Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yeni kabinesi ile ilk toplantısını bugün gerçekleştirecek. Başta ekonomi ve dışişleri kimi sorumluluk alanları ile ilgili aralarında 'muhalif olarak tanınanların da olduğu' bir grubun olumlu beklentisi var. Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu başbakanlığı döneminde yeni kabinedeki pek çok isimle beraber çalışmıştı. Hatta kabinenin en çok konuşulan ismi Hakan Fidan 2015 yılında MİT'ten ayrılarak AKP milletvekilliği başvurusu yapmış Erdoğan son anda bunu engellemişti. Davutoğlu 'çoğunu tanıdığını-birlikte çalıştığını' söylediği kabinedeki isimlerin önünde bir şahsiyet sınavı olduğunu söylüyor. Bunu da şöyle açıklıyor:
"Bu şahsiyet sınavı şudur: Öncekilerde olduğu gibi her cümleye 'Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatları' diye başlamadan, 'aklın, bilimin talimatları' veya 'devlet geleneğimizin talimatları' diye başlayabilecekler mi?"
Yine Davutoğlu kabineyi kendi deyimiyle 'Pelikan Çetesi', damat çevresi ve MHP etkisinin dışında oluşmuş bir yapı olarak analiz ediyor. Millet İttifakı'nın başarısızlığından 'az oyla çok milletvekili kazanma' tartışmalarına kendisine sorular yönelttik.
- 28 Mayıs seçimlerinin üstünden sekiz gün geçti. İçinde bulunduğunuz Millet İttifakı'nın adayı Kemal Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı seçilemedi. Aynı zamanda ittifakınız Meclis'te çoğunluğu da sağlayamadı. Millet İttifakı neden kazanamadı, neyi yanlış yaptı?
Her şeyden önce siyasetin bir doğası var ve ben bunun en önemli unsurunun psikolojik faktörler olduğuna inanırım. Aslında Millet İttifakı ile Cumhur İttifakı arasındaki rekabet kişisel ya da partiler arası bir rekabet değildi. İki farklı yöntem ve toplum sosyolojisine bakış rekabet etti. Rahmetli Şerif Mardin Hoca'nın mahalle kavramından hareketle bunu anlatabiliriz. Biz Millet İttifakı'nı kurarken, aslında önce Gelecek Partisi'ni kurarken bir noktanın altını özellikle çizerek kurucu arkadaşlara "Gelin hepimiz içinde bulunduğumuz mahallelerimizden çıkalım, önce tanış sonra yoldaş olalım" dedik. Herkesin kendini konforda, güvende hissettiği bir mahallesi var. Mahalleler; sosyolojik anlamda söylüyorum ister dini ister seküler olsun sembollere, kahramanlar/hainler tanımlarına, duygusal dürtülere dayalı cemaatvari topluluklar için güven alanıdır. Ama gerçek anlamda toplum olmak mahallelerden çıkarak ortak bir kamu alanı tanımlamakla mümkün olabilir.
Türk siyaseti uzun zamandır mahallelere sıkışmıştı. Birbirinden kopuk, birbirine kulakları sağır tek taraflı mitinglerle, tek taraflı sloganlarla siyaset yapan öbeklere dönüşmüştü. Bizim Gelecek Partisi'ne farklı kesimlerden gelen arkadaşları toplarken niyetimiz ortak vatandaşlık bağı temelinde bu toplum olma niyetiyle siyaseti buluşturmaktı.
Millet İttifakı içinse daha büyük ölçekli olarak bunu yapmaya çalıştık. Yani her birimizin geçmiş siyasi kültürümüzden de bazı fedakârlıklar yaparak kuşatıcı ve kapsayıcı bir siyasi kültüre geçiş sağlamaktı amaç ve bence burada ciddi başarılar da elde ettik. Yani altı siyasi partinin ve liderlerinin geçmişleri çok farklı toplum kesimlerine, toplum katmanlarına dayanıyordu. Bir araya gelerek de toplumda da bir hava oluşturduk.
"Mahallelere dönmenin en kolay ve etkileyici yöntemi ortak tehdit algısı oluşturmaktır"
Millet İttifakı'nın ortak akla ve mutabakat metinlerine dayanan toplumsal barış ve kamusal alan oluşturma çabasına karşı Cumhur İttifakı tekrar sembollere, korkulara ve sloganlara dayalı bir şekilde mahallelere dönme ve eski kültürel kalıplara sığınma çağrısında bulundu. Rekabet iki siyasal ve ekonomik vizyon ve ideoloji arasında değil iki sosyolojik psikoloji arasında yaşandı, çünkü muhafazakâr, milliyetçi ve laik/sol akımlar yatay olarak her iki tarafta da mevcuttu. Belki de Cumhuriyeti'mizin 100. yılında iki yüz yıllık modernleşme tecrübemizin en çetin sorusuyla yüzleştik: Ortak akla ve kamusal alan ahlakına sahip bir toplum mu olacağız, yoksa montaj videolar dahil her türlü yöntemle tahrik edilen korku ve dürtülerin esiri olarak daha da keskin mahallelere mi bölüneceğiz?
Mahallelere dönmenin en kolay ve etkileyici yöntemi ortak tehdit algısı oluşturmaktır. Bir tehditle karşı karşıyaysanız ailenize ve mahallenize sığınırsınız. Türkiye'de bu tehdit algısı yaşanan bir gerçeklik tecrübesine de dayanan terör tehdidi ile oluşturulabilirdi.
Bu rekabette maalesef toplumun alışageldiği refleksleriyle mahallelere dönme tercihi daha ağır bastı. Bizim yaptığımız doğru muydu diye soruyorsanız kesinlikle doğruydu. Bizim Altılı Masa'nın tarihi bir misyon üstlendiği ve bunu da büyük ölçüde başardığı kanaatindeyim. 200 yıllık modernleşme, 175 yıllık anayasal, 100 yıllık cumhuriyet, 75 yıllık demokrasi tecrübesinin birikimleri üzerinde gerçekleştirdiğimiz birliktelik ve mutabakat metinleri önemli bir ortak kazanım olarak hala masada ve gündemde olmaya devam edecektir.
