Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın TRT'deki söyleşisini seyrettim. '128 milyar dolar nereye gitti' sorusuna beşinci kez farklı (tabii ikna edici olmayan) yanıtından Merkez Bankası Başkanı ile 'faizleri düşürme' görüşmesi yaptığına (kuru bu cümleleriyle zıplattı) pek çok başlığı detaylı olarak konuşabiliriz. (Zaten konuşuluyor, tarihi seviyeyi görerek 8.80'den dönüp 8.60'a yerleşen dolar gibi sıkıntısı fiilen de hissediliyor.)
Ancak bu söyleşi sırasında Erdoğan'ın kullandığı birkaç farklı cümleye odaklanmak istiyorum. Erdoğan önce geçmişte yaşanan koalisyonlar üzerine şunları söyledi:
"Hiçbir istikrarı olmayan koalisyonlarla iç içe sürekli zararda olan dönemleri yaşadık biz. Türkiye çok partili sistemden huzur bulamıyor, netice de alamıyor. Koalisyonlar dönemine dönmeyi milletimiz asla istemiyor."
Şu an sanki partisi AKP, MHP ile fiili bir koalisyon yapmamış, belli dengeleri gözeterek Türkiye'yi yönetmeye çalışmıyor gibi. 'Cumhurbaşkanlığı Hükümet sisteminin zorunluluğu bunlar, seçimlere beraber gidiliyor, adına ittifak deniyor' diye tanımlamaya gerek yok. İttifak ya da koalisyon ikisi de aynı kapıya çıkıyor. Ve Erdoğan MHP'siz (Devlet Bahçeli olmadan) adım atamıyor. (24 Haziran 2018 seçimlerinin ardından yaptığı ilk açıklamada Bahçeli 'partimiz hem kilit partisi olmuş hem denge ve denetleme görevi almıştır' demişti.)
Tek başına adım atamama noktasındaki son durak da anayasa çalışmaları. MHP daha önce 100 maddelik bir taslak hazırlamış, ana başlıklarını paylaşmış, AKP'ye ulaştırmıştı. MHP'nin ideolojik-siyasi görüşünün şekillediği kimi kritik noktalarda iktidara bir çeşit yön göstermişti. Erdoğan TRT yayınında şöyle konuştu:
"Detaya, teferruata girersem Cumhur İttifakı'ndaki ortağımıza yanlışlık yapmış olurum. Şu anda anayasa çalışmamızı yapan ekiple önce bizim heyetimiz bir oturup konuşacak, değerlendirmemizi yapacağız 128 madde üzerinde. Bu çalışmamızı yapacağız ve bu çalışmayı yaptıktan sonra çıkarılması gereken, ilave edilmesi gereken ne gibi maddeler vardır, bunları aramızda konuşacağız. 'Tamam' dediğimiz anda da Devlet Bey'e bunu şahsım ve heyetim olarak takdim edeceğiz. Biz, bu arada bu çalışmayı da Devlet Bey'in bana göndermiş olduğu kendi çalışmaları ile de ayrıca mezcedeceğiz. Ve birlikte yapacağımız bu çalışma, aynı zamanda Cumhur İttifakı'nın ortak çalışması olacak."
Şimdi gelin biraz (çok değil ama) geçmişe gidelim. Tarih 12 Haziran 2011. AKP'nin seçimi kazanmasının ardından Erdoğan balkon konuşması (üçüncü olmuştu) yapıyor. Şöyle diyordu:
"Meydanlarda ifade ettiğimiz gibi sivil, katılımcı, özgürlükçü bir anayasayı hep birlikte yapacağız. Bu anayasada herkes kendisini bulacak. Doğu kendisini bulacak, batı kendisini bulacak, kuzey bulacak, güney bulacak. Velhasıl milletim işte bu benim anayasam diyecek. Bu anayasa Türkiye'nin her zerresine milletimin her ferdine hitap edecek. Yeni anayasa milletin her bir ferdini birinci sınıf olarak görecek. Her kimlik, her değer, herkesin özgürlük demokrasi barış ve adalet talebine bu anayasa karşılık verecek. Bu anayasa Türk'ün, Kürt'ün, Zaza'nın, Arap'ın Çerkez'in, Roman'ın, Alevi'nin Sünni'nin, azınlıkların yani 74 milyonun anayasası olacak."
Gerçekten de ilerleyen günlerde Meclis'te bir uzlaşma komisyonu kurularak, her partiden (o zaman HDP değil BDP vardı, bu parti de) hukukçuların katılımıyla, TBMM Başkanı Cemil Çiçek'in koordinasyonunda bir metin oluşturulmaya çalışıldı. Partilerden heyetler illere giderek orada sivil toplumun da görüşlerini dinlemeye, çalıştaylar yapmaya uğraştı. (Gazeteci olarak bu çalışmanın Edirne ayağını izlemiştim.) 19 Ekim 2011'de kurulan Anayasa Uzlaşma Komisyonu 60 maddede uzlaşma sağladı, 2013 sonunda AKP'nin çekilmesiyle ortada kaldı.
Erdoğan'ın 2011'deki balkon konuşmasında vadettiği 'Türk'ün Kürt'ün Zaza'nın Arap'ın Çerkez'in Roman'ın Alevi'nin' anayasası ruhu sizce MHP'ye 'takdim edilecek' son anayasa taslağında yer alacak mı, alabilecek mi? Ya da soruyu yine Erdoğan'ın cümleleriyle şöyle sorayım: Yeni anayasa ile herkes kendini birinci sınıf olarak görecek mi?
Ya toplumun her kesimine ulaşma iddiası. 2011 yılında o günlerde Meclis'te Kürt seçmenin çoğunlukla tercih ettiği parti BDP vardı. Ya bugün? Erdoğan ona da yanıt verdi TRT'deki programda:
"PKK'nın uzantılarıyla mı kalkıp Anayasa metni hazırlayacaksınız? Anayasa dediğimiz zaman milli ve yerli olması şart. Bu millet gayrı resmi bir anayasa istemez."
Erdoğan bu cümlesiyle HDP'yi hedef alıyordu. O HDP çoğunluğunu Kürt illerinden aldığı 6 milyon oyla AKP'nin anayasa çalışmasında dışlanan hatta hedef gösterilen pozisyona itiliyor, muhalefete de 'siz de uzak durun' uyarısı yapılıyordu. (HDP 2018 seçimlerinde 5 milyon 866 bin 309 ile üçüncü parti, MHP 5 milyon 564 bin 517 oyla dördüncü parti oldu.)
AKP'yi MHP'ye mecbur kılan bir sistem. Sadece seçimlerde değil ülke yönetiminde hatta anayasa yapımında. Peki AKP'nin giderek eriyen tabanı (hatta eski-yeni yönetimi, milletvekilleri) anayasada MHP'nin çizeceği çerçeveye kendilerini (ülkeyi) sıkıştırmak istiyorlar mı? Kimileriniz 'yok birbirlerinden farkları' diyebilirsiniz ama bu (en azından taban açısından) eksik bir analiz olur. AKP içinde 'Erdoğan eskiden anayasayı halka takdim ederdi, şimdi Bahçeli'ye takdim ediyor' diyenler olduğunu biliyorum. Bakalım ne olacak?