Ekim 2018’de, yaklaşık 9 ay önce T24’te, İstanbul’da duyduğum Ankara’da birkaç kaynakla görüşerek olgunlaştırdığım bir yazıyı kaleme almıştım. Yazının başlığı AKP içinden doğan kefaret hareketi idi. Yazıda Abdullah Gül öncülüğünde bir parti beklendiğini ancak oluşacak hareketin o çevreyle sınırlı kalmayacağını ve yerel seçimden sonra harekete geçileceğini yazmıştım. Yazıda altını çizdiğim bir diğer nokta ise bunun bir ‘kefaret hareketi’ olacağı idi. 30 Ekim’de yayınlanan yazıda şöyle demiştim:
Dil Kurumu sözlüğüne göre 'kefaret'in anlamı "Bir günahı bağışlatmak umuduyla verilen sadaka ya da tutulan oruç"... İslami kaynaklar, "İşlenen bir kusur ve günahtan dolayı Allah'tan af ve mağfiret dilemek niyetiyle yapılan, ceza özelliği de bulunan bir tür malî ve bedenî ibadet" diye de tarif ediyor. Bu yazı ilk kez İstanbul'da duyduğum ve Ankara'da da yaptığım görüşmelerle peşinden gittiğim bir cümlenin üzerine kuruldu: AKP içinden bir kefaret hareketi doğuyor.
Uzun bir zamandır AKP'nin şu an uzağında kalmış bir ekip ile halen içerisinde bulunan bir gruptan oluşan isimlerin bir siyasi oluşuma gidecekleri söyleniyordu. Genelde kurucu/öncü isim olarak da Abdullah Gül'ün adı anılıyordu. Yaptığım görüşmeler arayışın Gül ve çevresiyle sınırlı olmadığı, daha geniş çevrede sürpriz isimlerin de içinde yer aldığı bir geniş halkadan bahsedilebileceğini bana düşündürdü.
'Kefaret ödeme' metaforunu farklı isimlerle yaptığım görüşmelerin tamamında duyunca yazmaya karar verdim. Siyasi arayıştakiler özetle kendi durumlarını şöyle tarif ediyor:
"Türkiye'nin siyasetten ekonomiye, özellikle adalet sisteminde şu an geldiği/getirildiği kötü noktada bizim de payımız var. Yapılan yanlışlara yeterince karşı çıkamadık, bazen sustuk. O zaman bu durumun kefaretini ödemek zorundayız. Ortaya çıkıldığında/çıktığımızda ellerindeki medya gücüyle bize her türlü itibarsızlaştırma girişiminde bulunabilirler. Ya da farklı yollarla üzerimize gelebilirler. Buna da hazırlıklı/dayanıklı olmalıyız." Görüştüğüm isimlere birkaç soru yönelttim. Birincisi; sadece şu an partiden kopan isimler ve içeriden AKP'liler mi yoksa ortaya çıkış sürecinde daha evvel hareketle anılmayan başka kişiler de olabilir mi? Aldığım yanıt şu oldu: Daha geniş katılımlı yeni isimlerin de olduğu bir oluşum arayışı var. Kaynaklardan birisi özellikle bunu tercih ettiklerini "kamplaşma tehdidi her geçen gün arttığı için" bunun şart olduğunu anlattı.
İşte uzun zamandır sessizce ama derinden çalışılan bu parti/hareket dün Ali Babacan’ın kurucusu olduğu AKP’den istifasıyla resmen başlamış oldu. Abdullah Gül’ün ‘yol gösterici/ağabeyliğinde’ çalışan bu harekette öne çıkan isimler; ağırlıklı olarak, Gezi ile başlayan Erdoğan’ın çevresiyle istişareyi keserek giderek tek adam yönetimini inşa ettiği süreçte parti içinde eleştirilerini dile getirip sonra da kopan isimlerden oluşuyor. Yeni oluşumdaki çekirdek kadro da Sadullah Ergin’den Beşir Atalay’a Mehmet Şimşek’ten Nihat Ergün’e bu duruşun ilk akla gelen isimleri olarak sıralanabilir. Bu isimlerden Sadullah Ergin’in Adalet Bakanlığı yaptığı dönemden ve demokratikleşme paketleri sırasındaki çalışmalarıyla hatırlamak mümkün. Nihat Ergün Sanayi Bakanlığı yapmış ancak bakanlığının çalışma alanı dışında adalet ve haklar konusunda da söz söylemiş, parti içinde ‘eleştirel’ kimliğiyle tanınmış bir isim. Bundan kısa süre önce katıldığı bir toplantıda şunları dile getirmişti:
‘Nasıl 12 Eylül ile birlikte gelen sistem gerçek bir parlamenter sistem değil idiyse bu getirdiğimiz de gerçek bir başkanlık sistemi değil. Türkiye sistem tartışmasını ne yazık ki bitirebilmiş değil.’
Mehmet Şimşek, Babacan ile beraber ve sonrasında ekonomi yönetiminde ‘içeride ve dışarıda’ güvenilir bir isimdi. Yeni oluşumda onun da olacağı kesin gibi. Ve bir diğer kritik isim Beşir Atalay. Kürt sorununun çözümü için çaba harcayan, elini taşın altına koymuş bir siyasetçi. Atalay’ın yeni partinin oluşumu için Ankara’da başta halen AKP’de vekillik yapanlar pek çok isimle birebir görüşmeleri yürüten kişi olarak da anmak gerekiyor.