Bu son derece anlamlı ve tarihi çaba seçim kazanmamıza yetmedi çünkü halkın değişik kesimleri iktidarın mahallelere geri dönme çağrısına korkulara dayalı bir psikoloji ile maalesef olumlu yanıt verdi. Zor ama kalıcı toplum oluşturma çabası yerine kolay ama yüzeysel bir mahallelere sığınma tercihine yöneldi.
Çıkış noktamız doğruydu ama psikolojik harp teknikleriyle üretilen korkularla insanların mahallelerine sığınmasına karşı etkili önlemler alabildik mi? Maalesef hayır. Seçim başarısızlığı toplumsal kültür içine nüfuz etmiş o mahallelerde konforu bulma anlayışıyla alakalı.
- Seçim sürecinde, sosyal demokratların, milliyetçilerin, muhafazakârların bir arada bir demokrasi mücadelesi verdiği yapıdan bahsediyorsunuz . Fakat seçim sonrası başlayan tartışmalar hem tabanda hem kimi partilerin tavanında sanki herkes tekrar kendi mahallesine dönecek ve bu mahalleler üzerinden başka bir siyaset yapılacakmış ve bir daha yan yana gelebilmek zorlaşacakmış gibi bir hava ortaya çıktı. Siz de bunu böyle okuyor musunuz?
Şimdi seçim sonrası özellikle de istenilmeyen bir netice alındığında bu tarz tartışmalar ortaya çıkar. Ama Cumhur İttifakı da büyük bir başarı sağlamış değil. AK Parti açısından da yüzde 7-8'lik bir oy kaybının olduğu bir tablo var. Herkes bir muhasebe yapar. Daha doğrusu muhasebe yapması gerektiğinde öz eleştiri yapması ahlaki bir sorumluluktur. Biz nerede yanlış yaptık? Bu soru sorulmadan yeni bir süreç başlamaz. O bakımdan herkesin kendi partisi içinde bunu tartışması doğaldır. Biz de tartışıyoruz kendi içimizde kendi aramızda. Doğal olmayan tepki ise yüzde 2 oy oradan buraya kaysaydı büyük başarı gibi görülecek olan bir sürecin mutlak başarısızlık gibi görülmesinde. Yani küçük farklarla Millet İttifakı kazanmış olsa Altılı Masa asrın projesi haline gelirdi. Dolayısıyla şimdi bizim yapmamız gereken hepimizin nerede eksik yaptığımız sorusunu, nerede yanlış yaptığımızı samimiyetle kendimize, partililere sormamız gerekliliği. Ama bunu kamuoyu önünde partiler arası bir tartışmaya dönüştürmemek lazım. O bir fayda getirmeyeceği gibi kim suçlu sorusundansa herkesin biz neyi eksik yaptık, biz neyi yanlış yaptık sorusuyla ilgilenmesi lazım.
"İktidardan rahatsız olan ama CHP'ye oy vermeyi arzu etmeyen kesimlere bir alternatif oluşturmak gerekiyordu"
- Sizin kendi partiniz açısından eksik olarak yaptığınız neydi peki, yani siz neyi daha fazla yapsaydık diyorsunuz?
Bunu aslında daha önce çok zikrettim. Ben 'mahallelere dönme refleksinden' korktuğum için, Cumhur İttifakı'nın bunu kaşıyacağını öngördüğüm ve Cumhuriyet Halk Partisi alerjisinin toplumun bir kesimde yaygın olduğunu bildiğim için toplumun belli kesimlerine hitap edecek farklı ittifak modellerini öne çıkarmıştım. Yani Cumhuriyet Halk Partisi'yle birlikte olmak, Millet İttifakı içinde bir uzlaşı içinde birlikte olmak ama diğer seçmen kitleleri özellikle de AK Parti'ye, MHP'ye oy veren seçmen kitlelerinin rahatlıkla gidip oy verebilecekleri, gönül rahatlığıyla gidebilecekleri bir alternatif oluşturmak. Bunu en başından itibaren daha Altılı Masa oluşmadan zikrettim. Bu konudaki çabalarımı herkes biliyor. Eğer öyle olmuş olsaydı muhtemelen bugünkü kutuplaşma türü bir durumdan önce bir ara topluluk oluşabilirdi. Yani iktidardan rahatsız olan ama Cumhuriyet Halk Partisi'ne oy vermeyi arzu etmeyen kesimlere bir alternatif oluşturmak gerekiyordu. Bunu ben çok ısrarla vurguladım ve hakkını teslim etmek durumundayım, Sayın Kılıçdaroğlu da bu ihtiyacı gördü ve bu teklife destek verdi. Ben kendisiyle de konuştum. "Bu size karşı bir tutum değil ama başka türlü seçmen alışkanlıklarına dayalı oy verme tercihlerini değiştirmekte zorlanırız çünkü maalesef hala siyasetimizde rasyonaliteden daha çok semboller ve vizyondan daha çok dürtüler öne çıkıyor" dedim. Kendi içimizde ne kadar oy değişkenliği olursa olsun Cumhuriyet Halk Partisi'nden İyi Parti'ye, İyi Parti'den bize, bizden İyi Parti'ye ya da böyle geçişkenlikler, toplumsal dengeyi temel dinamiği değiştirmiyor.
Bugün çıkan tabloda beni en çok ürküten şey toplumun neredeyse bir karpuz gibi ortadan yarılmış olması. Bunu engellemenin yolu, en büyük önemli rolü de hâlâ bize düşüyor. Biz derken AK Parti ve MHP, yani milli ve dini semboller konusunda hassas kitlelere hitap edebilecek partilere bize, Saadet'e, Deva'ya, Demokrat Partiye ve tabi ki İyi Parti'ye. İttifak içi ittifak modellemelerine gidebilmiş olsaydık daha farklı sonuçlar çıkabilirdi. Ben kimseyi suçlamak adına söylemiyorum. Bunda hepimizin sorumluluğu var.
