"Sıkıldık, çok sıkıldık. 15 gün oldu. Çıkamıyoruz evden. Eşimle birbirimize sardık. Çocuklar falan…Zaman geçmiyor inanır mısın?.."
Ne çok insandan duyuyorum bu ve buna benzer cümleleri… Sosyal medyada ne çok paylaşım görüyorum. İzliyorum, bakıyorum, dinliyorum ve düşünüyorum… Oysa kendimizin, yakınlarımızın, mahallemizin, şehrimizin, memleketimizin, dünyanın çok hızlı yayılan bu virüse karşı yapması gereken en önemli hareketin 'gönüllü tecrit' olması gerektiğini biliyorum, biliyoruz. Tabi bu bizim birey olarak yapmamız gereken. Devletin yapması gereken ise insanlar zorunlu olarak evdeyken maddi kayıplarını karşılamak, kiradan doğalgaza, elektrikten gıdaya insanların yaşamlarını sürdürebileceği maddi koşulları yaratmak ve tabi hastalandıkları zaman eşit şartlarda sağlık hizmeti almalarını sağlamak. Bireylerin bugünlerini ve geleceklerini düşünen, sağlama almaya çalışan devletler var. Türkiye henüz özellikle emekçinin ve işsizlerin geleceğiyle ilgili kapsamlı bir plan ortaya koyamadı. Şimdilik sadece 'büyüme hedefi tutacak' gibi bir hayali satmaya çalışırken, dünyanın 'resesyon mu depresyon mu', '1929 buhranı mı İkinci Dünya Savaşı sonrası mı' gibi tartışmaları yaptığı günlerde günü kurtarmaya çalışıyor. Aynen her geçen gün test kitleri üretilmesi (güvenirliğini kontrol) ve acil durum kullanma izninden karantina uygulamalarına kadar geç kalan ama 'bize iyi davranıyor, hiç bağırmıyor' diye bağrımıza bastığımız Sağlık Bakanı gibi…
Tekrar dönelim 'gönüllü tecrit' uygulamasına. Cezaevlerinde tutulan siyasi mahkumlara... Önümüzdeki hafta Meclis'te görüşülüp, Cumhurbaşkanı'nın onaylaması beklenen infaz yasasından bugünkü taslak haliyle siyasi mahkumların yararlanmayacağı görülüyor. Gazeteciden siyasetçiye avukattan sivil toplumcuya bir kısmı uzun süredir tutuklu isimlerin virüsün giderek yaygınlaştığı bu ortamda hala inatla cezaevinde tutulmalarına, hem de 'bireye ve topluma karşı işlenmiş başka suçlardan' hüküm giyenler serbest bırakılacakken, vicdanınız izin verecek mi?
Anayasa Hukuku Profesörü, CHP Milletvekili İbrahim Kaboğlu'nun konuya dair attığı tweet'ler yol gösterici. Şöyle diyor:
"Mahpusların yaşam hakkı devlet güvencesi ve sorumluluğu altında. "Mahpus mesafesi koyun" deme konumunda olmayan yöneticiler, Anayasal yetkileri kullanarak özgül önlemler almalı. Tutuksuz yargılama ilkesinin sistematik olarak ihlali nedeniyle, ağır cezalı suçüstü halleri dışında bütün tutuklular serbest bırakılmalı; yargılama tutuksuz olarak yapılmalı. Fikir suçu mağdurları serbest bırakılmalı. Yürütme sorumlularına yöneltilen eleştiriler ötesinde, söylenmeyen sözler veya niyet sorgulaması sonucu yüzlerce kişinin tutukluluğu, serbest bırakılmayı acil kılmakta. 'Terörist yaftası için muhalif olmanın yeterli görülmesi nedeniyle, "terör suçlusu" siyasal mahpuslar için en nesnel ölçüt, şiddet ve/ya silah kullanımı olmalı. Bunların dışında kalanlar tahliye olmalı. Çocuk tutuklular ve çocuklu anneler tahliye edilmeli."
