İYİ Parti Genel İdare Kurulu ‘partinin yerel seçimlerde 81 ilde aday çıkarması’ kararını aldı. ‘Karar süreç içinde değişebilir’ dense de CHP ile İYİ Parti arasında seçim öncesi kendini hissettiren, seçim sonrası başta partinin Genel Başkanı Meral Akşener tarafından sıklıkla eleştiriye muhatap olan bir dönemden bahsediyoruz. Partinin her kesiminden uzun süredir sürmekte olan kimi CHP’lilere göre ‘bilinçli yıpratmaya dönen’ durum. Özellikle İstanbul konusu iktidar ve muhalefet açısından önemli. Ekrem İmamoğlu’nun şansı var ama elbette iktidar bir arada durup muhalefet çok adayla yarışırsa şansı azalır. İmamoğlu’nun önümüzdeki günlerde Akşener ile görüşebileceği söyleniyor. Siyasette ‘küslük’ olmaz ya da ‘kazanmak için bir araya gelmek şart tartışmalar ertelenebilir’ diye düşünülebilir. Ancak İYİ Parti Akşener’in deyimiyle ‘kendinin ağırlığını görmek istiyor’…Bu arada son dönemde İYİ Parti’nin yöneticilerinin neredeyse iktidardan çok CHP’ye yüklenmesinin iki partinin tabanlarında da – örgütlerinde de belli bir mesafe yarattığı açık. ‘Zorunlu’ bir işbirliğinin oya dönüşmesi ne kadar mümkün öngöremiyorum.
Yarışın büyük rekabete döneceği İstanbul’a bakalım.
Mayıs 2013 milletvekili seçimlerine kendi logosuyla giren İYİ Parti yüzde 8 aldı. CHP yüzde 28.8. AKP 36, MHP 6.24. Yeşil Sol 8.19. Bir de TİP var. Yüzde 4 oy aldı. Önümüzdeki seçimlere AKP-MHP bloğunun tek parça halinde gireceği kesin. Yüzde 40’un üzerinde bir oy anlamına geliyor. Yeşil Sol’un yeni yönetiminin de her ilde aday çıkartmak isteyebileceği beklenebilir. Bir önceki seçimlerde aday çıkarmamışlar, son seçimlerde de cumhurbaşkanlığına Kılıçdaroğlu’nu desteklemişlerdi.
Peki İstanbul’da ve Türkiye’de CHP, İYİ Parti’nin kapısını zorlamak yerin solda bir birlik oluştursa ne olur? Kazanma şansı ya da seçmenin bakışı nasıl şekillenir? Solda birlik konusunu memleketteki kutuplaşmanın yeni bir noktası olarak değil, alternatif farklı bir dünya-yönetim modeli olarak söylüyorum. Seçimlerin, partilerin daha önce aldığı ya da alması beklenen potansiyel oyların alt alta yazılarak kazanılamayacağı son seçimlerde görüldü.
Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısına kafamda bu düşüncelerle gitti. Partinin Genel Başkanı Erkan Baş, milletvekilleri Sera Kadıgil, Ahmet Şık, Genel Başkan Yardımcısı Doğan Ergün’ün katıldığı bir toplantıydı. Toplantıda aldığı notlardan bana göre en önemlilerden biri Erkan Baş’ın ‘sol hareketin yeni’yi temsili üzerine söyledikleriydi:
"Dünyada ve Türkiye’de sosyalistler yeniden yeniyi temsil eder hale gelmek durumunda. Yani kapitalizm belki de o 90’lı yıllardaki zaferinden sonra büyük krizlere giriyor fakat bir alternatif olarak geleceği, yarının toplumunu insanlara somut bir seçenek olarak sunabilecek, tüm dünyada bir sol-sosyalist yenilenme, bir sosyalizm ütopyasının güncellenmesi, insanların bunun üzerine düşünebilecekleri bir biçimde tartışılmaya başlanması konusunda bir eksiklik var."