Yoksa bizim partinin iç dinamikleri açısından bizim kendi partimiz de milletvekili adaylarına baktığınızda da göreceksiniz toplumun her kesiminden gelen arkadaş var. O anlamda parti kendi içinde mahalleden çıkma tecrübesini başarıyla gerçekleştirdi ama toplumda bu duyguyu uyandıramadık.
- Sizin ittifak içinde ittifak diye söylediğiniz; Millet İttifakı üst çatı, Gelecek, Saadet Partisi, Deva Partisi belki Demokrat Parti bir yerde. CHP ve İyi Parti ayrı ayrı bir yapıydı değil mi?
Ya Millet İttifakı'nın kitleleri ile duygusal bağ kurarak hitap edebilecek Saadet-Gelecek-Deva, uygun görmesi halinde Demokrat, ittifak-içi ittifak modeli ya da farklı bölgelerde Cumhuriyet Halk Partisi ve İyi Parti'nin tek listesi olmalıydı. Bölgesel hassasiyetler göz önüne alınarak İç Anadolu ve Karadeniz'de İyi Parti listesi altında, Ege, Trakya, Akdeniz, Doğu Anadolu'da, Güney Doğu Anadolu'da Cumhuriyet Halk Partisi altında olabilirdi. Cumhuriyet Halk Partisi'nin durumunu da ben anlamak gerektiğini düşünüyorum. Listelerden sonra kendi iç tartışmaları oldu ve Sayın Kılıçdaroğlu bunu aşabilmek için bence çok anlayışlı bir şekilde davrandı ama bu tartışmaların önünü kesmenin yolu buydu. Bizim 300'ü aşmamız lazımdı. Bugün Meclis'te 300'ü aşmış olsaydık Cumhur İttifakı Cumhurbaşkanlığını almış olsa bile toplumda bir umutsuzluk olmazdı, çünkü yürütmedeki yanlışlar Meclis'te düzeltilir denilirdi ama şimdi bu da yapılamamakta. Bu denge denetim mekanizmasını işletecek bir güce gelmemiz lazımdı. Bu anlamda en olumsuz senaryo oluştu. İyi bir formülasyonla dengeli bir yapı gerçekleştirilebilirdi. Maalesef bunu gerçekleştirecek yaratıcı formülleri erken bir aşamada oluşturamadık
"'Bu tartışmayı yaşayan liderler acaba devleti nasıl yönetecekler' sorusu gündeme geldi ve iktidar da bunu tepe tepe kullandı"
- Kemal Kılıçdaroğlu'nun adaylığının geç tartışılması, mart ayındaki kırılma anı bunun bir etkisi oldu mu seçimlerde?
Kabul etmemiz lazım oldu. Yani bu kadar kritik bir aşamada "Bu tartışmayı yaşayan liderler acaba devleti nasıl yönetecekler" sorusu gündeme geldi. Ve iktidar da bunu tepe tepe kullandı. Masada başka isimler de konuşulabilirdi. Ben de buna karşı değilim ama nihayetinde isimlerin masaya gelmesi ve bir sonucu biz kendi aramızda oluşturmamız lazımdı. Şimdi o tartışmaya geri dönmek istemem ama bunun olumlu bir etki yapmadığı aşikâr.
"Kaybetsek de kaybettiğimiz noktada da sorumluluğu birlikte paylaşmamız lazım"
- Kılıçdaroğlu'nun adaylığı sonucunda yüzde 48'lik bir oy alındı ama sonuçta kazanılamadı. Bu toplumda bir hayal kırıklığı yarattı. Böyle mi düşünüyorsunuz?
Yüzde 48 bir başarısızlık değil. Bu yüzde 48'in yanında Meclis'te de 300'ü almış olsak Türkiye'de siyasi bir denge kurulurdu. Ama hem orada yüzde 48'de kalıp hem de Meclis'te Cumhur İttifakı çoğunluğu alınca yani Cumhur İttifakı her ikisini de kontrol eder hale gelince tabii toplumda geniş bir hayal kırıklığı oluştu.
- Peki milletvekili seçimlerinde CHP'ye yeterince oy kazandırabildi mi Gelecek Partisi? Tartışmaları takip ediyorsunuzdur. Az oyla çok milletvekili çıkartma konusu özellikle.
Bu tartışmayı çok açık söyleyeyim etik bulmuyorum. Başarılı olmuş olsaydık bu tartışma yaşanmazdı. Pasta küçülünce herkes pastadan düşük pay aldığını düşünür ama bizim Gelecek Partisi açısından söylüyorum, bütün müktesebatımızla Sayın Kılıçdaroğlu'nun arkasında durmamız ve zor şartlarda bile Cumhuriyet Halk Partisi listesi içinde seçimlere girmek için çaba göstermemiz ve alandaki çalışmalarımız bence o milletvekilliğinin çok ötesinde değer taşır. Herhangi bir pazarlık içinde olmadık. Ama şunu görmemiz lazım ve ben bütün Türkiye hakkında arkadaşlardan değerlendirmeler aldım, büyük haksızlık yapılıyor. Mesela, bizim hiç adayımızın olmadığı Diyarbakır ve Van'da adayı olan partiler geldiler ve sizin burada teşkilatınız çok kuvvetli, siz SKM başkanlığını yapın dediler bizim il başkanlarımıza. Arkadaşlar bana sordu tabii yapacaksınız dedim. Diğer yerlerde bakın oy oranlarına her ilde, aday gösterdiğimiz her yerde Cumhuriyet Halk Partisi'nin oylarında ciddi artış var. Ayrıca, Cumhuriyet Halk Partisi'nin oyları statik kabul ediliyor. Cumhuriyet Halk Partisi'nin diğer partilere ciddi oy kaymaları da oldu bu arada onu görme şansımız yok. Yani Türkiye İşçi Partisi'ne, Memleket Partisi'ne hatta Zafer Partisi'ne hatta İyi Parti'ye değişik partilere bir kayma oldu. Bir de bunun tartışmasını nümerik olarak yaparsanız doğru olmaz. Bu konuda çok güzel bir yazı kaleme aldı Yıldıray Oğur. Ben de bütün il başkanlarından rapor aldım çok açık bir şekilde bizim bulunduğumuz yerlerde önemli ölçüde oy artışları var Cumhuriyet Halk Partisi'nin. Bizim bulunmadığımız yerlerde de fiilen SKM'yi bizim arkadaşlar yönetti yani bu konuda haksızlık olarak görürüm ve Sayın Kılıçdaroğlu'na yönelik eleştirileri de doğru bulmam. Biz ortak olarak bir kader birliği yaptık. Bir şey ispat etmek zorunda değiliz. Beraber mücadele ettik. Kazansak da beraberdik. Kaybetsek de ki kaybettiğimiz noktada da sorumluluğu birlikte paylaşmamız lazım. Sorumluluk onlarda diyerek sorumlu aramaya başlamak o süreci yönetenler açısından çok etik bir davranış olmaz.