Cumartesi günü Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri Michelle Bachelet'in yayınladığı bildiri de önemliydi. 'Hükûmetler, siyasi mahkûmlar veya eleştirel ve muhalif görüşlerini dile getirdiği için cezaevinde olanlar da dahil olmak üzere yeterli yasal dayanak olmadan tutuklananları serbest bırakmalılar' diyen metinde çarpıcı ifadeler var. (Çeviri T24)
"Covid-19 cezaevlerini, hapishaneleri, göçmen gözaltı merkezlerini, bakım evlerini, psikiyatri hastanelerini ve diğer kapalı merkezleri vurmaya başladı. Bu durum, buralarda kalan savunmasız bireyleri kasıp kavurabilir. Birçok ülkede cezaevlerinde aşırı derecede, bazı yerlerde ise tehlikeli boyutta kapasitesinden fazla insan bulunuyor. Fiziksel mesafe uygulama ve kendini izole etme böyle şartlarda neredeyse imkansız. Bu yüzden hükûmetlere acil olarak harekete geçerek cezaevlerindekilerin sağlığını koruma ve güvenliğini sağlama çağrısında bulunuyorum. Bu krizde hükûmetlerden çok fazla kaynak talep edildiğini ve birçok zorlu karar almak zorunda olduklarını biliyorum. Ancak onlara parmaklıklar arkasındakileri ve kapalı akıl sağlığı kurumları, bakım evleri, yetimhane gibi yerlerde kalanları unutmama çağrısı yapıyorum. Öbür türlü sonuçlar mahkûmlar, çalışanlar, ziyaretçiler ve toplumun geri kalanı için felaket olabilir. Yetkililer özellikle Covid-19'a karşı risk grubunda olan yaşlı ve hasta mahkûmları tahliye etmenin yollarını bulmalı. Cezaevlerinin nüfusunu ciddi anlamda düşürüp fiziksel mesafe kurmayı mümkün hâle getirmek için 'düşük riskli suçluları' serbest bırakmayı düşünmeliler. Bazı ülkeler bunu yapmaya başladı bile. Bu hiç olmadığı kadar önemli; Hükûmetler, siyasi mahkûmlar veya eleştirel ve muhalif görüşlerini dile getirdiği için cezaevinde olanlar da dahil olmak üzere yeterli yasal dayanak olmadan tutuklananları serbest bırakmalılar. Bütün toplum, Covid-19'a karşı büyük bir sınav veriyor, hükûmetler fiziksel mesafeyi sağlamak için sert adımlar atıyor. Bu önlemlere uyulması çok önemli, ancak bazı ülkelerin bu kuralları ihlal edenleri hapis cezası ile tehdit etmesinden derin endişe duyuyorum. Bu hapishanelerdeki durumu daha da kötüleştirecektir ve öldürücü virüsün yayılmasını durdurmada pek de işe yaramayacaktır. Hapis cezası son çare olmalı, özellikle de böyle bir kriz zamanında."
Bir yanda cezaevlerindeki insanlar. Öte yanda aileler. İçerideki için mi korksunlar, kendilerini mi korusunlar? Şehirler arası gidiş gelişler neredeyse imkansızlaştı. Otobüs, uçak seferleri ya durdu ya da çok özel şartlarda özel izinle binilecek. Peki Diyarbakır'daki ailenin Edirne'ye, İstanbul'da oturan ailenin Kandıra'ya, ya da Türkiye'nin dört bir yanından Silivri'ye nasıl gidecekler? Bu virüs salgını sürecindeki tahliyeler ya da içeride tutmaya devam etme, Türkiye'de toplumsal anlamda yeni bir kutuplaşmanın başlangıcı (bu seferkinin sonucu sağlık gerekçesiyle çok vahim olabilir) ya da kısmen de olsa bir rahatlama getirebilir. Cezaevlerinde özellikle sağlığa ulaşımın ne kadar zor olduğu dikkate alınırsa düzenlemenin son derece hassas yapılması gerektiğini düşünüyorum.
Yazıyı bir evladın sosyal medyadan annesi için verdiği mesajı paylaşarak bitiriyorum. (Gazeteci İrfan Aktan'ın sosyal medya hesabında gördüm.) Hakkari Belediye Eş Başkanı iken yerine kayyım atanarak, tutuklanan Dilek Hatipoğlu'nun oğlu Rohat diyor ki:
"Benim annem doğum günümde 6 yaşıma geçtiğinde cezaevine girmişti. Şimdi 11 yaşımdayım hala hapiste. Koronavirüs'ten dolayı annemi kaybetmek değil annemi kazanmak istiyorum."
Bu evladın ve pek çok evladın kimi sosyal medyaya yansıyan taleplerini, tepkilerini görmezden gelmeyin. Dünyada daha önce eşi, benzeri görülmemiş böyle bir salgının yaşandığı süreçte siyasi mahkumları dışarıda bırakmayın.