Murat Sabuncu

27 Eylül 2024

İmamoğlu yalnız değil, her anlamda; Yavaş ‘parlamenter sistem’ çizgisi çekti

İki güçlü siyasi figür; İmamoğlu ve Yavaş aynı hedefe farklı yollardan gitmeye çalışıyor. Yollarının kesişeceği bir fırsat Türkiye’yi başka bir noktaya taşıyabilir

Ekrem İmamoğlu çok önemli bir siyasi figür. 2019 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na adaylığı ile siyasette daha görünür bir hale gelmesinden bugüne her geçen gün popülaritesini artırıyor. Kendisini alanda da izlemiş bir gazeteci olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Halka ulaşma konusunda son derece başarılı. Yaş, eğitim, cinsiyet, sosyal statü, kimlik, inanç fark etmeden herkesle rahat bir iletişim kuruyor. Salı akşamı Boğaziçi Üniversitesi’nin mezun ve mensuplarının, kayyım rektöre karşı direnen akademisyenlerinin toplantısına gittim. Öncesi ve sonrası katılımcılarla konuştum, sahnede kendisini dinledim, Üniversite’nin uzun süre rektörlüğünü yapmış saygın akademisyen Üstün Ergüder’in kürsüde kendisine yaptığı olumlu anlamdaki ‘atıfları’ not ettim. Boğaziçililerin İmamoğlu’nun konuşmasını alkışlarla kestiği bir bölümü notlarımdan aktarmak istiyorum:

“Bugün burada bulunmamızın sebebi ne yazık ki Boğaziçi Üniversitesi'nde yaşananların gündeme gelmesi. Dünya standartlarında olan üniversitemiz cezalandırılıyor. Boğaziçi'ni Boğaziçi yapan, içeriye alınmayan değerli akademisyenlerimizin durumunu da liyakat açısından yaşananları da üzüntüyle takip ediyoruz. Liyakat zincirinin bozulduğu ve beklentileri karşılayamayan bir kısım kişilerin kadrolara doldurulması insanları üzüyor. Yetişmiş insanlarımızın başka ülkelere gitmesi ülkemiz için kayıptır. Boğaziçi'nde yaşananları biraz bize yapılanlara benzetiyorum. Bu anlamda ne denli deneyimli olduğumu az çok sizler de biliyorsunuz. Kurumları siyasal hırsları nedeniyle çalışamaz hale getiriyorlar. İstanbul seçmenini cezalandırma çabası içerisinde olan bu anlayış, Boğaziçi'nde de öğrencileri cezalandırıyor. Vahşi partizanca davranış hiçbir zaman başarıya ulaşamayacaktır. Kararlı bir güvenle bunu söylüyorum. Vallahi kendime güveniyorum. Her hukuksuzluğa karşı Boğaziçi kendini savunmaya devam ediyor. Kararlı şekilde direnen akademisyenleri takip ediyorum. Bize de aynı şeyi yapıyorlar. İBB'yi de engellemeye çalışıyorlar. Biz de onları çatlatacak hizmetleri İstanbul'a yapmaya devam ediyoruz. Karmaşık duygular içerisindeyim. Toplumun gözüne soka soka, bunu yapmaları üzücü. Boğaziçi Üniversitesi'yle uğraşmayı bırakın.”

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu

Bu metindeki (konuşmanın genelindeki) ana mesajlardan ikisi şöyle idi: ‘Ben de sizinle aynı durumdayım. Bana da iş yaptırmamaya çalışıyorlar.’ Bir de ‘Yalnız değilsiniz sizinle dayanışacağız, yılmayacağız.’

Önce ilki ‘aynı durumdayız’ vurgusu. Empati kurma noktası önemli. ‘Biz’lik kavramı parantezinde kendisini de dahil ederek ‘mağdurları’ bir araya getiriyor. Diğeri ve bence daha da önemli olanı ‘yalnız değilsiniz’ vurgusu. Toplumun her geçen gün büyüyen bir kitlesi kendini ekonomiden-hukuka pek çok alanda yoksullaştığında haksızlığa uğradığında bir koruma-birlikte olma duygusu arayışında. Bu dönem siyaset; dilinde, geleceğe dair üreteceği beklentide, elbette bugünlerde; haksızlığa uğrayanlara-yoksullara-zordakilere ‘yalnız değilsiniz-yalnız olmayacaksınız’ sözünü verip aynı zamanda anlık, ertelenmemiş çözümü de alanda üretmek zorunda.