"Yemin ederken herkesin kendi partisi adına yemin etmesi daha doğru olurdu"
- Kemal Kılıçdaroğlu Meclis'teki yemin töreninden evvel arayıp teşekkür etmiş telefon açıp siz liderlere. Milletvekillerinizin kendi partilerine dönebileceğini söylemiş. Bu konuda bir yazı yazdım geçen hafta.
Doğru. Bu arada başka haberler yayımlandı "Davutoğlu aradı ve bunu talep etti" diye. Ben hiçbir şekilde Sayın Kılıçdaroğlu'nu böyle bir taleple aramadım. Sayın Kılıçdaroğlu son derece takdire şayan bir siyasi olgunlukla kendisi aradı hatta süreçle ilgili doküman gönderdi. Yani arkadaşlarımızın nasıl istifa etmeleri gerektiğiyle ilgili Cumhuriyet Halk Partisi'nin dokümanlarını gönderdi. Bu konuda aramızda karşılıklı saygı ilişkisi var. Bu bir zaaf değil. Bizden de öyle bir talep gitmedi. Demiş olsaydı ki bir müddet kalsalar açıkçası buna da çok itiraz etmezdik. Etik olarak saygı duyardık bu görüşe. Ama Sayın Kılıçdaroğlu kendisi aradı ve bunu söyledi. Biz de memnuniyetle dedik. Orada da doğru bir hassasiyet var Sayın Kılıçdaroğlu açısından. Yemin ederken herkesin kendi partisi adına yemin etmesi daha doğru olurdu. Bence karşılıklı saygıyla yürütüldü.
- Peki bundan sonra ne olacak? Birincisi, Meclis çatısı altında grup kurmak için, komisyonlarda olmak için 20 sayısı gerekiyor. Aslında Deva'nın 15, sizin 10, Saadet'in 10 milletvekilleri var. Üçü bir araya gelebilir mi? Yani stratejik bir iş birliği olabilir mi? Birinci ayağı bu sorunun. İkinci ayağı orta vadede mesela Deva ile Gelecek birleşerek tek parti haline gelebilir mi?
Şimdi ben siyasi anlayışı itibariyle her zaman vizyoner ve iddialı bir tutumu doğru bulmuşumdur ama aynı zamanda da realist, gerçekçi olmanız lazım. Siyasi ideallerle gerçeklerin buluştuğu yerde siyaset yapılır. Bugünkü siyasi gerçeklik bu partilerin şu veya bu yolla şu veya bu modelle bir araya gelerek, gerektiğinde fedakârlık da yaparak bir çözüm üretmelerini, gerekli, zaruri kılıyor.
- Üç parti Gelecek, Deva, Saadet mi yani?
Belki de Demokrat Parti de. Hep beraber konuşmamız lazım. En uygun formülle bunu yapabilmemiz Türkiye'de sağ muhafazakâr tabanın toparlanması ve bir alternatif oluşturması gerekiyor. Yoksa insan kaynağını heba ederiz. Şu anlamda, ilk defa iktidar AK Parti'nin bugünkü yöneticileri Meclis'te kendileri içinden çıkmış muhalefetle yüzleşmek zorunda kalacaklar. Kendi içinden biz ve Deva da kendi içinden çıkmıştır ama Saadet Partisi de aynı damardan. Mesela 2002-2007 arasında sadece Cumhuriyet Halk Partisi ve AK Parti vardı. Sonraki bütün süreçlerde diğer partiler oldu. Milliyetçi Hareket Partisi başta. Ama muhafazakâr tabandan oluşan hareketle muhalefet edebilecek bir yapı Meclis'te olmamıştı şimdi var. Hatta Yeniden Refah Partisi'nin pozisyonu ne olur zamanla belli olmaz. O dahi belli konularda muhalefet edebilir. Şimdi bizim böyle bir potansiyelimiz varken bunu değerlendirmeyip tekil çalışmalar içine girmemiz bu insan kaynağının yeterince etkin olmaması sonucunu doğurur. Bu konuda da görüşüyoruz. Arkadaşlar da görüşüyor bizler de liderler olarak görüşüyoruz. Tarihi kritik bir süreçten geçerken Türkiye'de otoriter yapı kurumsallaşırken ve eğer artık keskin bir şekilde kutuplaştıktan sonra da bu siyasi partilerin alanları iyice daralacaksa, o alan daralmadan bizim bir muhalefet hattı oluşturmamız bence bir zarurettir. Bu Cumhuriyet Halk Partisi ve Millet İttifakı dışında anlamına da gelmez. Hatta muhalefeti güçlendirir. Çünkü komisyonlarda muhalefetin aldığı payı arttırır. Dolayısıyla burada hepimizin bir basiretle davranması lazım ve gerekli fedakarlıklardan kaçınmadan bir formül üretmemiz lazım.
