Türkiye'nin en karanlık günlerinden biri 15 Temmuz. İktidar tarafından 'ne istedilerse verilen' kendini 'dindar' tanımlayan önce Gülenciler denilen sonra iktidar tarafından 'FETÖ' olarak adlandırılan ve yargı tarafından da hakkında "terör örgütü" olarak hüküm kurulan örgütün koordinasyonunda, bu ülkenin 252 insanı katledildi. Binlerce insanı yaralandı, Meclis'i savaş uçaklarınca bombalandı. Her görüşten, siyasi akımdan insanın karşı çıkmasıyla bu girişim püskürtüldü. Ancak sonrasında iktidar bu 'lütfu'; demokrasiyi, hukuku ve muhalifleri yok etmek için tepe tepe kullandı. Örgütün neredeyse tüm yöneticileri yurtdışına kaçmıştı, parası olan ve memlekette kalanlar 'kurulan borsalarla' hayatlarını sürdürmeye devam ettiler, geride kalanlar yani parası ya da güçlü akrabası olmayanlar ise hapse girdiler, bir kısmı hâlâ hapisteler. Yargıda, poliste, orduda kritik yerlere yerleştirilmiş, çalınan sorularla sınav kazandırılmış, özel kontenjanlarla milletvekili yapılmış isimler sanki bilinmiyormuş gibi davranıldı. Ülkeye dön çağrıları yapanlar, Meclis'te hareketi cansiparane savunanlar, tanıtımını PR'ını yapanlar hâlâ milletvekili, bakan ya da iktidar yanaşması 'görevli' (gazeteci)…
Meclis'te kurulan 'Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu'nun raporu hâlâ açıklanmadı mesela. İktidarın bir dönem 'önünü açtığı' dönemin 'makbul mafyası' Sedat Peker'in ortaya attığı kayıp silahlarla ilgili ne bir araştırma ne bir soruşturma var. Üstelik dönemin AKP İstanbul İl Başkanı Selim Temurci'nin bir süre önce Halk TV'de yaptığı şöyle bir açıklama da kayıtlara geçti:
"Sedat Peker'in kayıp silahlarla ilgili yaptığı bir açıklama oldu. Ben o dönem AK Parti'nin İstanbul il başkanıydım. Bu teslimatın yapıldığı tarihten bahsediyorum. Ben orada iki gün bekledim. Dönemin ülkenin başbakanı ve partinin genel başkanı Binali Yıldırım'dan bir açıklama bekledim. AK Parti yetkililerinden bir açıklama bekledim. O dönemde İstanbul il başkanı olduğum için neden sesimin çıkmadığına dair birçok televizyoncu arkadaşımız bizi açıklama yapmaya davet etti. Biz de bu ekranlardan şunu söyledik. Bu meselenin yargı tarafından incelenmesi lazım. Eğer bir silah teslimatı söz konusuysa, bununla ilgili olarak yargıyı göreve çağırdım ve şunu söyledim. Eğer bu ülkede AK Parti İstanbul Gençlik Kollarına birileri silah dağıtmışsa bu sadece İçişleri Bakanı'nın bilgisi dahilinde olacak iş değil. Bazı kişilerin isimlerinden bahsettim. Ve maalesef üzülerek ifade ediyorum o dönem adeta arka kapıdan dolaşılarak bizim bilgimiz haricinde bazı operasyonlar yapılmış olduğunu öğrendik."
Selim Temurci'nin söyledikleri böyle. Tabii bir de Sadat'ın rolü ile ilgili iddialar var. Ortada duruyor. Abdullah Karakuş'a demeç veren uzun süre AKP içinde bakanlık yapmış, halen Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu Üyeliği yapan Cemil Çiçek'in söylediklerini nereye koyacağız:
"15 Temmuz olayı hiç hafife alınacak bir olay değil. Çok yönlü oturup üzerinde kafa yorulması gerektiği kanaatindeyim. Halen birçok yönleriyle o işin aydınlandığını düşünmüyorum. Üzerinde düşünülmesi gereken bir husustur. Çünkü devletin işleyişi açısından birçok problemi getirdi. Halen bu problemlerin önemli bir kısmı devam ediyor. Bunlardan gerekli dersi çıkarıp politikaların yeni baştan gözden geçirilmeli. İşin içerisinde gırtlağına kadar müttefikimiz olan devlet var. Ciddi bir Amerikan planlamasıdır bu. Onu görmek lazım. Onun için de iade etmiyorlar foyaları meydana çıkmasın diye. Batı da beraberdir. Bizim geçmiş darbelerin arkasında her zaman olmuştur. Menfaatleri neyi gerektiriyorsa. Demokrasi lafını ederler ama işlerine geldiği zamanda darbe destekçiliğinden hiçbir zaman vazgeçmediler. Bedelini de Türkiye ödedi. Halen uğraşıp duruyoruz."
