Murat Sabuncu

10 Mart 2020

Gazeteci tutuklamaları ve unutamadığım soru: Dünya insanın üstüne yıkılır mı?

İktidara bağımlı haber yapmayan bir avuç medya kuruluşuna, gazeteciye yeni bir göz dağı verilmek isteniyor

2011 yılının başı. Hayatımda ilk kez Silivri Cezaevi'nin yolundayım. Tutuklanan meslektaşlarımı görmeye gidiyorum. Arabada arkadaşımın eşi, babası ve o zamanlar henüz 7 yaşında olan, babasının niye artık eve gelemediğini sorgulayan, üzgün evladı var. Ben önde oturuyorum. Bir ara evlat dedesine soruyor: Dede dünya insanın üstüne yıkılır mı?

Arabada derin bir sessizlik oluyor. Dişlerim dudaklarıma geçiyor. O soru yıllardır aklımdan hiç çıkmıyor. Ne zaman 'siyasi sebeplerle bir meslektaş tutuklansa' içim yanarak o sesi duyuyorum. Aradan 9 yıl geçiyor. Bu sürede defalarca Silivri'ye değişik meslektaşlarım için gidiyorum. Gün geliyor sıra bana geliyor, arkadaşlarımla beraber atılan iftiralarla 1,5 yıla yakın aynı yerde yatıyoruz.

Şimdi 9 yıl önce suçsuz yere aylarca cezaevinde yatan iki meslektaşım Oda TV'den Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan yeniden cezaevinde. Onlarla birlikte yine Oda TV'den Hülya Kılınç da. Aynı hafta içinde Yeni Yaşam Gazetesi'nden Ferhat Çelik ve Aydın Keser ile Yeniçağ Gazetesi'nden Murat Ağırel de tutuklandı. Sebep Libya'da şehit olan MİT mensubu ile ilgili yapılan haberler. Önce olaya hukuksal olarak bakalım. Gazetecileri tutuklayan mahkemeler 2937 sayılı MİT Yasası'nın 27. Maddesinin 3. Fıkrasını uygulamış:

"MİT mensupları ve ailelerinin kimliklerini, makam, görev ve faaliyetlerini herhangi bir yolla ifşa edenler ile MİT mensuplarının kimliklerini sahte olarak düzenleyen veya değiştiren ya da bu sahte belgeleri kullananlara üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası verilir."

Bununla ilgili iki saygın hukukçunun kısaca görüşlerine yer verelim. Önce Kerem Altıparmak bianet yazısı: Terörle mücadele, devlet sırrı gibi kavramların varlığı otomatik olarak basın özgürlüğünü ortadan kaldırmaya yeterli değildir. Her bir haber açısından; kimin, hangi bağlamda, hangi amaçla haber yaptığının, bu haberin iddia edilen tehlikeye vücut verip vermediği, ismin daha önce başka vesile ile açıklanıp açıklanmadığı gibi birçok unsurun incelenmesi gerekir. Terkoğlu, Kılınç ve Pehlivan'ın tutuklama kararı bu ilkeler ışığında değerlendirildiğinde şunların saptanması mümkündür. Öncelikle her iki gazetecinin tutuklanmasına ilişkin karar, yukarıda verilen vakalarla kıyaslandığında basın özgürlüğüne çok daha ağır bir müdahale niteliği taşımaktadır, bu nedenle orantısız olduğu açıktır. İkinci olarak, terörle mücadelede rol alan kamu görevlilerinin ağır suçlar işlediğine dair iddiaların aksine Terkoğlu, Kılınç ve Pehlivan'ın tutuklanmasına konu haberde bir suçlama, hedef göstermeden bahsedilmesi mümkün değildir. Gazeteciler tam tersine ölen MİT görevlisini şehit olarak anmış, sadece bu bilginin gizlenmesine ilişkin olumsuz bir imada bulunmuşlardır. Bu anlamda, niyetlerinin ilgili kişiyi ve ailesini hedef göstermek olmadığı açıktır. Dahası nesnel bir değerlendirme yapıldığında da nasıl olup da ilgili MİT görevlisinin veya ailesinin hedef haline geldiğinin anlaşılması çok mümkün değildir. İsmi geçen kişi öldüğü için kimsenin ondan intikam alması da söz konusu olamayacaktır. Bu nedenle, söz konusu haberde şiddet çağrısından söz edilmesi de mümkün değildir.

Üçüncü olarak, konunun kamuoyunu yakından ilgilendirdiği ve kamunun bilgi alma hakkına ilişkin olduğu şüphesizdir. Hükümet Libya'da bir operasyon yürütmekte, bu operasyonda bazı kamu görevlileri hayatlarını kaybetmekte ve baskı altındaki basın bunu bile dile getirememektedir.

Bu bilginin kamusal değer taşıdığına ve kamuoyunun bu bilgiyi öğrenme ve tartışma hakkı bulunduğuna şüphe bulunmamaktadır. Bu bilginin gerçekliği de ancak orada ölen kamu görevlilerinin kim olduğunun belirtilmesi ile mümkün olabilecektir.

Ve Rıza Türmen T24 yazısı: Gazetecilerin tutuklamaların nedeni, Libya'da şehit olan MİT mensubunu haber yapmaları. Tutuklamanın gerekçesi 2937 sayılı MİT Yasası'nın 27. Maddesi. Buna göre MİT mensupları ve ailelerinin kimliklerini, makam, görev ve faaliyetlerini ifşa edenler 3 yıldan 7 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılıyor. Oysa, daha önce Libya'da şehit olan MİT mensubuyla ilgili gazete haberleri yayımlanmış, TBMM'de bu konu dile getirilmiş, haberin gizliliği kalmamış. Ama bütün bunlar Odatv mensuplarının tutuklanmasını engellemiyor. AİHM'in bu konuda yerleşmiş bir içtihadı var. Gizli bilginin gizliliği kalktıktan sonra yayımlanmasının engellenmesi, ifade ve basın özgürlüğünün ihlaline yol açıyor. 

Gelelim işin 'hukuk' dışındaki bölümüne…İktidar bu hamleyle İYİ Parti'ye yakın Yeniçağ Gazetesi'nden Oda TV'ye Kürt medyasından Yeni Yaşam Gazetesi'ne geniş bir siyasal yelpazeden gazetecileri tutukluyor. Bununla iktidara bağımlı haber yapmayan bir avuç medya kuruluşuna, gazeteciye yeni bir göz dağı verilmek isteniyor. Cumhuriyet'ten Sözcü'ye Birgün'den T24'e soruşturmalar, davalar, tutuklamalar, cezalar yağmuruna her geçen gün yeni halkalar katılıyor. Dikkat ediyorum herkes 'kendisine-yakın çevresine yapılan (çok az sayıda kuruluş-kişi hariç) hukuksuzluklarla' ilgili. İYİ Parti Teşkilatı Murat Ağırel için protesto gerçekleştirdi, Oda TV'nin yanında farklı bir grup vardı, Yeni Yaşam'cılar Kürt medyası her zamanki gibi yalnızdı.

Oysa kime yapılırsa yapılsın hukuksuzluğa karşı çıkmak en önemli sorumluluk değil mi? Ya da kim olursa olsun hukuksuzluğa uğruyorsa yanında durmak? Gazetecilerin tutuklandığı, internet sitelerinin erişime engellendiği, özgürlüklerin her geçen gün daha da kısıtlandığı ülkelerde 'dünya insanın üstüne yıkılır'… Toplum olarak hep beraber altında kalırız.