"Karamollaoğlu ve Babacan ile görüştüm"
Muhafazakâr partilerin birleşmesi anlamında da mı söylüyorsunuz?
Partilerin farklı modelleri olabilir, partilerin birleşmesi de olabilir. Biz Gelecek Partisi olarak her türlü tartışmaya her zaman açığız. Ben dikkat ederseniz son 3-4 yıl içinde biraz da siyasetin seyrinin dinamik olduğunu göz önüne alarak hiçbir zaman çok kısıtlayıcı ifadeler kullanmadım. Tek başımıza geliriz, liste çıkar veya şu listede gireriz şunu yapmayız bunu etmeyiz bu ifadeyi kullanmamaya özen gösteriyoruz. Çünkü siyaset hiç ummadığınız, hiç beklemediğiniz sonuçları masaya getirir ve siz o sonuçla yüzleşirsiniz. Şu anda da benim gördüğüm alanda Gelecek'le Deva Partisi'nin tabanlarında bir geçişkenlik var. Saadet Partisi'yle de birçok noktada özellikle AK Parti'nin dini sembollere karşı kullanarak yürüttüğü siyaset karşısında ortak olarak vereceğimiz çok güçlü bir mücadele var. Bizim bunları düşünerek basiretle bir karar almamız lazım. Önümüzdeki günlerde bu konularda sürecin hızlanacağını düşünüyorum.
- Liderlerle telefonla ya da yüz yüze temas oldu mu?
Tabii... Dün Sayın Karamollaoğlu İstanbul'daydı. Bir cenaze dolayısıyla müsait misiniz dedi eve geldi dün de sohbet ettik.
- Ali Babacan ile?
Ali Bey'le de iki seçim arasında o bir ziyaretimize gelmişti. Önümüzdeki günlerde de görüşeceğiz yani liderler arasında. Dün de telefonla görüştük de sürekli arkadaşlarımız görüşüyorlar. Yani genel başkan yardımcılarımız arasında daha da sık görüşmeler var.
- Seçimlerden sonra Tuğrul Türkeş bir yazı yazdı. 'Milliyetçi Lig' diye bir kavramı tartışmaya açtı. Başka partilerde olsalar bile milliyetçi görüşteki insanların bir arada ortak pozisyonla belirleyici role gelmeleri Meclis'te. Sizin planınız da anladığım 'muhafazakar birlik'. İktidar özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi yeni bir anayasa taslağı hazırlama, gündeme getirme noktasında. Burada bu metni destekleme noktasında tavır ne olur?
O sadece bizimle ilgili olmaz bütün partilerle ilgili olması lazım. Anayasa toplumsal uzlaşı gerektirir ama bizim tabii şu farkımız olacaktır, bizde geçmişte AK Parti kitleleri ve yöneticileri ile yakın iletişimde bulunmuş arkadaşlar var. Mesela Selçuk Özdağ, Kani Torun ve Mustafa Bilici eski AK Parti milletvekilleri Selim Temurci ve Nedi̇m Yamalı 15 Temmuz gecesinin FETÖ'ye karşı sokakta direnen İstanbul ve Ankara il başkanları, Hasan Ekici, İsa Mesih Şahin ve Sema Silkin Ün AK Parti'nin farklı kademelerinde görev yapmış arkadaşlar. İster istemez o Meclis'te daha önce beraber çalıştıkları onlarca AK Parti milletvekili var. İster istemez orada oluşmuş hukuklar var. Serap Yazıcı Hoca ilk defa siyasete girdi ama 2007 yılında AK Parti, Sayın Erdoğan o zaman parlamenter sistemi savunurken taslağı yazanlar arasındaydı Ergun Hoca ile birlikte.
Kimi yakınlaşmalarda bir yanlışlık görmem ama anayasal düzenleme, anayasayla ilgili birtakım düzenlemeler olacaksa bunların bütün partilerle yapılması gerekir. Herkesin bu anlamda yürüttüğü bir çalışma var. Beni bu seçimde kaygılandıran toplumun neredeyse karpuz gibi ortadan bölünmesi ve tekrar Millet İttifakı'yla yapmak istediğimiz ondan önce AK Parti döneminde dahi yapmaya çalıştığımız o rövanşist eğilimleri yumuşatma yerine çok keskin bir parçalanma tablosunun ortaya çıkmış olması. Bu beni kaygılandırıyor. Bu tabloya karşı açıkçası misyon olarak da hepimiz önce iktidarın tahrik ettiği bu kutuplaştırmayı, ötekileştirmeyi minimize etmeye çalışmalıyız. Göreceğiz Tayyip Erdoğan nasıl bir yol takip edecek ama 'prompter'dan yazılı metinleri okuduğunda ümit var oluyorsunuz onun dışına çıktığında yine eski dile dönüşler oluyor. Yeni mecliste bir karşılıklı anlayış içinde bir yumuşamanın olması en azından bu kritik süreçler için önemli. Tabii muhalefet yaparken de halkın çıkarlarını koruma bağlamında da yine kararlı sert bir dil kullanılabilir fakat partiler arasındaki istişarelere açık olmak lazım.
- Demin bir birini tanıyan partililerden bahsettiniz. Süreçte Gelecek veya Deva'dan kopup AKP'ye geçen milletvekili olur mu?
İktidar cihetinden gelecek bu tür girişimlerin gayri ahlaki olduğu kanaatindeyim. Açık söyleyeyim bu tür gayretler sadece şimdi değil partimiz kurulduğundan beri deneniyor. Yani sadece milletvekillerine değil bizim bütün il başkanlarımıza, kurucularımıza ve yöneticilerimize bazen tehditler bazen teklifler geliyor. Siyasi etik bakımdan son derece yanlış. Bizim AK Parti içinden oradan gelen arkadaşlarımız yanlışları görerek geldiler. Önyargı içinde davranmayız doğru olan şeylere doğru deriz ama asla çizgimizi değiştirmeyiz. Asla yolsuzluklara, yasaklara ve yoksulluğa dayalı bu politikaların yürütülmesi karşısında sessiz kalmayız. Bizim aramızda böyle siyasi etik davranışın dışına çıkacak arkadaş bulamazlar.
