Bir yıl daha bitiyor. Artık uzakta kalan çocukluğumda sanki yeni yılla beraber hayat sıfırdan başlayacakmış, hele zor bir yıl geçmişse temiz beyaz bir sayfa açılacakmış gibi düşünürdüm. Oysa iyisiyle kötüsüyle birike birike gidiyor hayat. İstediğimizi alıp yanımıza, istediğimizi bırakamıyoruz. En fazla iyi dileklerimizi not ediyoruz bir yerlere ya da aklımızdan geçiriyoruz.
Dünya uzun süredir savaşlarla, ekonomideki zorluklarla, iklim kriziyle, pandemiyle yani ağırlıklı olarak acıyla boğuşuyor. Geleceğe dair belirsizlikler, korkular şekillendiriyor hayatımızı, davranışlarımızı ve tercihlerimizi. Bu durumdan siyasi olarak en çok yararlananlar da sağ popülist liderler. Otoriterizme çoktan yelken açmış tavırlarıyla birbirlerine örnek oluyorlar.
Akademisyen Bülent Diken Metis Yayınları’ndan çıkan kitabı ‘Yeni Despotizm’de korkunun yarattığı ortamın, kaçışın toplumsallığın çöküşü anlamına geldiğini anlatıyor. Şu satırlar kitaptan:
“Buyruk her zaman eylemi başlatacak, eylemi dayatacaktır. Aslanın kükreyişi, avlanma niyetinin ilanıdır ve ondan zayıf olan hayvan oradan kaçmaya yazgılıdır, çünkü buyruk esasen bir idam cezası, bir ölüm fermanıdır. Her buyruğun altında bu ayırıcı biyopolitik bağlantı yatar. Güçlü olan korku yoluyla yarattığı kitleden beslenerek buyurur, ele geçme korkusuyla dehşete kapılan av ise bir kaçış hattı arar. Buyruk toplumsallığın çöküşü anlamına gelir, yegâne meselenin hayatta kalmak olduğu bir hal.”
Burada yazarın ‘toplumsallığın çöküşü’ noktasının altını çizmek istiyorum. Kendi içine büzüşme, duyarsızlaşma, başkasının derdiyle dertlenmeme olarak anlıyorum bunu. Bu sene dünyadakine benzer bir şekilde Türk Dil Kurumu’nun anketle belirlediği ‘yılın sözüne’ bakıyorum: Merhamet, yapay zekâ, yabancılaşma kelimeleri arasından sıyrılarak ‘kalabalık yalnızlık’ seçilmiş. 1 milyon kişinin katıldığı oylamada değerlendirme kurulu kavramı şöyle açıklamış:
“2024 yılında, insanların kalabalıklar içinde yalnız hissettiklerini gösteren araştırmaların sayısında artış olduğu görülmektedir. Birbirlerinin zıddı gibi duran, teklik ifade eden ‘yalnızlık’ ile çokluk ifade eden ‘kalabalık’ aynı anda var olabilmektedir. Sosyolojik, psikolojik, iletişimsel gerekçelerle açıklanabilen bu durum, bireylerin gündelik yaşamlarında, kurdukları ilişki biçimlerinde kendisini göstermektedir.
Araştırmalar, sosyal medya ve dijital teknolojilerin kullanımının artmasıyla insanların kendilerini daha yalnız hissetmeye başladıklarını göstermektedir. Sosyal medya ortamında takipçi, beğeni sayılarının önem kazanması, sözde ‘kalabalık’ bir ortam oluşturulması yalnızlık hissine çözüm gibi algılansa da yalnızlık hissini artıran bir sonuç ortaya çıkarmaktadır. Dijital dünyanın gelip geçici ilişkiler önermesi, yalnızlık hissini derinleştirmektedir.
Diğer yandan hayatın giderek artan hızı, artan insan hareketliliğiyle birlikte toplumsal bağların zayıflamasıyla bağ kurmakta zorlanan bireyler, kendilerini kalabalıklar içinde yalnız hissetmektedirler. Bireyin çevresinde insan sayısının fazla olması, kendisinin yalnızlık hissetmediği anlamına gelmemektedir. Aynı ev içinde aile bireylerinin olması, aynı yemek masasında yalnız hissetmeyi engellememektedir.”
Yalnızlık konusunun doğrudan politik bir yanı olduğunu düşünüyorum. Toplumsallığın çöküşü ve çözülmesi ile ilgili bir konu. Bir çaresizlik kadar bir tercih aynı zamanda. Kendini koruyacağını düşündüğü diğerini, diğerinin derdini yok sayma hâli. Devletin, siyasi iradenin toplum ile ilişkisinin, aradaki mesafenin ya da tarifin yansıması.
Bu yıl Oxford Sözlüğü de yılın kelimesi olarak ‘beyin çürümesi’ni (brain rot) seçti. Terim, "Önemsiz veya zorlayıcı olmadığı düşünülen materyallerin aşırı tüketiminin bir sonucu olarak görülen, bir kişinin zihinsel ya da entelektüel durumunun bozulması" olarak tanımlanıyor. Ayrıca, bu tür bozulmaya yol açabilecek şeyler de bu tanıma dahil.
Türkiye’nin durumunu dünyanın genelindeki ‘beyin çürümesini de kapsayan’ kalabalık içindeki yalnızlık olarak düşünebiliriz. Bu durumdan çıkışın yolu ortak değerler, acılar, mutlukları elbette demokrasi ve hukukun içinde yeniden anlamlandırmadan geçiyor.
Yazıya çocukluğumla başladım. Severek okuduğum bir yazarın, Gündüz Vassaf’ın İletişim’den çıkan ‘Çocukluğumla Buluşmalar’ kitabından bir bölümle bitireceğim. Gerçekleşme ihtimalinin olmadığını bilsem de yeni yılın ‘çocukluğumuzun masumiyetinde geçmesi’ dileğiyle:
‘Üç tekerlekli bisikletime biniyorum. ‘Anne bana bak’ yaşımdayım. Bir yere gitme heyecanım yok, bindim ya yeter. Bisikletin üstünde sonsuzdur beş yaşındayken beş dakika.’
Murat Sabuncu kimdir?Murat Sabuncu İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümünü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi'nde İşletmecilik Sertifikası programını tamamladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde Medya ve İletişim Sistemleri konusunda yüksek lisans yaptı. Dergi, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde muhabirlik, editörlük, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı yaptı. En uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştı. Tempo dergisinde genel yayın yönetmenliği, Fortune dergisinde kurucu yönetmenlik yaptı. Skytürk 360'da ekonomiden politikaya değişik programlar hazırladı, sundu. Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni oldu, ikinci ayında tutuklanıp Silivri Kapalı Cezaevi'ne gönderildi. Hapsedildiği cezaevinde 1,5 yıl tutuklu kaldı. T24'te köşe yazarlığı, yapıyor. 2016 yılından beri pasaportu ve sürekli basın kartı verilmiyor. Yargıtay'ın iki kere verdiği beraat kararına rağmen 7,5 yıl hapis cezası talebi içeren dosyası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda bekliyor. Bölgeden tanıklıklarını ve izlenimlerini "Gazze: Mahsuscuktan Bir Aşk Hikâyesi" adıyla yayımlanan kitabında paylaştı. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü ve Ayşenur Zarakolu Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü sahibi. Sorbonne'da hukuk doktorası yapan avukat oğlu, Nuri isimli bir kedisi var. |