Murat Paker

03 Temmuz 2015

Azarlanmaya alışmış kulaklarımızın seçimden sonra azar işitmemiş olması az şey mi?

'7 Haziran seçimlerinden sonra nereye?' yazı dizisi birinci bölüm...

HDP’nin bu seçim başarısı ve önümüzdeki dönemde daha da büyüme potansiyeli, Öcalan ve PKK’ya da –Türkiye içinde- ezber bozucu, moral ve siyasi üstünlük sağlayıcı yeni bir radikal barışçıl hamle yapma imkânı tanıyor. Kimse talep etmeden, bir pazarlığın parçası olmadan, kısa vadede karşılıksız olarak ve sadece seçim sonrası artmış özgüvene dayanarak yapılabilecek bu barışçıl hamlenin orta/uzun vadede HDP üzerinden sağlanabilecek getirileri misliyle fazla olacaktır.

Üniversitedeki yoğun dönem sonu işleri nedeniyle seçim değerlendirme yazısını çok geciktirdim; dolayısıyla şimdi seçimle birlikte seçim sonrasını da değerlendirme imkânı var.

Seçimin asıl olarak AKP ile HDP (ve kristalleşmiş haliyle Erdoğan ve Demirtaş) arasında geçeceği görülebiliyordu. HDP’nin barajı geçme durumunda büyük sıkıntı yaşayacağını hesap eden AKP seçim öncesi tüm enerjisini HDP’yi baraj altında tutmaya kilitlemişti. Provokasyonlar gırla gitti. Şeklen de olsa tarafsız olması gereken “cumhurbaşkanı” Erdoğan, her gün Anayasa’yı, tüm demokratik teamülleri ve insaf sınırlarını defalarca delerek, AKP’nin yanında ve HDP’nin karşısında varını yoğunu ortaya koydu. Sonuç?

 

AKP kendi barajlarını aşamadı

 

Önce 400, sonra 333, sonra da 276’ya indirilen barajları aşamadı AKP ve bir önceki genel seçime göre yüzde 9 oy kaybederek, yüzde 41,9 ile birinci parti konumunu sürdürdü, ama salt çoğunluğu yitirdi.

13 yıllık tek parti iktidarı sona erdi. Erdoğan’ın Başkanlık Sistemi hırslarına geçit verilmedi. Toplumun gözünün içine baka baka yapılan onca kepazeliğin tamamen bedelsiz yürütülemeyeceği ortaya çıktı. Kibir ve küstahlık balonlarına geçici de olsa kısmen ayar verilmiş oldu. Her gün azarlanmaya alışmış kulaklarımızın seçimden sonra üç beş gün hiç azar işitmemiş olması az şey miydi?

Seçimden sonraki haftalarda gördük ki, ilk şoku atlattıktan sonra Erdoğan ve AKP, kuyruğu dik tutmak için ne mümkünse yapmaya devam edecekler. Buna Suriye’ye girme, savaştan medet umup, bunu erken seçimde oya devşirmeye çalışma gibi her yönüyle akla zarar hamleler dâhil.

Yüzde 9’luk bir oy kaybı, artık kişilik yapısını gayet iyi bildiğimiz Erdoğan’ın gözünde kenara çekilmesi ve haddini bilmesi için yeterince büyük bir kayıp olarak algılanmadı. Muhtemelen yüzde 15-20 ve üstü bir kayıp bunu sağlayabilirdi, ama Erdoğan şimdiki durumu bir tür “hafif yaralanma” olarak kodlayıp daha da hınçlandı (ve daha da kaygılandı) ve elindeki tüm iktidarı kullanarak krizden imkân çıkarmaya odaklanmış durumda. Erdoğan, “ben yanlış yapmışım, geri çekiliyorum” diyebilecek biri değil; her imkân bulduğunda daha çok güç peşinde koşmaya devam edecektir.

Erdoğan’ın önümüzdeki dönemde bu imkânı bulup bulamayacağı hem hükümet kompozisyonuna hem de AKP’nin tek-adam-sultasından görece özerk bir siyasi parti haline gelme becerisi gösterebilmesine bağlı görünüyor. AKP mevcut haliyle bu konuda pek umut ışığı göstermiyor ve böyle giderse batmakta olan lideriyle batmayı tercih eden tükenmiş bir yapı olarak bir süre daha top çevirmeyi deneyecek.

Tek-sesliliği bir marifet sayan, çoğulculuğu boğan AKP gibi siyasi hareketlerin hazin sonu, kendilerini yenileme kapasitelerinin çok kısıtlı olmasından geçiyor. Eminim kafası biraz çalışan birçok AKP’li şimdi parti olarak ayakta kalabilmek için Erdoğan’la aralarına mesafe koymak gerektiğini düşünüyordur, ama işte bunu yapabilecek insan malzemesi, cesaret, mekanizmalar, imkânlar AKP içinde o kadar kısıtlı ki, her şey o kadar tek-adam kontrolüne verilmiş ki, mezarlıkta ıslık çalarak yürümek tek çare olabiliyor. O yüzden, Erdoğan’ı dizginleme işi büyük ölçüde önümüzdeki dönemde AKP ile hükümeti kuracak diğer partiye düşecek ve bu hep çok zor bir iş olacak.