"Kabinedekileri şahsiyet sınavı bekliyor"
- Yeni kabine açıklandı. Bu kabinenin bir kısmıyla siz birebir çalıştınız. Başbakandınız o zaman. Hatta şimdi dışişleri bakanı olan Hakan Fidan'ı 2015 seçimlerinde siz milletvekili adayı yapmak istemiştiniz. Hem yeni kabineyi nasıl buldunuz hem de bu eski çalışma arkadaşlarınızı nasıl değerlendiriyorsunuz yeni kurulan ekipteki rollerini?
Şimdi yeni kabinede birçok açılardan yakından tanıdığım isimler var. Hatta kimileri "Davutoğlu'nun savunduğu isimler kabinede" diye değerlendirmeler yaptı. Bazıları Davutoğlu kabinesi diye espri bile yaptı. Doğruluk payı şudur: Bu arkadaşların önemli kısmı benim yakından tanıdığım ve kimi zaman da Sayın Erdoğan'la olan tartışmalarda doğrusu onları korumaya da çalıştığım isimler. Hakan Bey'le hukukumuz çok öncesine gider akademik hayata gider. MİT başkanlığına gelişi de daha sonra üstlendiği görevlerde de tavsiyelerim olmuştur ve birçok süreçte de istişarelerde bulunmuştum. Yanlış bir algı var 2015'te benim tek taraflı olarak onu milletvekili yapmayı arzu ettiğim gibi. O zaman Dışişleri ve MİT arasındaki koordinasyonun siyasal düzeyde yapılması şeklinde bir yeniden yapılanma düşünüyorduk ve bu çerçevede kendisinin de talebiyle üst düzeyde mutabık kaldığımız bir husustu. Sayın Erdoğan'ın daha sonra buna itiraz etmesi üzerine vaz geçildi. Hakan Bey o zaman geleceği dışişleri bakanlığı görevine yedi yıl gecikmeli bir şekilde geldi.
Genel olarak kabinedeki isimler bağlamındaki tercihe baktığımızda olumlu olan iki hususu zikredeyim. Birincisi, bu kabinenin 'Pelikan Çetesi' diyebileceğimiz çetenin veya damat çevresindeki oluşmuş ağın dışında oluştuğu anlaşılıyor. İkincisi de, Soylu'nun da devre dışı kalmasıyla MHP etkisinin dışında oluştuğu anlaşılıyor. Bu açıdan Erdoğan özellikle bizim de Meclis'teki muhalefetimizin olabileceğini düşünerek tabiri caizse AK Parti'nin daha kendi içine dönük bir kabine oluşturmaya özen göstermiş. Bu arkadaşların bir kısmı en azından tanıdıklarımızın ve beraber çalıştıklarımızın, siyasi ahlak sicilleri daha önceki bazı uygulamalardan farklı. Ayrıca kendi meselelerine vakıflar. Mehmet Şimşek örneğin... Mehmet Şimşek ile başbakan yardımcımız ve maliye bakanımız olarak birlikte çalıştık. Bütün o reform sürecini Mehmet Şimşek'le yönetiyorduk. Cevdet Yılmaz da başbakan yardımcılığımızı ve bakanlığımızı yaptı. Daha birçok isim zikredebilirim. Yaşar Güler Paşa çok doğru bir tercihtir. Ben O Genelkurmay 2. Başkanıyken birlikte çalıştım. Genelkurmay Başkanlığı'nda da Türkiye'de askerin disipline, tekrar bir hiyerarşiye kavuşmasında da hep Yaşar Güler Paşa'ya güvendim.
Bu isimler doğru isimlerdir açık ifade edeyim ama bundan sonra bu isimlere gerçekten hareket alanı, gerçekten inisiyatif alanı bırakılacak mı, mesele bu. Tayyip Erdoğan'ın en büyük vebali, en büyük hatası günahı nedir deseniz, çok zor şartlarda yetişmiş insanı çok kısa sürede tüketebiliyor, örseleyebiliyor ve kamuoyunda itibarsız hale getirebiliyor. Yani bir siyasi liderin en fazla övünç duyacağı şeylerden biri ne kadar devlet adamı yetiştirdiğidir. "Demirel'e yakın rical" denirdi mesela "Ecevit'e yakın rical". Birçok ismi Özal, rahmetli Erbakan Hoca birçok devlet adamını potaya soktu, ama Erdoğan potaya soktuğu insanları kullanıp bir kenara atıyor.
Bu arkadaşları şimdi şahsiyet sınavı bekliyor açık ifade edeyim. Bu şahsiyet sınavı şudur: Öncekilere olduğu gibi her cümleye 'Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatları' diye başlamadan, "aklın ve bilimin gereklilikleri", "milli değerlerimizin ve kamu emaneti bilincinin sorumlulukları" veya "devlet geleneğimizin esasları" diyebilmeleri. Şimdi bu arkadaşlar ve diğer birçok isimler de. Mesela otuz yılı aşan bir geçmişle yakından tanıdığım Ömer Bolat'ı ahlaki değerlerine güvendiğim için 2015 yılındaki olağan kongrede kurduğumuz ve başkanlığını bir ahlak abidesi olan rahmetli Raşit Küçük Hocamızın üstlendiği Siyasi Etik ve Erdem Kurulu üyeliğine atamıştım. Şimdi kabinede Ticaret Bakanı. Acaba kendisinden iki önceki Ticaret Bakanı'nın kendi bakanlığına dezenfaktan satmasının yol açtığı kamu zararını soruşturabilecek mi yoksa olabilecek yeni yolsuzluklara 'Cumhurbaşkanımızın talimatları' diyerek sessiz kalmayı m tercih edecek?
