On dört iskemleli küçük bir salonun kapısının hemen yanındaki sandalyede oturuyorum. Perdede “Kanun Hükmü” belgeseli var. Bir buçuk saat boyunca ağlıyorum, gülüyorum, en çok da utanıyorum...
Memleketimde haksız yere bir gecede işinden edilenlerin, çektikleri çilelerin, seslerini duyuramamalarının, sadece kendilerinin değil tüm ailelerinin yaşadıkları acıların, toplumun duyarsızlığının, onları yalnızlığa terk edişlerinin, az da olsa kimilerinin sahip çıkışının, her şeye rağmen mücadeleden vazgeçmemelerinin hikâyesi bu anlatılan… Bir utanç cümlesi olarak tarihe geçen “Ağaç kabuğu yesinler” denilenlerin gerçek hikâyesi…
OHAL kararnamesi ile bir gecede işinden olan on binlerden ikisinin; Bodrum Devlet Hastanesi’nde kardiyolog olan Yasemin Demirci ile yine Bodrum’da öğretmenlik yapan Engin Karataş’ın yaşadıkları anlatılanlar. Yönetmen Nejla Demirci, kız kardeşi Yasemin’in başına gelenleri tüm açıklığıyla gözler önüne seriyor. İlk şoku, yaşadığı depresyonu, arkadaşları tarafından giderek yalnızlaştırılırken hastalarının ona sahip çıkışını… Eve ziyarete gelen annelerinin, eskiden sık gelen kendi arkadaşlarının artık kapıyı çalmamasını hüzünle anlatışını... Görevden uzaklaştırıldıktan sonra da hastalarını yalnız bırakmayıp evlerinde ya da kendi evinde muayene etmesini… Daha önce iş teklif eden özel sektörün artık kapıları kapatmasını, kapıyı aralayanların ise “çok az bir paraya emeğini sömürmeye kalkmasını…” Ve sonunda başta kira ve masraflar yüzünden alıştığı yeri terk etmek zorunda kalışını...
Yönetmen Nejla Demirci, Bodrum’da kardeşiyle ilgili çekim yaparken, kısa bir süre öncesine kadar öğretmenlik yaptığı okulun hemen yanında; Bodrum yat limanına giden meydanda düzenli olarak eylem yapan Engin Karataş’ın da hayatını yakından izlettiriyor bize... Karataş, “yaratıcı eylemler” yapıyor. Bu eylemlerin her biri polis gözaltısı ile bitiyor. Bir de ceza kesiliyor kendisine. Eylemlerden örnekler vereyim:
-Suyla betona yazı yazıyor; “İşimi geri istiyorum” diye. Hava sıcak olduğu için su birazdan buharlaşıyor, polisler tutanakta, “‘Şüphelinin sadece istiyorum’ yazdığını tespit ettiklerini” belirtiyorlar…
-“İşimi geri istiyorum”u bu kez pirinçle yazıyor meydana…
-Bir diğerinde her dilde kartonlara…
-Balonun ucuna bağlıyor sonra…
-Bir kayığın üstüne yerleştiriyor…
-Yamaç paraşütüyle uçup gökyüzünden gösteriyor...
-İple “adalet” yazıyor yere…
Benim gözyaşlarıma hakim olamadığım kısım, öğrencilerine onları çok özlediğini ve yakında kavuşacaklarını anlatan mektubu kağıttan uçak yapıp teneffüste demir parmaklıkların üstünden atması…
En canımın yandığı an, gitarıyla şarkı olup derdini anlatmaya çalışırken motoruyla gelen bir kişinin ona musallat olması. O derdini anlattıkça sesini yükseltmesi, eğer atıldıysa suçlu olduğu kanaatini dile getirmesi, “Camiden mi çıktın?” demesi, küfretmesi, polislerin arasında saldırmaya kalkması…
Yönetmen Demirci, Engin Karataş’ın ailesini de tanıştırıyor bizimle. Karataş’ın anne-babası evlatlarına yapılana isyan ediyorlar. Kızı Sıla, babası için endişe ediyor, onu eylem yapacağı alana kadar götürüp bırakıyor. Bir sahnede baba-kız dertleşiyorlar. Diyor ki kızına, “Babam ana dilinin dışında bir dille konuşarak korunacağını düşünmüş, evde hep Türkçe konuştuk, bak sonuçta ne oldu?”