Çiçek haklı 'hâlâ aydınlanmadı' o iş de… Kim aydınlatacak? Yan yana yürüyenler mi, iktidarın emrine girmiş yargı mı, küçük bir kısmı hariç gücün kontrolündeki medya mı? Kim? Çiçek ABD'yi işaret ediyor. Haklı. Daha yeni bir itiraf gelmedi mi? ABD başkanları George W. Bush'un Birleşmiş Milletler Temsilcisi ve Donald Trump'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak görev yapan John Bolton, yabancı ülkelerde darbeler yapılmasına (isim vermese de) yardım ettiğini kabul etmedi mi?
İyi de ABD ya da darbe girişimini finanse ettiği söylenen Birleşik Arap Emirlikleri ile ilişkiler hangi çıkar için hangi pozisyonda?
Bu konuda son bir noktanın altını çizip güncel tehlikeli işaretlerin altını geçeceğim. Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu'nun darbeden bir yıl önce gerçekleşen Yüksek Askeri Şura ile ilgili anlattıkları:
"2015 YAŞ'ına giderken MİT Müsteşarı, titiz bir çalışma ile liste sundu. Bunların tasfiyesini iki kademeli olarak yapalım dedik. O dönem Sayın Hulusi Akar ve Sayın Cumhurbaşkanımızla bir araya gelerek bunların iki kademeli tasfiyesini öne aldık. Bir grubu şimdi, diğer grubu sonra… Mesela Mehmet Dişli'nin kesinlikle emekliye sevk edilmesi konusunda ben de MİT Müsteşarı da çok ısrarcı olduk. Bunu MİT'ten gelen bir rapor üzerine söyledim. Ve son geceye kadar da Dişli'nin emekliye sevki söz konusuydu. Son gece kanaat değişti. Ama bu kanaat benim sebebimle değişmedi. Bu devlet şeyi ile… Girmek istemem detayına…"
Dişli'nin darbe girişiminde üstlendiği rolü hepimiz biliyoruz. Davutoğlu'nun 'detayına girmek istemediği' konu aslında bir karanlık geceyi belki de aydınlatacak küçük kıvılcımlardan biri.
Gelelim bugüne… Cübbeli Ahmet Hoca olarak tanınan Ahmet Mahmut Ünlü'nün sosyal medya hesaplarından yaptığı paylaşımlara. Şöyle diyor:
"Diyanet'i Vehhabileri konuşturmama hususunda uyarıyorum. Aksi takdirde iç savaşa destek vermiş olacaklardır."
İktidarın yakınında olan bir isim 'iç savaştan' bahsediyor. Bunu yaparken isimler veriyor, fotoğraflarını paylaşıyor, camilerdeki kalabalıkları gösteriyor. Sadece tweet'lerine değil YouTube'daki 12 dakikalık videosuna da baktığınızda irite oluyorsunuz. Şunları anlatıyor:
- Osman El Hamis ve Mahmut El Hasenat bunlar Vehhabi kökenli. Diyanet'in camilerinde bazı müftülerinin davetiyle camilerde konuşma yaptırılıyor. Tehlike büyük.
- Sultangazi İlçe Müftülüğünde Hasenat isimli, bütün Osmanlıya, Müslümanlara, kabir ziyaret edenlere, şirk, müşrik, karısı, malı herşeyi helal diyen bir zındığın konuştuğuna şahit olduk.
- Bir de Vahhabilerin baş eseri Tevhid'i dağıtan içeride Akit gibi yerler var.
- Kimi yerlerden bana ulaşan bilgilere göre Selefi-Vahabi nüfus oranı yüzde 1'den 3.6'ya çıktı.
- Adıyaman Konya gibi illerde bu oran yüzde 8.
- Özellikle 8-10 ilde örgütlüler.
- Diyanet'in en başında Vahhabi kafalı adamlar oturuyor.
- Suriye'den gelenler içinde de Selefi olanlar var. Bunlara dikkat edilmesi gerekir.