Baş; bu noktada sendikal hareketin yenilenme zorunluluğundan da bahsetti:
"Gezi direnişinden sonra Türkiye sosyalist hareketinin siyasal, ideolojik, örgütsel bir yenilenme ihtiyacı vardı ve bunu yapmıyordu. Burada bir statüko görüyorduk ve hamlemiz aslında buna bir yanıt idi. Şimdi aynı şeyin sendikalar için de geçerli olduğunu üzülerek söylemem lazım. Yani Türkiye’de işçi sınıfının yapısı değişiyor sendikaların yapısı değişmiyor. Yine Gezi’den bir örnek vereyim, bence Gezi’nin darbe aldığı gün 15 Haziran’da DİSK’in ve KESK’in genel grev kararı aldığı gündü. Genel grev kararı almalarını kuşkusuz destekliyorum. Ama bilmiyorum hatırlar mısınız o günü, sanki Gezi yaşanmamış gibi Tünel’de başlayıp Taksim’de biten klasik bir sendika yürüyüşü yani Gezi’nin Türkiye’de yarattığı o atmosfer sendikaları hiç etkilememişti. Şimdi de esas olarak bu problemi çözmeye çalışıyoruz. Yani diyelim ki bizim kullandığımız kavramla ifade edeyim, gri yakalı emekçilerin mevcut sendikalara dönük bir ilgisi oluşamıyor. Bu bize göre emekçilerle ilgili bir sorun değil. İnsanlar örgütsüzlüğü tercih ettikleri için böyle yapmıyorlar ama mevcut sendikal yapı biçimi insanların kendilerini ifade edebilecekleri, katılabilecekleri, katkı koyabilecekleri canlı ve dinamik bir dönüşümü gerçekleştiremedi. Biz elimizden geldiğince buna ilişkin hem düşünsel tartışmalar yapmaya çalışıyoruz hem de arkadaşlarımızı bu konuda teşvik etmeye çalışıyoruz. Yani sendikaların da değişmesi dönüşmesi bu işçi sınıfının yapısındaki değişime uygun bir örgütlenme biçimine ulaştırılması için birtakım denemelerimiz var."
Gelelim seçimlerle ilgili söylediklerine. Bir süredir seçmenle-halka buluşarak geçen seçimin değerlendirmesini ve gelecekle ilgili hayalleri konuşuyorlarmış:
"Seçime kadar olan süreci sağlıklı işletebilirsek, özellikle diyelim ki bu yılın aralık sonuna kadar o süreci sağlıklı işletebilirsek seçimde başarı elde edebiliriz. Yoksa sadece seçime kitlenerek, sadece seçimde bu pasta dilimlerini nasıl birleştirirsek kazanırız anlayışının sonuç vermediği de aslında bu genel seçimlerde ortaya çıkan tablo bize gösteriyor. Dolayısıyla böyle bir hassasiyetimiz olduğunu vurgulayayım."
Erkan Baş’a önümüzdeki seçimlerde TİP’in nasıl bir strateji izleyeceği de soruluyor:
"Bize göre bir kere seçim ittifakı açısından bakarsak yerel seçimlerde ittifak çok çeşitli biçimlerde gerçekleşebilir. Ulusal düzeyde olabilir, illerde, ilçelerde, ayrı taktikler geliştirilebilir ama başta söylediğim önemli, yani biz bir üçüncü yol bir üçüncü ittifakın Türkiye’de etkin, güçlü bir biçimde siyaset sahnesine girmesinin önemli olduğunu, Türkiye İşçi Partisi kurulduğundan beri söylüyoruz. Bu konudaki iddiamız geçerliliğini korumaktadır. Adı Emek ve Özgürlük ittifakı mı olur başka bir şey mi olur buna ilişkin net bir şey söylemiyorum ama bu ittifakın genişleyerek büyümeye ve Türkiye’de gerçek bir seçenek olmasına ihtiyaç vardır. Yerel seçimleri de bunu gören bir yerden Türkiye İşçi Partisi yaklaşacak. Dolayısıyla aynı zamanda diyelim ki bugün Emek ve Özgürlük İttifakı’nın parçası olmayan sendikalar, demokratik kitle örgütleri, sol, sosyalist güçler birlikte bir yerel seçim başarısı için mücadele edeceklerse biz buna açık oluruz. Hatta bunun için çaba sarf edeceğimizi de bunun için çeşitli görüşmeleri yaptığımızı da paylaşabilirim. Yani sadece dar anlamıyla Türkiye İşçi Partisi’nin seçim başarısından ya da yerel seçim hedeflerinden bahsetmiyoruz. Türkiye’de yeni bir seçim anlayışının yeni bir siyaset anlayışının güçlenmesi için yerel seçimlerin kıymetli olabileceğini, değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz."
