Georges Balandier 'Sahnelenen İktidar' kitabında 'Ulu' figüründen bahseder. Şöyle anlatır:
Günümüzde iktidar esasen üç alanda arzı endam eder. İlki yetkinlik sahibi olanların ve idarecilerin işgal ettiği rasyonel etkinlikler sahasıdır. Bunlar insanların yapabilme kabiliyetlerinden ve sorunlara teknik çözümler bulmakla sorumludurlar, örgütlenmeleri, örgütlerin etkinliğini ve hedeflerini inanç meselesi konumuna yükseltirler.
İkincisi gerçeğin enformasyon, söz, görüntü ve dramlaştırmayla inşa edildiği medya etkinlikleri alanıdır. Bu alanda varlık görüntü üzerinden elde edilir, hiyerarşi gösteri programının düzeyine göre belirlenir, bakış açılarını, fikirleri ve projeleri ön plana çıkaran yüzleşmelerden ziyade bunların ne şekilde gösteriye çevrileceğine önem verilir. Yüz yüze gelme, agon (çatışma) antik tiyatroda olduğu gibi sitenin kutsal sahnesinde gerçekleşmez, çoklu sahne işlevi gören ekranlarda cereyan eden gösteri ve karşı gösterilerle gerçekleşir. Ne türden olursa olsun iktidarların mevcudiyet üzerinden inşa edildiği ve kendilerini idame ettirdiği bu küçük görsel mekanlar, yoklukta güçten düşer ve silinirler. Üçüncüsü muhafaza edilmesi ve istikrarlı bir biçimde işgal edilmesi en zor alandır, burası Peguy'nin sözleriyle siyasetin mistik alana dönüştüğü yerdir: Mitler, semboller, ritler, en yüce kolektif değerler ve buna hizmet eden duygular bu alanda birleştirici görevini görür, üstün bir dayanışma yaratmaya çalışarak, öznelerin ve onların mensup olduğu grupların edimlerini yönlendirip güçlendirerek harekete geçirirler. İşte bu sahada yükseklerde belli bir mesafede duran egemen, Ulu figürü bulunmaktadır.
Bu uzun alıntıyı yapmamın nedeni çok uzun süredir; gittikçe daralan bir çevreye sıkışan Tayyip Erdoğan'ın, elindeki propaganda işlevini her geçen gün yitiren 'medya' adı altındaki yapılarının tamamında 'sahnelediği' performansa, din ve milliyetçilik üzerinden kurmaya çalıştığı anlatısının iflas noktasına yaklaşmasıyla, başta 'Reis' olmak üzere ona atfedilen her türlü güç tanımlamasından uzaklaşıyor, 'ulu, her şekilde en zor sorunlara çare bulan sıfatının' da sonuna geldiği görülüyor.
Şu an memlekette her kesimden, her görüşten insanlar ekonomik çöküşün altında kaldılar. Ürün bulunmuyor, en temel gıda maddelerini satın almaya para yetmiyor, marketlerde günlük fiyat etiketleri değişiyor…
Çünkü…
-Faiz sebeptir enflasyon sonuç önermesinin deney tahtası yapıldık…
-Çalışan nüfusun yüzde 40'ı açlık sınırının altında 2820 lira maaş alıyor…
-Rekabetçi kur adı altında memleket ucuz emek, yabancıların ucuza kapatacağı şirket cehennemine dönüştü…
-Kime, hangi fiyattan satıldığı belli olmayan Merkez Bankası'nın 128 milyar doları kurun 6.30 seviyesinde tutulması için harcandı. O gün o fiyattan alanlar bugün servetlerine servet kattılar…
-Sabit kur uygulayan ülkelerde görülen devalüasyon dalgalı kur rejimi uygulayan Türkiye'de de yaşandı. Türkiye'de günlük devalüasyon yüzde 13'ü de gördü. 1994 Tansu Çiller krizi ve 2001 ekonomik krizinden sonra en kötü dönemini yaşıyor. Türk Lirası'nın değer kaybı 1981'den yana en yüksek 2. artışı yaşadı. (Kaynak Kerim Rota)
-Yerli ve milli diye slogan atıp: Ülkeyi dolar ve Euro ile borçlandırıp (hatta Türkiye'de yaşayanlardan bile dolarla borçlanıp) geçilmeyen köprülerin, uçulmayan havaalanlarının maliyetini halkın sırtına yükleyip, artışı ABD dolarına, anlaşmazlığı Londra mahkemelerine havale ettiler…
-Saray'larda yaşayanlar, çolukları, çocukları sosyal medyada lüks yaşantılarını sergileyenler, birkaç maaş alanlar, evine et girmeyen halka '2 kilo yiyorsan yarım kiloya indir nasihatlerine' başladılar…
Şimdi hem Erdoğan hem ortağı Bahçeli her geçen gün 'bunlar dış güçlerin ve içerideki işbirlikçilerinin (mandacılar) yüzünden' diye bağırmaya başlayacak.
Ancak bu kez çok daha büyük bir kesim bu ortamı yaratanın da bu ortamı başkasına yıkarak aradan sıyrılmaya çalışanın da farkında… Hep söylüyorum: İnsanların karnının gurultusu her tür popülist sloganın gürültüsünü bastırır. Erken seçim kaçınılmaz…