"Sayın Şimşek Erdoğan'ı heterodoks politikalardan vazgeçirerek rasyonel bir çizgiye getirebilecek mi, yoksa sayın Lütfi Elvan'a yapıldığı gibi Meclis grubu önünde ağır ithamlara mı maruz kalarak görevi bırakmak zorunda kalacak?"
Şimdi hepsini bir sınav bekliyor. Eğer bundan önceki örnekler gibi kısa zamanda öne çıkarılıp ilk olumsuzlukta Erdoğan tarafından "Suçlu ben değilim, suçlu bunlar" diye harcanacaklarsa bu onları de devleti de örseler. Mesela Sayın Mehmet Şimşek'e meydanlarda 'faizci', 'dolandırıcı' diye çok ağır hakaretlerde bulundu. Birlikte çalıştığımız dönemlerde Erdoğan'ın kendisine ve dönemin Merkez Başkanı Erdem Başçı'ya ağır ithamlarda ve hakaretlerde bulunması üzerine bana geldiklerinde "siz doğru bildiğinizi yapacaksınız cumhurbaşkanıyla ben konuşurum" derdim. Onlar da bunu bilirler ve politikalarda taviz vermezlerdi. Sayın Şimşek'in devir teslim törenindeki tabiriyle "ekonomi rasyonel bir zeminde" böyle tutulurdu. Şimdi soru şu: Sayın Şimşek Erdoğan'ı heterodoks politikalardan vazgeçirerek rasyonel bir çizgiye getirebilecek mi, yoksa sayın Lütfi Elvan'a yapıldığı gibi Meclis grubu önünde ağır ithamlara mı maruz kalarak görevi bırakmak zorunda kalacak? O durumda rasyonel politikalar konusunda sırtını kime dayayabilecek?
Nitelikli insanlarla çalışmanın bir kültürü vardır. Nitelikli insanla çalıştığınızda güveneceksiniz ve hareket alanı açacaksınız. Erdoğan'ın geçmiş başarılarına bakın, hareket alanı açtığında güvendiği insanlarla başarılı oldu. Her işi ben bilirim dediğinde devleti de milleti de kendisini de sıkıntıya soktu. Şimdi bu arkadaşların sınavı şudur, yanlış bir şey istendiğinde cumhurbaşkanına karşı 'hayır efendim onu yapamayız' diyebilecekler mi? Şimdi Şimşek çok güzel başlangıç yaptı. Rasyonel bir çizgiye ekonominin gelmesi lazım dedi. Peki yarın irrasyonel bir talep geldiğinde cumhurbaşkanı tarafından karşısında durabilecek mi duramayacak mı? Sınaması bu. Her birinin sınaması bu. Cevdet Yılmaz daha önceki cumhurbaşkanı yardımcısı Fuat Oktay gibi pasif bir pozisyonda mı kalacak yoksa gerçekten koordine edip gerektiğinde ağırlık koyacak mı? Şimdi benim bu arkadaşlara görevleriniz hayırlı olsun dedikten sonra tavsiyem şudur, doğru bildiğiniz hususlarda Cumhurbaşkanı ile açık bir şekilde konuşmaktan ve pozisyonunuzdan vaz geçmeyin. Makamınızı değil, müktesebatınızı, itibarınızı, şahsiyetinizi ve kendinize olan saygınızı koruyun.
"Gücü elde ettikten sonra bütün o ortak değerlerimiz diye gördüğümüz değerleri ayaklar altına alıp beni tasfiye etmenin yoluna gitti"
Kendi tecrübemden size örnek vereyim. Şimdi ben geriye dönüp baktığımda Erdoğan bilmiyor muydu benim şahsiyetimi? Bilmiyor muydu benim yolsuzluklara karşı mücadele edeceğimi? Bilmiyor muydu benim şeffaflık, siyasi ahlak diyeceğimi? Biliyordu. Beni AK Parti genel başkanlığına teklif ederken 2015'teki seçimi kazanabilmek için benim dürüst kimliğime ihtiyaç duydu.
Gücü elde ettikten sonra bütün o ortak değerlerimiz diye gördüğümüz değerleri ayaklar altına alıp beni tasfiye etmenin yoluna gitti. O zaman 'Pelikancılar'ı kullandı şimdi bu arkadaşları da yerel seçime kadar miadı olan, son kullanma tarihi yerel seçim olan bir mantıkla bakıyorsa birçok ismi harcayacak demektir. Sonra yine kendi bildiğini okuyup bu arkadaşları tasfiye edecekse ya da olumsuz bir şey olduğunda suçlu ben değilim bunlar diyecekse bu arkadaşların o niteliklerini hayata geçirmeleri zor olur. Hepimiz sınavdayız. Benim gördüğüm Sayın Erdoğan çok iyi bir taktisyendir ama çok kötü bir stratejisyendir. Taktiği yapar, insanları o taktik içinde kullanır ama sonuçta baktığınızda 20 yıl sonunda Erdoğan'la birlikte çalışmış kaç insan ayakta kaldı veya hala bir devlet görevi yürütüyor? Türkiye'yi nihai stratejik hedef olarak hangi tutarlı çizgiye oturtabildi?
"Anayasal olarak ana muhalefet partisi lideri konumuyla protokolde yeri olan Sayın Kılıçdaroğlu o salonda bulunmuyorsa nasıl kucaklaşma olacak?"
- Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kucaklaşma çağrısını nasıl karşılıyorsunuz?