Bir diğer soru… TİP CHP ile bir işbirliği-ittifak yapar mı yerel seçimlerde:
"Üç belediye meclis üyeliği, iki belediye başkan yardımcılığı, daire başkanlığı karşısında kimi yerlerde Cumhuriyet Halk Partisi’ni destekler misiniz? Hayır. Çok net cevabımız hayır. Yani hiçbir yerde böyle bir pazarlığın parçası olmayacağız. Bu şu demek değil, 970 küsur ilçenin her birisinde Türkiye İşçi Partisi mutlaka aday çıkartacak ve seçime girecektir. Baştan böyle bir karar almış durumda değiliz. Programa bakarız, yaklaşıma bakarız. Eğer o yerellikte o ilde, o ilçede arkasında bizim durabileceğimiz bir program varsa…Onu da açayım; hangi açılardan arkasında durabilirim, bakın çok açık, bir; rantçı politikalara karşı net bir tutum alacağız. Yani kent politikalarında özellikle deprem riskiyle birlikte sıklıkla gündeme gelen kentleri bir rant alanı olarak gören yaklaşım var. Bunu çok açık ifade edeyim tereddüt kalmasın, AKP’li belediyelerin zaten tümü böyle. CHP’li belediyelerin de önemli bir bölümünün aynı yaklaşımı taşıdığını görüyoruz. Buralarda net bir pozisyon alacağımızdan hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Bunu açıklıkla ifade edeyim."
Erkan Baş’ın ‘net pozisyon alacağız’ dediği konulardan biri de doğal olarak ‘emekçilerin’ durumu:
"Aynı hafta Kadıköy’de ve Esenler Belediyesi’nde işçiler maaşları için protesto eylemleri yaptılar, harekete geçtiler. Çok acayip bir durumla karşı karşıyayız. Şimdi Kadıköy Belediyesi, Cumhuriyet Halk Partili bir belediye. İşçiler arasında CHP’ye oy verenler var, AKP’ye oy verenler var. Mesela işçi CHP’ye oy veriyorsa geliyorlar belediye yetkilileri ya doğrudan ya dolaylı olarak ‘aman ne yapıyorsunuz siz böyle yaparsanız burayı AKP alır o yüzden sabır gösterin’ diyorlar. AKP’li işçiye gidiyorlar ‘bak ilk sen atılırsın bir şey olursa’... Yani birisine havuç birisine sopa. Aynı şey Esenler’de tersten işliyor. Oradaki CHP’li işçiye gidiyorlar diyorlar ki bak ilk sen atılırsın. AKP’li işçiye diyorlar ki sen böyle devam edersen burayı CHP alır işsiz kalırsın. Şimdi biz Türkiye’yi bu mahkumiyetten kurtarmak istiyoruz ve belediyelerde de bu yaklaşımı sürdüren tüm belediye başkanları hangi partiden olursa olsun bizim rakibimiz olacak. Biz onlara karşı emekçinin hakkını savunan bir yerel yönetim anlayışıyla hareket edeceğiz.
Yerel seçim işbirlikleri ile ilgili genel başkan yardımcısı Doğan Ergün’ün söylediklerini aktarayım:
"Türkiye İşçi Partisi’nin hiçbir partiye, sendikaya, derneğe hiç kimseye karşı bir rezervi, önyargısı yok. Yani o açıdan Türkiye İşçi Partisi kendini solda, sosyalist tarafta nitelendiren bütün kesimlerle yan yana gelmeye baştan hazır. Yeter ki belli ilkeler ortaya koyalım. Yani kayyum gerçeği söz konusuyken Türkiye’de bununla ilgili yerel seçim de yaklaşıyorken bununla ilgili aktif bir tutum almanızı gerektirir. Şimdi bu bizim açımızdan ilkesel bir tutum olur. Efendim bu tutumu almam kendi istediğim gibi davranırım diyen olursa o da ilkesel bir anlaşmazlık olabilir o ayrı ama dediğim gibi yani ilkesel olarak yan yana gelip oturup anlaşabileceğimiz bütün partilerle biliyorsunuz Emek ve Özgürlük İttifakı’nda yer almayan sol sosyalist yapılar da var onlarla da görüşmeye açığız. Yakın zamanda eğer bir şey olmazsa da parti meclisi olarak da zaten Türkiye’nin sol sosyalist kamuoyuna bir çağrı yayınlayıp artık şimdi beraber harekete geçme zamanı diyeceğimiz bir çağrımız olacak."
