Güneydoğu’da bir haftalık bir yolculuk yaptım. Urfa, Diyarbakır, Mardin ve Gaziantep’i kapsayan. Sadece merkezde değil şehrin uzağındaki ilçe ve yerleşimlerde de… Farklı görüşlerden siyasetçi, iş insanı ve rastlantısal olarak yolda karşılaştıklarım. Yaptığım çalışmanın küçük bir kısmını ‘derinlemesine görüşme’ diğerlerini ‘soru-cevap’, sohbet şeklinde sınıflandırmak mümkün. Bütününe geçmeden girişte genel anlamda şu tespit yapılabilir. Görüştüklerimden aktif siyasetin içinde olmayanlar; seçim sürecinin değil memleketin içinde olduğu durumun, kişisel olarak başta ekonomik ve özgürlük sıkıntısının altını çizerken, siyasi parti üyeleri, bir diğer deyişle ittifak-parti sempatizanları ise kazanma değil diğerine ders verme üzerinden bir dil kullandı.
Öncelikle şunu söylemek istiyorum. Bölge insanında başta belediye yönetimlerine kayyım atamaları sebebiyle ‘irade gaspı duygusu’, büyüyen açlık grevlerine götüren sürecin hissettirdikleri, iktidarın kullandığı dil, oy verdikleri siyasetçilerin hapiste olması nedeniyle Erdoğan’a yönelik kızgınlık var.
Ancak zaman zaman beni şaşırtan kimi yorumlara da rastladım. Çok azımsanmayacak bir kısım Erdoğan’ı hâlâ ‘Kürt sorununun çözümünde etkili olacak/olabilecek bir lider" olarak tanımladı. Bölgeden bir siyasetçi bu durumu "Erdoğan devleti ele geçirdiği için böyle düşünülüyor" diye yorumladı. Bir diğeri "Erdoğan ile Öcalan sorunu çözebilecek belki de son güçlü isimler" dedi. Bir siyasi analist ise görüşünü şöyle özetledi: "Diğer siyasi partilerde sorunu çözecek lider/aktör mü var? Geçtim İYİ Parti’yi, CHP nerede duruyor, hangi çözümü geliştiriyor ki?"
Seçimden seçime Kürt seçmeni hatırlayanlara da, kendi tanımlamalarıyla "pek çok Kürdün oyunu alan HDP'yi ittifakta açık açık göstermeyenlere" de tepki büyük.
Gaziantep’te karşılaştığım, benimle yaklaşık aynı rotayı izleyen bir sol siyasetçi ise izlenimlerini aktarırken "Devletin tüm mekanizmalarını çürütmüş, buradaki halkı ötekileştirmiş bir isim Erdoğan, bence artık hiçbir sorunu çözemeyeceğinin herkes farkında" şeklinde konuştu.
Mardin’de karşılaştığım bir diğer siyasetçi ise şunları anlattı:
"Üst düzey MHP’lilerle görüşüyorum. Hâlâ Saray’dan bilgi alabilen AKP’lilerle de. Her iki taraf da birbirinden rahatsız. AKP ile MHP’nin yolları seçim sonrasında ayrılır. Bakmayın siz 'seçime kadar değil mezara kadar' söylemlerine. Erdoğan oylarının düştüğünü, MHP’ye kaydığını, kullandığı dilin onu dibe çektiğini görüyor. MHP’lilerde ise yarım asırlık parti Erdoğan/AKP içinde eriyor kaygısı/kızgınlığı var."
“Bi türkü söyliyeyim mi abi”
Biraz sokaklardan bahsetmek isyiyorum. "1,5 yıllık zorunlu ikametim" sebebiyle bölgeye 2 yıl sonra ilk gidişim. En çok dikkatimi çeken Diyarbakır’dan Urfa’ya sokaklarda yardım isteyenlerin sayısındaki büyük artış. Urfa’da "Hz. İbrahim makamı" olarak bilinen alanın içinde yer alan dinlenme yerinde çay içtiğim 20 dakika boyunca yanıma yaşları 5 ile 10 arasında değişen en az yirmi evlat gelip para istedi. Masaya geldiklerinde söze şöyle başlıyorlar:
"Bi türkü söyliyeyim mi abi?"
Konuşmanın devamı "Harçlık verir misin", "Şuradan bir ekmek alır mısın"a kadar gidiyor. Urfa’da yoğunlukla çocuklar bunu isterken Diyarbakır genelinde, özellikle Sur’da kadınlar yardım istiyor.
Girdiğim hemen her dükkânda değişmeyen ritüel. Gönülden bir karşılama. Çay, kahve ya da sattığı ürüne göre fıstıktan "hayalet şeker"e mutlaka gönülden ikram. Sohbette ise ekonomik krizin kendilerini ne kadar sarstığını anlatma. Yol boyu en çok duyduğum iki kelime: Barış ve ekmek.
Demirtaş halkın gönlünde
HDP bölgeden yüksek oy alacak. 24 Haziran’ın da biraz üstünde. Anket yapanlar böyle söylüyor. Ancak HDP’nin şu anki yönetiminin çalışmalarını/söylemlerini yetersiz/eksik bulup eleştirenler de var. T24’teki Newroz izlenimlerinde bunu yazdım. Ertesi gün karşılaştığım HDP’li bir siyasetçi "Dışarıdan bir bakışla böyle bir yorum haksızlık. Halkımız, üzerimizdeki baskıyı görüyor, desteğini esirgemiyor" diye beni eleştirdi. Ancak Diyarbakır’dan sonra devam ettiğim rotada HDP’ye yönelik eleştirileri duymaya devam ettim. Bu eleştiriler HDP’ye yönelik oy verme eğilimini değiştirmeyecek olsa da, "eleştiri hakkını saklı tutarak" tercihini kullanan bir kitlenin varlığı da realite.
Hemen herkes "politika/politikacı" deyince en az bir kere Selahattin Demirtaş’ın adını anıyor. Newroz Meydanı’nda da adı anons edildiğinde büyük alkış alıyor, sokaklarda da ‘Demirtaş bir gün yeniden partinin başına geçecek’ diye konuşuluyor. Onun verdiği mesajlar (genelde bağımsız haber sitelerinde yer bulabilen, sosyal medyada yayılan) tercihlerde dikkate alınıyor.
Gezi boyunca karşılaştığım en ilginç sahnelerden birine Diyarbakır’da rastladım. Newroz için Ankara’dan gelen bir kadın seçmen bir HDP’li yöneticiye Ankara’daki CHP’li adaya (Mansur Yavaş) oy vermeye elinin gitmeyeceğini söyledi. (HDP Ankara’da büyükşehir için aday göstermedi). HDP’li yönetici verilecek oyun ‘kişiye değil demokrasiye verileceğini söyleyerek’ kadın seçmeni Mansur Yavaş'a oy vermeye motive etmeye çalıştı.
Kürt oyları bu seçimlerin sadece bölgede değil, başta İstanbul olmak üzere büyükşehirlerde de kaderini değiştirebilecek nitelikte. Türkiye’nin, mutlu bir ülke olmak için de Kürt sorununu barışçı bir şekilde çözmesi gerekiyor. Bir gazeteci olarak bölgeyi ve söylenenleri objektif olarak yansıtmaya çalıştım. Ancak 31 Mart seçimlerinin siyasetin ve yeni demokratik arayışların miladı olabileceği düşüncemi de kayda geçirmek istiyorum.