Gelelim diğer isimlere. Konuşulanlar şöyle…
Mehmet Aydın AKP’nin eski bakanlarından. İlahiyatçı ama aynı zamanda felsefe üzerine de çalışma yapmış bir isim. Ankara İlahiyat mezunu, doktorası İskoçya Edinburgh Üniversitesi’nin felsefe bölümünden. Pek çok kitabı var. Bunlardan ‘İslamın evrenselliği’ adını taşıyan kitabında şöyle bir paragraf var: Evrensel din olmaz, ama evrensel bir teoloji çalışmasına girişilebilir, olabilir; ama bundan da daha önemlisi, bence, bir ahlak rüyası görmektir. İnsanların hak ve hukuka riayet ettikleri, insanı insan olarak kabul ettikleri tüm farklılıkların birbirleriyle diyalog kurdukları bir dünyayı hayal ediyorum. (sayfa 199)
AKP’nin son yıllarda dini siyasette ve yaşamda giderek referans noktası haline getirdiği (Tayfun Atay’ın deyimiyle dinbazlaştığı) süreçte farklılıkların diyaloğunu istemek önemli kabul edilebilir.
Yeni oluşumun içinde yakınında olan bir diğer isim ise Diyanet İşleri eski başkanı Ali Bardakoğlu. Onun da ‘din-siyaset içiçeliğine dair’ konuşmaları var. Şöyle diyor bir konuşmasında: (20. Avrasya Ekonomi Forumu)
Biz din ile siyaseti içiçe kıldık. Ve bundan en çok zarar gören dini değerler oldu. En başta belki dindarlar, siyasetle dinin içiçe geçmesinden dolayı dinin siyaset eliyle daha yaygın ve daha güçlü olacağını düşündüler. Ama din toplayıcı, siyaset ayrıştırıcıdır. Ve farkında olmadan din, ayrıştırmaya ve öfke üretmeye başladı. Türkiye Cumhuriyeti’nin çok önemli bir özelliği vardır. O da Tevhid-i Tedrisat. Yani din eğitimi konusunda Tevhid-i Tedrisat ilkesiyle biz din adına neyin nasıl öğretileceği konusunda belli bir ortak paydayı bulmuş bulunuyoruz. Bunu korumamız lazım. Bu baskı değildir. Bu dinin aydınlık belgesinin insanlara açık ulaştırılması, ticaretten uzak, siyasetten uzak, öfkeden, şiddetten uzak, ötekileştirmeden uzak, iç sorunlarına bulaştırılmasından uzak, dini din olarak doğru şekilde öğretme çabasıdır.
Yeni oluşumda adı geçen diğer iki isim hukuk camiasından, Anayasa Mahkemesi’nden. Biri eski başkan Haşim Kılıç diğeri raportörlüğü döneminden itibaren konuşulan isim Osman Can. Haşim Kılıç mahkemedeki başkanlık görevinden ayrılırken ‘kim alınırsa alınsın dün olduğu gibi bundan sonra da doğruları söylemeye devam edeceğim’ diyerek şöyle bir konuşma yapmıştı:
Bugün Türkiye’nin tarafsız yargının oluşması konusunda ciddi sorunları vardır. Nefret söyleminin doğurduğu, ayrışmaya doğru giden bir kültür içinden geçiyoruz. Hukuk güvenliğinin birinci derecede sorun olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Yargıdaki bu bağımsızlık ve tarafsızlık sorunları hukuk güvenliğini de etkileyen bir etkendir.
Yeni oluşumda yer alan Osman Can da hukukçu kimliğiyle adalet konularında bir dönem MKYK’sında yer aldığı AKP’yi sert eleştiren isimlerden biri. Hatta SETA’nın medya andıcında İndependent Türkçe’ye yazdığı yazılar vurgulanarak ‘Türkiye’yi hukukun işlevselliği, insan hakları, demokrasi ekseninde eleştirmekte ve zaman zaman hükümeti suçlayıcı ifadeler kullanmakta’ denilerek hedefe konmuştu.
Gelelim şu anda partide ne yapıldığına. Birincisi anayasadan insan haklarına ekonomiden dış politikaya ‘bir program-manifesto’ hazırlanıyor. İkincisi çekirdek kadrodaki isimler ‘harekette bulunmasını istedikleri kişilerin listesini’ hazırlayıp onlara teklifte bulundu/bulunuyor.
Şu an hareketin en büyük handikapları ‘ortaya çıkan isimlerin hemen hepsinin AKP kökenli’ olması ve aralarında hiç kadının bulunmaması olarak gözüküyor.(En azından bu işin kulisini yazan/haberini yapan gazetecilere bilgi veren harekete yakın kaynaklar bir isim telaffuz etmiş değil.) Yine hareket içinden kaynaklar yakın zamanda her siyasi görüşten aralarında pek çok kadının da olduğu ismin duyurulacağının altını çiziyorlar. Yurt dışında başarılı olmuş pek çok akademisyenle de görüşüldüğünün bir kısmıyla anlaşıldığının da söylendiğini belirteyim. Teyit edemediğim için burada isim yazmayacağım. Son bir not yola çıkan ve siyasi hayatta kritik yer tutabilecek bu siyasi oluşumun iletişimi hakkında. Tam bir felaket…Ve iletişim olmazsa-iyi yönetilmezse işleri çok zor.