İlkeler demişken; Sera Kadıgil ‘ordu ile ilgili eleştirlerinden sonra CHP’nin yalnız bıraktığı Sezgin Tanrıkulu’ ile ilgili şunları söyledi:
"Şunu çok iyi biliyorum ki, şu an CHP’deki arkadaşlarıma sorun yüzde 70’i içinden ‘ya Sezgin ağabey haklı ama şimdi ne gerek vardı bunları söylemeye’ diyecekler ve aslında hissettiklerini söylemeyecekler.. Sezgin Ağabey ne dedi? Bir insan bir üniformayla bir suç işlediğinde eğer ki bağlı bulunduğu kurum o üniformayı onun sırtından alıp onu hukuk mecralarının önüne çıkartıp hak ettiği cezayı veriyorsa o ferdi münferit bir suçtur, kuruma izafe edilemez o bireyin suçudur. Bir insan sırtında üniformayla bir suç işlediğinde o üniformaya o insana hiç dokunmadan o yakalara birer apolet daha takılıyorsa ve sırtlar sıvazlanıyorsa o suç artık bir bireyin değil o kurumun kendisine ait bir suçtur. Sezgin Tanrıkulu bir hukukçudur, Sezgin Tanrıkulu ömrünü insan hakları mücadelesine vakfetmiş bir avukattır ve bunu söylüyor. Bir milletvekili sorumluluğuyla, üstelik kesinleşmiş bir davadan bahsediyor. 15 insanın üniformalı insanlarca helikopterlerden atılarak katledilmesi ve bunun delillerle sabit olması olayından bahsediyor ve bir milletvekili sorumluluğuyla hesap soruyor. Ne oluyor burada diyor. Bu kurumun içinde böyle şeyler oluyor diyor. Buna karşılık yapılması gereken şey ne? Evet ne oluyor burada diye dönüp bakmak mı yoksa vay bilmem nemizin gözbebeği diye kendi yoldaşını, kendi partilini bu ırkçı saldırıların önüne atmak mı? Bence burada düşünülmesi gereken şey Sezgin Tanrıkulu’nun beyanı değil Sezgin Tanrıkulu’nun beyanına karşı Faik Öztrak’ın verdiği kabul edilemez cevap. Bu arada Kılıçdaroğlu’na da neticede destek olduk mu evet olduk pişman mıyız değiliz en makul seçenek oydu. Keşke başka bir seçenek olsaydı ve böyle bir sonuca ermeseydik.
Mesela bakın çok benzer bir ırkçı saldırı, kabul edilemez ırkçı bir linç HDP milletvekili Sevi̇lay Çelenk’in de başına geldi. Türkan Elçi’nin de başına geldi. Neymiş? Kadın voleybol takımını kutlamışlar diye inanılmaz ırkçı bir saldırıya maruz kaldılar tam tersinden. Halkların Demokratik Partisi ne yaptı? Çıktı, görüşü kabul edersin etmezsin, sen benim yoldaşımı linç edemezsin diye açıklama yaptı. Aynı tutumu Cumhuriyet Halk Partisi göstermekten daha kaç kere acze düşecek, daha kaç kere ağzımızın tadı kaçmasın Ali Rıza Bey siyasetiyle bu ülkede yaşayan Kürt yurttaşların eşit yurttaşlık mücadelesini görmezden gelecek? Bunu hakikaten merak ediyorum."
Bitirirken…
Geçtiğimiz hafta cumartesi günü Reform Enstitüsü’nün toplantısında Ekrem İmamoğlu’nu dinledim. Konuşmasının bir yerinde şunu söyledi:
"Birbiri peşi sıra iş basına gelen sağ iktidarlar, gelir dağılımını bozdu, cumhuriyetin en önemli gücü ve dayanağı olan yetenekli ve girişimci orta direği eritti. Bugün toplumun yüzde 10’u ulusal zenginliğin yüzde yetmişine sahip olacak bir noktaya geldiyse, bizim de kusurumuz var. Emeğin asli temsilci olarak CHP’nin iktidar olamayışının bedeli bu denli ağır oldu maalesef.."
