yeniden basıldı, “sözde çözüm bulundu”..
Şimdi size birkaç sorum var…
Meclis şiddete çağrı olmadığı müddetçe her şeyin konuşulduğu tamamen özgür bir alan mıdır?
Biz “fikre-söyleme-tanıma” katılalım ya da katılmayalım, ülkede yaşayanların bir kısmı, Türkiye Kürdistanı demekte midir?
Üstelik bu cumhuriyetin kurucuları 1920-1921 sürecinde o bölge için, o bölgenin vekilleri için bu tanımı kullanmış mıdır?
Yine bu ülkede kimileri Abdullah Öcalan’ı “önder” görmekte midir?
Bu devletin görevlileri bu gerekçe ile Öcalan ile “barış” için görüşme yapmakta mıdır?
Yani kısaca bu durumda…
Meclis kitapçığından kelime ayıklamak, sansür yapmak ne akla hizmettir, neyi değiştirmektedir?
Üstelik Meclis Genel Kurulu’nda geçen hafta bir konuşma da, BDP’nin geçen yılki şerhte de ‘Türkiye Kürdistanı” tanımını kullandığı, diğer parti grupları bunu “gözden kaçırdığı” için aynen kaldığını da öğrendim.
Bitirirken…
BDP’nin şerhinin tamamı…
Bir yandan bütçe eleştirisi, bir yandan da çözüm süreci, öncesi ve sonrasında yaşananlarla ilgili bölümlerden oluşuyor.
Orada bir bölüm “Kürdistan” tartışmasından daha çok çarptı beni…
Önümüzdeki günlerde, 28 Aralık’ta 2. yılına girecek bir acının etkisinden bahsediyordu o satırlar.
Aynen aktarıyorum:
“2011 yılı Aralık ayında Roboski’de kaçaktan dönen 34 çocuk ve gencin İnsansız Hava Uçakları ile tespit edilip bombalanması ve konuyla ilgili hiç bir askeri ve sivil otoritenin hesap vermemesi üzerine ipler iyice gerilmiş, Türk halkının bu ölümlere tepkisizliği ise Kürtlerin sadece devlete değil Türk vatandaşlara dair de tüm umutlarını yitirmesine sebep olmuştu.”
Aynı topraklarda yaşayan iki halktan birinin diğerinin acısına tepkisizliğinden bahseden satırlar…
Ben bu satırlardaki “duygusal kopuş” vurgusundan “kelimeler üzerinden yapılan kısır kavgadan” daha çok etkilendim.
Ve “haksızlar” diyemedim.
Ümit Kıvanç’ın Uludere’de yaşananlara dair hazırladığı “Ağlama anne güzel yerdeyim”i youtube’dan seyredin muhtemelen siz de haksızlar diyemeyeceksiniz.
O belgeselde, 28 Aralık’tan üç gün sonra Türkiye’nin televizyonlarından, havai fişeklerle, sevinç çığlıklarıyla “yeni yıla giriş mutluğu” yaşanırken “evlat acısıyla yanan anne babaların anlattıkları” var.
Bir ülkenin bütünlüğü; bölgelere verilen adlarla değil ülkede yaşayan halkların iyi günde ve zor günde birbirinin yanında oluşuyla daha ilgili değil midir?
Barış süreci her geçen gün büyüyen duygusal kopuşa bir ilaç olabilir.
Bu yüzden kelimelerin değil barışın peşinde olmak gerekir.