Bu arada İmamoğlu’nu yargı kararıyla haksız şekilde siyasetin dışına itmek isteyenler Erdoğan’ın hayatını bir kere daha okusunlar. Halk istiyorsa yasaklar kimseyi tutamıyor. İmamoğlu dün bu konuda bir de demeç verdi. Dedi ki:

“Yargının bir silah gibi kullanıldığını düşünenlerdenim. Bu sürdürülemez. Temennim odur ki yargının bu şekilde manipüle edilmesine istinaf son verir. Oradaki yargıçlardan en büyük isteğim bu, dilerim ve isterim ki o tarihi görevi yerine getirirler ve toplumu rahatlatırlar. Böyle bir davanın varlığını, gerekçesini, yargılanmayı bile anlatamazsanız. Sabah birisi arıyor, haber veriyor: 'Bugün karar veriyorlar.' Hadi bakalım, altı saat sonra bütün Türkiye bunu konuşuyor. Yargıçların, savcıların, hakimlerin bu konuda tarihi görevlerini, omuzlarındaki büyük yükün karşılığını vermelerini ülkemin geleceği için istiyorum. Bu iş Türkiye'nin demokrasi ve hukuk meselesi. Dava şahsileşmemeli."

Bu cümleler sonuna kadar haklı-doğru. Ancak… İmamoğlu ve CHP bir süredir yargı eliyle getirilmek istenen yasağı çok kişiselleştirdi. Hapiste Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına rağmen, bu kararlara uyulmadan tutulan başka siyasetçiler de var. Selahattin Demirtaş’tan Can Atalay’a. Siyasetçi olmasa da aynı durumda olan Tayfun Kahraman’dan Çiğdem Mater’e pek çok isim de. CHP ve İmamoğlu bu isimleri de zaman zaman anarak-onlar için çaba sarfederek bir tavır koyuyor. Ancak her koşul ve şartta, yargı ile ilgili eleştiriler dile getirilirken İmamoğlu’nun ‘yalnız olmadığı’, yargının iktidarın isteğiyle aldığı kararların yarattığı geniş fotoğraf da hatırlatılmalı. 

Bu arada bir süredir muhalefetin cumhurbaşkanlığı adaylığı üzerinden yapılan tartışmalar ya da potansiyel adayların dışında kişisel beklentiler üzerinden pozisyon almalarla ilgili konular yeni bir boyut kazandı. Sözcü’den Aytunç Erkin’e konuşan Mansur Yavaş bu konuda şunları söyledi:

“Çok rahatsızım. Çok çok rahatsızım. Biz öncelikle kendi belediyemize, kendi yapacağımız işlere odaklanmalıyız. Bu tartışmalardan rahatsız olmamın diğer bir nedeni de şu: Gündemi biz işgal ediyoruz. Halbuki gündem emekli olmalı, aç insanlar olmalı, eğitimde yaşanan sorunlar olmalı. Bunlar konuşulmuyor. Bu tartışmaların hepsinin önüne geçiyor. Televizyonda konuşulacak konu halkın yaşadığı mağduriyetler olması lazım. Bunların önüne geçmeye bizim hakkımız yok ki. Elbette zamanı gelince konuşulmalı. Kim öle kim kala. Gerçekten durum bu. O günlere erişecek miyiz? Bakalım Türkiye ne olacak? Ne krizler yaşayacak? Düzelecek mi? Biz belediye başkanıyız ve belediyeyi idare edeceğiz. Partidekiler de muhalefetlerini yapacaklar, daha iyi önerilerde bulunacaklar. Onların görevi o. Halkın gündemini, sıkıntılarını kamuoyunun önüne taşıyacaklar. Bizim bunu yapmaya hakkımız yok. Bunu yapan kötülük yapar ülkeye.”

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş

Yavaş, bu söyleşinin ardından dün şunu da ekledi:

“Biz her zaman söyledik, partimiz aday gösterirse aday oluruz. Gündemde bunun haricinde konuşacak başka bir kelime yok.”

Ağustos’un son haftasında T24’te CHP ve dört isimle ilgili yazdığım yazı dizisinde Yavaş’ın ‘aday gösterilmek isteyeceğini yazmış’ o dönem sıkça dile getirilen ‘anlaşma oldu, cumhurbaşkanı yardımcısı pozisyonunu kabul etti’ iddiasının da doğru olmadığını vurgulamıştım. Bir de Yavaş’ın aday olması ve kazanması durumunda parlamenter sisteme en hızlı şekilde geçişi isteyeceğini. Şöyle yazmıştım:

“İmamoğlu mevcut sistemi devam ettirip liderliği tek götürmek istiyor. Mansur Yavaş parlamenter sisteme daha çabuk geçme yönünde adım atabilir. Yaşı itibariyle bunu yaparak tarihe geçmek isteyebilir.”

Yavaş, bunu önce Tüzük Kurultayı’nda 7 Eylül’de şöyle vurguladı:

“16 Nisan 2017 referandumuyla ucube bir sisteme geçildi. Hâlâ kararname çıkarılıyor. O kararnameyi iptal eden başka bir kararname, onu da tekrar değiştiren başka bir kararname yoluyla bugün Meclis işlevsizleştirildi. Bizler, önceki dönem Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu’nun topladığı Altılı Masa’da güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçileceğinin sözünü verdik. Bunun karşılığında yüzde 48.5 oy aldık. Sonuç itibarıyla hazırlanacak kurultay programında da bunun mutlaka çok güçlü bir şekilde, oradaki deneyimlerden de yararlanmak suretiyle açıklanması, vatandaşımıza karşı hem inandırıcılığımızın hem de sorumluluğumuzun bir gereğidir.”