Emeğin asli temsilcisi CHP…Tanım olarak güzel ama ne kadar gerçekçi? İmamoğlu partide ‘değişim’ derken ‘sol’ refleksi artırma sinyalleri de veriyor. Tabii kendisinin ne kadar ‘solda olduğu’ tartışmaları arasında. Önümüzdeki yerel seçimlerde başta TİP ve Yeşil Sol, İstanbul’da İmamoğlu ile diğer illerde CHP’li adaylar için yapılacak iş birlikleri seçim sonucunda etkili olur mu? Bence olabilir…Ama bu kez ‘şeffaf’ ve ‘yolun yarısında söylenenlerden dönülmeyecek’ anlaşmalarla…Kayyum atanan yerlerde ve ülkenin demokratik-hukuk sorunları konusunda ortak tepki geliştirerek belki de…
Bu arada TİP tutarlı bir şekilde haksızca hapiste tutulan milletvekilleri Can Atalay’ı her platformda hatırlatıyor, mücadelesini yapıyor. 1 Ekim’den itibaren eğer o tarihe kadar Atalay hapisten çıkmamışsa Hatay’a giderek eylemliliği de büyütecek. Ancak gözlemim ve toplantıda da söylediğim ‘kendi yoldaşlarının tutukluluğu konusunda gösterdikleri tepkiyi, ittifak ortaklarının tutukluluları için Kışanak’tan Demirtaş’a aynı kuvvetli vurguyla yapmıyor oluşları’…Erkan Baş bu yorumuma-soruma şöyle yanıt verdi:
"Can Atalay’la ilgili mesele de özel durum şu, Can bugün itibariyle seçilmiş bir milletvekili. Dolayısıyla tırnak içinde söylüyorum, biraz öne çıkıyor olması çok aykırı bir durum değil ama Can’ın da yargılandığı şu anda tutukluluğuna gerekçe gösterilen Gezi Davası. Biz Gezi’nin bir parçasıyız. Hepimiz oradaydık, hepimiz o arkadaşlarımızla beraberdik. Dolayısıyla sadece Can’ın özgürlüğü değil yani Gezi davasındaki bütün hukuksuzlukları gündem etmeye çalışıyoruz. Aynı biçimde tüm siyasi davalar. Toplantıyı açarken tutuklu gazeteci arkadaşlarımızdan bahsettik. Tutuklu siyasetçiler gerçeği ortada. Bunlar da hepsi geçmiş dönemlerde seçilmiş arkadaşlarımız. Biz Can üzerinden sürdürülen tartışmanın aslında Türkiye’deki adalet sistemine ilişkin bir tartışma olduğunun ısrarla altını çiziyoruz. Yani anayasadaki açık hükme rağmen seçilmiş bir milletvekiline bu yapılıyorsa sokaktaki vatandaşın başına neler gelebilir duygusunu ortadan anlatmaya çalışıyoruz ve bir bütünlüklü adalet mücadelesinin bir parçası mesela Can için sürdürdüğümüz kampanya. Önümüzdeki dönemde de göreceksiniz, benzer biçimde ilerleteceğiz bunu. Tüm hukuksuzluklara, tüm adaletsizliklere karşı bir mücadelede Can bugün için seçilmiş bir milletvekili olarak bir sembol. Zaten o yüzden de aday yapıldı. Yani Can’ın aday olarak seçilmesinin nedenlerinden bir tanesi de uğradığı bu hukuksuzluk, uğradığı bu adaletsizlik ve kendisinin de aynı zamanda bir hak mücadelecisi olmasıydı. O mücadeleyi büyütmek için devam edeceğiz."
TİP toplantısından aldığım notlar böyle…Önümüzdeki günler partilerin kendi aralarında ve içlerinde tartışmaları sürdüreceği günler…Bakalım muhalefet buradan bir sonuç çıkarabilecek mi?
Murat Sabuncu kimdir?Murat Sabuncu İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümünü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi'nde İşletmecilik Sertifikası programını tamamladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde Medya ve İletişim Sistemleri konusunda yüksek lisans yaptı. Dergi, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde muhabirlik, editörlük, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı yaptı. En uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştı. Tempo dergisinde genel yayın yönetmenliği, Fortune dergisinde kurucu yönetmenlik yaptı. Skytürk 360'da ekonomiden politikaya değişik programlar hazırladı, sundu. Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni oldu, ikinci ayında tutuklanıp Silivri Kapalı Cezaevi'ne gönderildi. Hapsedildiği cezaevinde 1,5 yıl tutuklu kaldı. T24'te köşe yazarlığı, yapıyor. 2016 yılından beri pasaportu ve sürekli basın kartı verilmiyor. Yargıtay'ın iki kere verdiği beraat kararına rağmen 7,5 yıl hapis cezası talebi içeren dosyası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda bekliyor. Bölgeden tanıklıklarını ve izlenimlerini "Gazze: Mahsuscuktan Bir Aşk Hikâyesi" adıyla yayımlanan kitabında paylaştı. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü sahibi. Sorbonne'da hukuk doktorası yapan bir oğlu, Nuri isimli bir kedisi var. |