Ve konuşmanın en can alıcı yerlerinden biri:
"Bu adamların Sayın Cumhurbaşkanı'nı methetmeleri ve devletimize sahip çıkar gibi yapıp Türk bayraklı paylaşımlar yapmaları bizi aldatmamalıdır. Çünkü biz onları Arapça konuştukları diğer videolarında Maturidilere, bizim bütün Türk halkının Müslümanlarına kafir dediklerini biliyoruz. Bunlar şu anda kendilerine yer edinmeyi hedefliyorlar. Daha sonra bu camilerde bu kadar kalabalık toplayan bu kişilerin insanlarda büyük etkisi olduğu için onları sokağa dökmesi kaçınılmaz olacaktır."
İktidarın yakınlarından gelen cümleler böyle. Doğal olarak bu isme mesafeli yaklaşabiliriz. Kendine ve cemaatine yer açmaya çalışıyor, diyebiliriz. Yeni bir korku iklimi ya da başka bir psikoloji yaratılmaya çalışılıyor diye de düşünülebilir. Onlarca soru işaretini-eleştiriyi arka arkaya sıralayabiliriz. Çoğunda da haklı çıkarız pek muhtemel. Ancak bunu geçiştiremeyecek isimlerin de olması gerekiyor doğal olarak. Mesela savcıların... Diyeceksiniz ki hangi savcı, ne savcısı?… Olsun söylemek, istemek, zorlamak zorundayız. Birisi, iktidarın uzağında olmayan birisi 'iç savaştan, sokağa dökülebilecek insanlardan' bahsediyor.
Eylül 2020'de aynı isim 'silahlanan 2 bin Selefi yanlısı dernekten' bahsediyordu. Savcı davet ederse isim isim anlatacağım diyordu. Ne oldu, savcı çağırdı mı, isim isim anlattı mı? Şimdi 'iç savaş' diyor, sokağa dökülmekten bahsediyor. Kısa süre önce Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ da 'iç savaş' temalı bir 'uyarı' yapmış hakkında İçişleri Bakanlığı'nca suç duyurusunda bulunulmuştu. Özdağ'ın siyaset öncesi 'devlet için' çalıştığını söylediği açıklamasını da dikkate alarak dinlemek gerekir bazı cümleleri. Şöyle demişti:
"Ben siyaset öncesinde, akademik hayatımda Türkiye Cumhuriyeti devletinin değişik kurumları için, Türkiye'nin milli güvenlik çıkarlarını gerçekleştirmek amacıyla yurtiçinde ve yurtdışında belirli görevler aldım. Resmi devlet görevleri, yasaya uygun, gizli görevler aldım. Benim kayıtlarımda var, bunları da biliyorlar. Evet ben milli hedeflerin gerçekleşmesi için, onurla gururla Türkiye Cumhuriyeti devletine, Türk devletine hizmet ediyorum."
15 Temmuz'un arifesinde Türkiye'de konuşulanlar böyle. O kara, memleketin insanlarının katledildiği kapkara gecenin üzerinden çok geçmedi. Ama memleket dolu dizgin yine merkezine 'dini' aldığını iddia eden grupların sözü, örgütlenmesi, kadrolaşması, kendi içinde savaşı, Diyanetin yapısı, dışarıdan gelenler içeride olanlar karmaşası içinde bir yere sürükleniyor. Seçimlere bir yıl kala 'sürüklenmenin' bilinçli mi bilinçsiz mi olduğunun farkında olmak, uyarmak, sormak, itiraz etmek zorundayız.
Murat Sabuncu kimdir? Murat Sabuncu İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümünü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi’nde İşletmecilik Sertifikası programını tamamladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde Medya ve İletişim Sistemleri konusunda yüksek lisans yaptı. Dergi, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde muhabirlik, editörlük, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı yaptı. En uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştı. Tempo dergisinde genel yayın yönetmenliği, Fortune dergisinde kurucu yönetmenlik yaptı. Skytürk 360’da ekonomiden politikaya değişik programlar hazırladı, sundu. Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni oldu, ikinci ayında tutuklanıp Silivri Kapalı Cezaevi’ne gönderildi. Hapsedildiği cezaevinde 1,5 yıl tutuklu kaldı. Çıktıktan sonra sekiz ay gazeteyi yönetti. T24’te köşe yazarlığı, yapıyor. 2016 yılından beri pasaportu ve sürekli basın kartı verilmiyor. Yargıtay’ın iki kere verdiği beraat kararına rağmen 7,5 yıl hapis cezası talebi içeren dosyası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nda bekliyor. Bölgeden tanıklıklarını ve izlenimlerini “Gazze: Mahsuscuktan Bir Aşk Hikâyesi” adıyla yayımlanan kitabında paylaştı. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü sahibi. Sorbonne’da hukuk doktorası yapan bir oğlu, Nuri isimli bir kedisi var. |