Aynı filmi tekrar tekrar seyretmenin hissi nasıl bir duyguysa öyle bir his. Yani seçim gecesi 'prompter'da güzel yazmışlar. Vaktinde o 'prompter'a yazılan, yapılan konuşmaların çoğunu son olarak ben görürdüm ya da Sayın Nabi Avcı görürdü başbakanlık döneminde. Bunların nasıl yazıldığını biliyoruz. Orada kaleme alınan hususlar söz konusu olduğunda iyi kaleme alınıyor çünkü artık bir tecrübe oluştu ama 'prompter'dan çıktığı anda yine kitleleri muhalefet liderine karşı kışkırtıyorsa, idam çığlıkları attırıyorsa seçilen milletvekillerine kiralık vekil diyorsa… Şimdi ondan sonra nasıl kucaklaşma olacak? Şimdi eğer kucaklaşma olacak dediyse o yemin törenine ve diğer törenlere muhalefet liderlerini de çağırması lazımdı. Gidilir gidilmezdi ayrı bir husus ama Venezuela'dan Gabon'dan liderler gelip de aynı salonda rekabet ettiğiniz ama nihayetinde anayasal olarak ana muhalefet partisi lideri konumuyla protokolde yeri olan Sayın Kılıçdaroğlu o salonda bulunmuyorsa nasıl kucaklaşma olacak?
- Siz de çağırılmadınız değil mi?
Ben çağırılmadım eski başbakan olarak. Çağırılmayı istediğim veya peşinde olduğumdan değil sen Latin Amerika'dan, Afrika'dan, Asya'ya kadar liderleri davet ediyorsun ve kucaklaşıyorsun ama kendi parlamento, kendi ülkendeki siyasi liderlerle kucaklaşmıyorsun. Kucaklaşma bir eylemle ortaya çıkar söylemle değil. Erdoğan'ın milli birlikten anladığı şudur, onun dediğini körü körüne kabul etmek. Hayır son dönemimde bütün milleti kucaklayan bir cumhurbaşkanı olarak davranıp davranmayacağıdır önemli olan. Bundan sonra göreceğiz. Şu ana kadar biz devlet tecrübesi ahlakı içinde geldik. Hiçbir lider cumhurbaşkanından gelecek bir çağrıya hayır demez gider düşüncelerini beyan eder. Nitekim Yenikapı buluşmasını hatırlayın, şimdi oradaki ruh sürdürülemez miydi? Her seferinde aynı film oynanıyor. Kucaklaşma deniyor, onun için büyük mesai harcamış insanları bile istiskal etmekten, harcamaktan kaçınmıyor. Dün Mehmet Şimşek meydanlarda istiskal edildi. Şimdi kucaklaşıldı. Ne zamana kadar kucaklaşılacak? İnsana saygısı olmayanın kendisine saygısı olmaz. Maalesef bugün siyasette en fazla eksiklik hissedilen özellik insana saygı.
- 28 Mayıs'tan sonra altı lider bir araya geldiniz. Yerel seçimlere doğru giderken bu ittifakın bir şekilde sürdürülebilme ihtimali mümkün mü? O toplantıdan siz ne hissederek ayrıldınız?
Yerel seçimlerden daha önce başka bir husus var. Meclis'te bir eşgüdüm olması lazım. Ben orada bunu zikrettim. Meclis'te bir eşgüdüm için çalışmamız lazım. Çünkü nihayet aynı kaygılarla yola çıktık. Belli dokümanlar ürettik. O dokümanların ruhu etrafında, biz Meclis'te herkes yine ikili siyasal ilişkilerinde özgür olmakla birlikte, ortak bazı şeyleri savunmak konusunda bir eşgüdüm içinde olmalıyız. Haklı olarak her bir partinin şu anda kendi iç gündemi var. Sayın Akşener kongreye gidiyor önümüzdeki haftalarda. Sayın Kılıçdaroğlu kongreye gitme kararı aldı. Bizim de yasal kongre süremiz kasımda. Her bir partinin iç muhasebeden geçmesi lazım bu doğal. Bunlar geçtikten sonra eminim özellikle meclis tatillinden sonra, 1 Ekim'de gerçek yasama dönemi başladığında tablo daha netleşecektir. Hem partiler arası ilişkiler partilerin ortak grup kurma çabaları hem Millet İttifakı içinde nasıl bir muhalefet yapılabileceği konuları daha netleşecektir. Yani yerel seçimlerden önce mecliste onun iletişim yapılması lazım ve Meclis çalışmalarında bir eşgüdüm olması lazım. Yerel seçim genel seçimlerden farklıdır. Yerel seçimlerde isim üzerinde ittifak sağlanması durumunda daha kolay iş birliği yapılır. Bir yerde bir isim etrafında birleşilebilir, başka bir yerde başka bir isim etrafında ama önemli olan tabii İstanbul, Ankara gibi büyük illerin akıbeti ne olacak? Buralarda mutlaka bir eşgüdüm gerekecek.
Murat Sabuncu kimdir?Murat Sabuncu İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümünü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi'nde İşletmecilik Sertifikası programını tamamladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde Medya ve İletişim Sistemleri konusunda yüksek lisans yaptı. Dergi, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde muhabirlik, editörlük, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı yaptı. En uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştı. Tempo dergisinde genel yayın yönetmenliği, Fortune dergisinde kurucu yönetmenlik yaptı. Skytürk 360'da ekonomiden politikaya değişik programlar hazırladı, sundu. Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni oldu, ikinci ayında tutuklanıp Silivri Kapalı Cezaevi'ne gönderildi. Hapsedildiği cezaevinde 1,5 yıl tutuklu kaldı. T24'te köşe yazarlığı, yapıyor. 2016 yılından beri pasaportu ve sürekli basın kartı verilmiyor. Yargıtay'ın iki kere verdiği beraat kararına rağmen 7,5 yıl hapis cezası talebi içeren dosyası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda bekliyor. Bölgeden tanıklıklarını ve izlenimlerini "Gazze: Mahsuscuktan Bir Aşk Hikâyesi" adıyla yayımlanan kitabında paylaştı. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü sahibi. Sorbonne'da hukuk doktorası yapan bir oğlu, Nuri isimli bir kedisi var. |