Aytunç Erkin’e verdiği söyleşide de bunu ‘en kısa zamanda güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönülmesi gerektiğini düşünüyorum” şeklinde belirtti.

Yavaş, cumhurbaşkanlığı seçimlerine daha zaman olduğunu ‘kim öle kim kala aday tartışmaları için’ derken aslında ortaya başka hayati bir konuyu da atmış oldu. CHP seçim sonrası yönetim ile ilgili nasıl bir modeli-zamanlamayı halka sunacak. Buradaki tercih; eğer kazanılırsa diğer seçime kadar mevcut sistemle mi gitmek yoksa bir-iki yıl içinde parlamenter sisteme geçme vaadi mi olacak? Bu sorular devletin organizasyon şeması ile ilgili olduğundan kritik.

Yavaş’ın ‘belediye faaliyetlerine odaklanmak, siyaseti genel merkeze bırakmak’ sözlerine gelince. Anketlerde uzun süredir cumhurbaşkanlığı adaylığı için ismi geçen iki ismin Yavaş ve İmamoğlu’nun güncel siyasetten uzak durması ne kadar mümkün? Ülke her alanda bir kriz yaşarken geleceğe dair umut besleyenler potansiyel adaylardan arada siyasetin geneline dair tespitler-eleştiriler zaman zaman günlük çözümler (başta sosyal yardımlar ki yapılıyor) beklemez mi? Bir erken genel seçim ihtimaline karşı belli bir siyasi dili -ki bu asla tek başına bir adaylık konusu olmamalı- tutturup söz söylemek neden bu kadar kabul edilemez bir faaliyet olsun ki?

Tabii bir de ‘siyaset yapma işinin genel merkeze’ bırakılması konusu var. Buradaki kadrolar ve yürüttükleri siyaset ne denli doyurucu? Bu tartışılmıyor mu? Şimdi kimi okurlar ‘anket sonuçlarına göre CHP önde’ diyeceklerdir. Haklılar. Ancak 2023 seçimleri yolunda ‘ezberleri değiştirilen-partinin daha önce uzak durduğu kesimler’, başta İmamoğlu ve Yavaş’ın, elbette diğer belediye başkanlarının faaliyetleri, hakkını yemeyelim Özgür Özel’in de çabasının bir bileşeni değil mi o anket sonuçları?

Bitirirken…

İki güçlü siyasi figür; İmamoğlu ve Yavaş aynı hedefe farklı yollardan gitmeye çalışıyor. Yollarının kesişeceği bir fırsat Türkiye’yi başka bir noktaya taşıyabilir. Şekli nasıl olur bilemem. Ancak birlikte çalışma ortamı bulurlarsa önemli bir sonuç üretir. Burada kritik rolü Özgür Özel oynayabilir mi, emin olamıyorum. Ancak şuna eminim. İktidar için yargı yoluyla kesilmeye çalışılacak siyasi kariyer çabası boşa kürek çekmek olur. Erdoğan bunun somut kanıtıdır. İmamoğlu, kendini ‘halka emanet eder’, sadece kendisi için değil hukuksuzluğa uğrayan herkes için mücadele edeceğini daha sık vurgularsa, bu da -yani ‘yalnız değilim-yalnız değilsiniz’ tavrı- kitleleri demokratik bir hak arayışı yolunda daha sıkı bir araya getirir. 

Murat Sabuncu kimdir? 

Murat Sabuncu İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümünü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi'nde İşletmecilik Sertifikası programını tamamladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde Medya ve İletişim Sistemleri konusunda yüksek lisans yaptı.

Dergi, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde muhabirlik, editörlük, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı yaptı.

En uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştı. Tempo dergisinde genel yayın yönetmenliği, Fortune dergisinde kurucu yönetmenlik yaptı. Skytürk 360'da ekonomiden politikaya değişik programlar hazırladı, sundu. 

Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni oldu, ikinci ayında tutuklanıp Silivri Kapalı Cezaevi'ne gönderildi. Hapsedildiği cezaevinde 1,5 yıl tutuklu kaldı. 

T24'te köşe yazarlığı, yapıyor. 2016 yılından beri pasaportu ve sürekli basın kartı verilmiyor. Yargıtay'ın iki kere verdiği beraat kararına rağmen 7,5 yıl hapis cezası talebi içeren dosyası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda bekliyor.

Bölgeden tanıklıklarını ve izlenimlerini "Gazze: Mahsuscuktan Bir Aşk Hikâyesi" adıyla yayımlanan kitabında paylaştı. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü ve Ayşenur Zarakolu Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü sahibi. Sorbonne'da hukuk doktorası yapan avukat oğlu, Nuri isimli bir kedisi var.