Bugün yayınlanan 159 imzalı bir metin var. Akademisyenler, yazarlar, milletvekilleri, hukukçular. Orhan Pamuk ve Rıza Türmen’den Rakel Dink’e, Fikri Sağlar’dan Ertuğrul Günay’a, Berrin Sönmez’den Zülfü Livaneli’ye, Fatma Bostan Ünsal’dan Eşber Yağmurdereli’ye Nesrin Nas’tan Oya Baydar’a… Diyorlar ki, “Ülkenin geleceğini etkileyecek bir davanın arifesindeyiz…” Hangi dava bu? 16 Mayıs’taki Kobani davası.
Şöyle bir bölüm var metinde:
“Gerilim siyasetinin, adaletsizliğin, hukuksuzluğun topluma huzur ve güven sağlamadığını, kitlelerden de onay almadığını son siyasal gelişmeler göstermiştir. Kobani Davası kararının hukuk devletinin inşasına ve toplumsal barışa vesile olmasını diliyor, bekliyoruz.”
HDP’nin 6 Ekim 2014 tarihinde IŞİD’in Kobani saldırısı sürecinde halkı protestoya çağırdığı tweet paylaşımı gerekçe gösterilerek altı yıl sonra açılmış bir dava bu. Gültan Kışanak, Figen Yüksekdağ, Sırrı Süreyya Önder, Ahmet Türk, Selahattin Demirtaş gibi her dönemde barışı savunmuş siyasetçilerin de aralarında bulunduğu 108 kişi hakkında 38’er kez ağırlaştırılmış müebbet hapis isteniyor. 2014’te yaşananlar sırasında bu isimlerin çoğunun iktidarla da görüşerek olayları yatıştırmak için nasıl çaba sarf ettikleri ise kısa bir Google taramasıyla kolaylıkla bulunabilecek nitelikte.
Bu davada alınacak kararlar elbette Türkiye’nin gideceği yöne dair de mesaj verecek. Uzun süredir militarist-milliyetçi bir dil belirlemiş iktidarın ‘normalleşme-yumuşama’ söyleminin kimleri kapsadığına dair belki de ilk önemli işaret olacak. Seçim öncesi başta Leyla Zana ve Kürt hareketinin önemli isimlerinin ‘çözümü buzdolabından çıkarması için’ seslendiği Tayyip Erdoğan’ın bu sese nasıl karşılık vereceğini göstermesi açısından da önemli bir gün. Tabii mahkemenin kararına CHP’nin alacağı tavır da yakından izlenecek.
Bunları yazarken ya da çağrı metnini okurken uzun süredir içselleştirdiğimiz-normalleştirdiğimiz bir durumu da not etmek istiyorum. İlk derece mahkemelerden yüksek yargıya siyasetin etkisine…Bu durum memleketin geldiği noktayı da gösteriyor. Mesela Anayasa Mahkemesi kararlarına sadece siyasetin değil artık Yargıtay’ın da uymadığı bir süreçten bahsediyoruz. Kendi bünyesinde bir gün çalışmamış bir ismi Anayasa Mahkemesi’ne gönderen bu önemli-kritik kurum uzun süredir başkanını seçemiyordu. Adaylardan birinin pek muhtemel siyasi telkinle geçen hafta yarıştan çekilmesiyle bu hafta sonuç alınacak. Kararlarda son nokta olan Yargıtay’ın içinde bulunduğu durum elbette vahim. Diğer yandan Sinan Ateş iddianamesinin hazırlık ve ortaya çıkan son halinde ‘saklanmaya çalışılan deliller’ dahil teker teker gün yüzüne çıkanlar uzun süredir iktidar ortakları arasında yaşanan huzursuzlukların kanıtı olarak da okunuyor. (T24’ten Asuman Aranca’nın takipçi gazeteciliği çok büyük pay sahibi.) Gezi’den yaşlı hasta ve tutuklulara herkesin gözü adalette değil siyasette. Bu durum çok vahim…
Kim olduğunun, hangi görüşe yakın durduğunun değil haklı olduğunun yeterli olduğu bir adalet düzeninin inşa edilmesi gerekiyor. Adaletin iktidarların kendi gibi düşünmeyenlerin korkutulması-cezalandırılması aracı haline getirildiği sistemler bugün Türkiye’de örneğinin yaşandığı gibi hayatın her alanında bir çöküşü de getiriyor.
Yazıyı başladığım 159 imzalı metne bir atıf daha yaparak bitirmek istiyorum. Şöyle diyor:
“Bu dava, Gezi favası örneğinde de olduğu gibi, yargının siyasal araç olarak kullanıldığı davaların kilit noktasıdır.”
Bu kilidin açılma zamanı gelmedi mi? Türkiye farklılıklarıyla bir arada durmasıyla, demokrasi ve hukuka bağlı olmasıyla güçlü-mutlu bir ülke olur. Demirtaş’ın davadaki savunmasından bir bölümde dediği gibi:
“Sırf Kürt anasını görmesin diye Türkiye felakete sürükleniyor. Bütün bölgeyi düzeltebilecek güç Türkiye'dir. Mısır'dan, İran'dan, Suudi Arabistan'dan daha etkilidir. Burası her şeye rağmen, kısıtlı bir demokrasi deneyimi olan, Batı medeniyeti ile İslam medeniyetinin buluştuğu, sentezlendiği bir yerdir. Burada sağlanacak bir demokratik barış, bölgeyi çok olumlu etkiler. Dolayısıyla herkesin bunu dikkate alması lazım.”
Barışın, adaletin memlekete gelmesi en büyük dileğim…
Murat Sabuncu kimdir?Murat Sabuncu İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümünü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi'nde İşletmecilik Sertifikası programını tamamladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde Medya ve İletişim Sistemleri konusunda yüksek lisans yaptı. Dergi, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde muhabirlik, editörlük, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı yaptı. En uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştı. Tempo dergisinde genel yayın yönetmenliği, Fortune dergisinde kurucu yönetmenlik yaptı. Skytürk 360'da ekonomiden politikaya değişik programlar hazırladı, sundu. Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni oldu, ikinci ayında tutuklanıp Silivri Kapalı Cezaevi'ne gönderildi. Hapsedildiği cezaevinde 1,5 yıl tutuklu kaldı. T24'te köşe yazarlığı, yapıyor. 2016 yılından beri pasaportu ve sürekli basın kartı verilmiyor. Yargıtay'ın iki kere verdiği beraat kararına rağmen 7,5 yıl hapis cezası talebi içeren dosyası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda bekliyor. Bölgeden tanıklıklarını ve izlenimlerini "Gazze: Mahsuscuktan Bir Aşk Hikâyesi" adıyla yayımlanan kitabında paylaştı. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü ve Ayşenur Zarakolu Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü sahibi. Sorbonne'da hukuk doktorası yapan avukat oğlu, Nuri isimli bir kedisi var. |