Erdoğan da bütün bu hükümet kurma ve sürdürme gerilimlerini kafasındaki Başkanlık Sistemi’ni yeniden ısıtıp satmak için bir imkân olarak görüp kullanmak isteyecek. Bu gerilimlerin uzamasına ve büyümesine bizzat katkı sunması küçük bir ihtimal değil.

 

HDP olağanüstü bir başarı kazandı

 

HDP, yüzde 13,1 ile barajı geçip 80 milletvekili çıkartarak büyük bir başarı kazandı. Türkiye solunun (bağımsızlarla değil de) parti olarak bundan önceki (ve ilk) seçim başarısı tam 50 yıl önce TİP’in 1965’te yüzde 3’le 15 milletvekili kazanmasıydı.

Seçimden önce de bol bol yazdık, HDP müthiş bir seçim kampanyası yürüttü, Demirtaş çok büyük bir değerdi, provokasyonlara karşı çok büyük bir sabır gösterildi. Seçim arenasına bakıldığında, duygusal olgunluk, entelektüel kapasite, zeka ve mizah becerisi, kapsayıcı bir yenilenme arzusu gibi açılardan HDP’nin yanına yaklaşabilecek başka bir parti yoktu.

7 Haziran seçimlerinin özeti, Demirtaş’ın “Bizler oldukça seni başkan yaptırmayacağız” sözünün tutulmuş olması denilebilir. Biz’ler olundu ve Erdoğan başkan yaptırılmadı. Türkiye toplumu için az buz bir hediye değildir. Gelecekte tarih kitapları sanırım bu seçimlerle ilgili en çok HDP sayesinde bu kritik kavşaktan nasıl sıyrılmış olduğumuzu yazacaktır.

HDP’nin başarısının tek sonucu Erdoğan’ın başkanlık hülyasını engellemekle sınırlı kalmadı. Başarının boyutunun büyüklüğü, bu büyüklüğün çok önemli bir kısmının AKP’den gelen oylara dayanıyor olması, AKP’yi tek başına iktidar barajının altında bırakmış oldu.  

Not etmeden geçmemek lazım, seçimden önce kimi CHP’liler ve kimi MHP’liler ısrarla HDP’nin AKP ile zaten anlaşmış olduğunu ya da kolayca anlaşabileceğini belirtiyorlardı. Hatta HDP’ye sempati ile bakan birçok CHP’li veya CHP-dışı solcu bu ihtimal yüzünden HDP’den uzak durmuştu. Seçimden sonraki süreçte, AKP ile koalisyon yapmayacak tek partinin HDP olduğu kesinleşti; diğer ikisinin AKP ile flört durumunda olabildiği anlaşıldı. Bu durum bakalım, bu tür HDP-kuşkucularının kendileriyle yüzleşmelerine yol açacak mı?

İleride çok daha etraflı ele alma imkânımız olacaktır, ama burada kısaca söylersem: Bu seçimlerin tek galibi HDP’dir. Olağanüstü bir gelişme yaşanmadığı ve HDP bu çizgisini derinleştirerek sürdürebildiği takdirde, bir sonraki genel seçimlerde oy oranını yüzde 20-25 düzeyine çıkarma ihtimali hiç de az değildir. Mevcut çizginin derinleştirilerek sürdürülmesi basit ve kolay bir iş değildir ve bir takım koşullara ve maharetlere bağlıdır, ama mümkündür.

Bu bağlamda 26 Haziran’da Demirtaş’ın yaptığı bir açıklamayı not edelim:

“KCK yönetimi, KCK iradesi Kürt sorununun çözümü konusunda katkı sunmak istiyorsa ki açıklamaları ve beyanları böyle biz bunun samimiyetini de inanıyoruz. Bu durumda demokratik siyasetin güçlenmesine destek vermeleri lazım. Vesayet altına almak değil, güçlenmesini engellemek değil, güçlenmesine destek vermeleri lazım. 2,5-3 yıl boyunca hep destek verdiler. Ben daha fazla güç vermeleri, destek vermeleri gerektiğini söylüyorum. Yani silahlar Türkiye’de kesinlikle gündemden çıkmalıdır. Türkiye’de artık silahların patlamayacağı kalıcı bir barışa ulaşmamız gerekir. KCK yönetimi de buna destek vermelidir. Yüzde 13 oy almış bir HDP’nin önü açıktır. KCK yöneticileri akıllı insanlardır. HDP’yi zayıflatacak her adımın Türkiye’deki çözümü ve demokrasiyi zayıflatacağını görürler, bilirler”. (BugünTV’de Nazlı Ilıcak ve Hayko Bağdat’ın sorularını yanıtlarken; Radikal, 26 Haziran 2015).

Aynı yerde Demirtaş, “HDP büyürse şiddet küçülür” diyor.

HDP’nin bu seçim başarısı ve önümüzdeki dönemde daha da büyüme potansiyeli, Öcalan ve PKK’ya da –Türkiye içinde- ezber bozucu, moral ve siyasi üstünlük sağlayıcı yeni bir radikal barışçıl hamle yapma imkânı tanıyor. Kimse talep etmeden, bir pazarlığın parçası olmadan, kısa vadede karşılıksız olarak ve sadece seçim sonrası artmış özgüvene dayanarak yapılabilecek bu barışçıl hamlenin orta/uzun vadede HDP üzerinden sağlanabilecek getirileri misliyle fazla olacaktır.

Bir sonraki yazıda CHP ve MHP ile devam edelim.


muratpaker@gmail.com

@PakerMurat