İktidarın “terör propagandası yapıyor” diye itibarsızlaştırmaya çalıştığı, muhalefetin belediye başkanının “malum film” diye andığı, festival yönetiminin önce çıkardığı ancak jürinin ve yönetmenlerin baskısıyla/desteğiyle geri aldığı, sonunda 12 Eylül’den sonra ikinci kez Antalya Altın Portakal’ın iptaline giden süreci yaratan film: Kanun Hükmü…
Yönetmen Nejla Demirci
Belgeselin yönetmeni Nejla Demirci, bir grup gazeteciyi filmi izletmek için davet ettiğinde hemen kabul ettim. Filmin öncesinde ve sonrasında diğer meslektaşlarla birlikte kısa da olsa sohbet imkânı buldum. “İzlendiği zaman görülüyor, burada ne terör ne de propagandası var, izlemeden saldırdılar” diyor. Yoğun tehdit alıyormuş. Kültür Bakanlığı’na telefon açmış, “Link atayım, Bakan seyretsin” demiş. Yanıt alamamış. Bir yönetmene, “Filmde terör ya da propagandası yok; gerçek hikâye var” dedirtmenin, bunu anlatmak zorunda bırakılmasının utancı…
Bir gazeteci olarak KHK ile işten atılanların sorunlarına, dertlerine her zaman kulak veriyorum. Not defterlerim arasında, saygın akademisyen ve KHK ile görevinden uzaklaştırılmış Murat Sevinç’in “o gün” yaşadıklarına dair anlattıkları hem dünü hem bugünü anlatıyor:
“Atılma haberini, Ankara’da en sevdiğim yer olan Kuğulu Park’ın göbeğinde almak ne garip ve güzeldi. Hikâyenin başladığı yerde bitiyor oluşu. Tamam Ankara’da deniz yok ama Kuğulu’da gölet var. Uzun uzun baktım parka, oturup bir sigara yaktım, telefonun şarjını okulda bıraktığımı hatırladım ve bankada ne kadar param olduğunu düşündüm. İlk akla gelenlerin banka hesabı ve şarj aleti olması garip görünebilir ama zihin işte... O akşam konuştuğum herkes, kahve içtiğim Zeliha ve Pınar hocalar, haber veren Dinçer, yolda konuştuğum Baskın Hoca, ilk arayanlar Cem ve Rona Hocalar… Hepimiz atılmıştık. Üç hoca, 12 Eylül sonrasında 1402’lik olmuştu, neyse ki bizler askeri vesayet sona ermişken, ileri demokratlarca işimizden edilmiştik. Diyeceğim, insanın çevresinde yerli ve milli bir kişi olmaz mı hakikaten, pes!
Unutmadan, Kürsü’nün büyük hocası rahmetli Bahri Savcı Hoca da 1983’ün 7 Şubat’ında atılmıştı, bizden tam 34 yıl önce aynı gün. Gelenek derken, boşa konuşmuyorum anlayacağınız…”
Hukuksuzluğun, sansürün, baskının geleneği bitsin artık. Nejla Demirci’nin belgeseli hayatın gerçeğini anlatıyor. İçinden ne terör çıkar ne propaganda. Çıksa çıksa ayna çıkar. Herkesin kendine çevirmesi gereken ayna… İktidardan muhalefete, yargıdan aydınlara; gördüğünüzden, suskunluğunuzdan ya da bile isteye haksızlığa katkınızdan mutluysanız uzun uzun bakın yüzünüze… Ama eminim bir gün değil, bugün de rahatsız olanlar vardır…
Murat Sabuncu kimdir?Murat Sabuncu İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümünü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi'nde İşletmecilik Sertifikası programını tamamladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde Medya ve İletişim Sistemleri konusunda yüksek lisans yaptı. Dergi, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde muhabirlik, editörlük, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı yaptı. En uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştı. Tempo dergisinde genel yayın yönetmenliği, Fortune dergisinde kurucu yönetmenlik yaptı. Skytürk 360'da ekonomiden politikaya değişik programlar hazırladı, sundu. Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni oldu, ikinci ayında tutuklanıp Silivri Kapalı Cezaevi'ne gönderildi. Hapsedildiği cezaevinde 1,5 yıl tutuklu kaldı. T24'te köşe yazarlığı, yapıyor. 2016 yılından beri pasaportu ve sürekli basın kartı verilmiyor. Yargıtay'ın iki kere verdiği beraat kararına rağmen 7,5 yıl hapis cezası talebi içeren dosyası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda bekliyor. Bölgeden tanıklıklarını ve izlenimlerini "Gazze: Mahsuscuktan Bir Aşk Hikâyesi" adıyla yayımlanan kitabında paylaştı. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü sahibi. Sorbonne'da hukuk doktorası yapan bir oğlu, Nuri isimli bir kedisi var. |