7 Haziran seçimi sonrasındaki süreci değerlendirmeye başladığım bir önceki yazıda seçimde alacakları sonuç en çok merak edilen AKP ve HDP’yi ele almıştım. Bu yazıda CHP-MHP ve koalisyon seçenekleri ile devam ediyorum.
CHP’deki kıpırdanma oya tahvil edilemedi
CHP, 7 Haziran seçimlerine, ona şimdiye kadar hep kaybettirmiş olan geleneksel kimlikçi/laikçi vurgular yerine, ekonomiyi, sosyal adaleti, demokratikleşmeyi öne çıkaran bir kampanyayla girdi. Ulusalcı kanadı geri planda tutabildi. Hemen bütün gözlemcilerin hemfikir olduğu gibi, bu olumlu yönde bir kıpırdanmaydı; ancak oylara yansımadı ve CHP bir önceki genel seçime göre yüzde 1 oy kaybederek yüzde 25 oy aldı.
CHP’nin kısmen yenilenmiş söyleminin, kampanya sırasında toplumun geniş kesimlerinde olumlu titreşimler yaratmış olmasına rağmen, neden oy oranlarına yansımamış olduğuna dair iki varsayım öne sürebiliriz.
Bunlardan daha yüzeysel olanı, CHP’nin yeni söylemini seçmene anlatacak kadar vaktinin olmayışıdır. CHP’deki kıpırdanma geç gelmiş, hem örgüte sirayet etmesi hem de seçmene anlatılabilmesi için yeterince zaman bulunamamıştır. Bu varsayımda kısmi bir gerçeklik olduğu kabul edilebilir, ancak sadece bu açıklamayla yetinilirse CHP’nin makûs talihini yenmesi mümkün olmayacaktır.
Zira CHP’deki tıkanmanın derinden akan esas nedeni, vakit darlığının çok ötesinde toplumun geniş kesimlerine güven veremeyişidir. Devlet kurmuş, 22 yıl tek parti diktatörlüğünü yürütmüş, bu sırada birçok ağır baskıcı/kanlı faaliyete imza atmış, Batıcı/laikçi (ve tabii Türkçü) hoyrat bir toplum mühendisliği projesi yürütmüş, sonraki dönemlerde sıklıkla askeri/bürokratik vesayet sistemiyle yan yana bulunmuş, dolayısıyla bagajı oldukça yüklü bir partinin, geçmişiyle yüzleşmeden, bu bagajın neresini sahiplenip neresini sahiplenmeyip eleştirdiğini samimiyetle kamuoyuna göstermeden güven sorununu aşması mümkün görünmemektedir. Bu durum toplumun görece daha dindar/muhafazakâr kesimleri ve Kürtler için özellikle geçerlidir. Baskıcı/ayrımcı geçmişine sahip çıkanlar bugün için demokratik umut olmayı bekleyemezler. CHP’nin böylesi varoluşsal bir düğümü vardır ve şimdiye kadar bu düğümün, çözmeyi geçtik, farkında olup olmadığına dair net bir işaret vermemiştir.
CHP, kendi geçmişinin güvenilirlik açısından ayağında ne denli büyük bir pranga olduğunu ne kadar erken kavrayıp gereken yüzleşmeleri yapıp, bunu tutarlılık ve samimiyetle topluma yansıtabilirse o denli büyüme potansiyeline sahip olabilir.
MHP milim değişmeyen bir tıkaç olduğunu göstermiş oldu
7 Haziran seçimlerinden HDP’den sonra en kazançlı çıkan parti MHP idi. yüzde 3’lük bir artışla yüzde 16,3 oy aldı. Bu oy artışının büyük kısmının AKP’den kaçan tepki oyları sayesinde olduğu biliniyor.
Seçim öncesinde AKP ve HDP’ye göre CHP gibi daha silik ve geri planda kalan MHP, seçim sonrasında en hararetli tartışılan parti oldu.
Bu seçimin o gece oy oranları ve milletvekili sayıları belli olduğunda iki temel sonucu vardı: HDP’nin yüzde 10 barajını geçmesi ve AKP’nin salt çoğunluğu kaybetmesi. Seçimden sonra yaşadığımız birkaç hafta içinde bu iki sonuca bir sonuç daha eklendi: MHP aslında hiç değişmemişti. Dünya ve Türkiye bunca değişmiş ama MHP yerinden milim kıpırdamamıştı. Şöyle:
Makul demokratik standartları olan bir ülkede, üç-beş yıldır halkın çoğunluğu Erdoğan-AKP otoriteryanizmi gibi bir yönetim şeklinden güçlü bir şekilde nefret eder hale gelmişlerse, 7 Haziran’daki gibi bir seçim sonucundan sonra AKP dışındaki partilerin bir araya gelip, temel derdi demokratik tamirat olan bir geçiş hükümeti kurmaları beklenebilirdi. Nitekim Türkiye’de de birçok insan seçim sonrasında bunu bekledi.
Ama burası Türkiye’ydi; herkes Erdoğan-AKP’den otoriteryanizm nedeniyle nefret etmiyordu. Örneğin MHP’nin Erdoğan-AKP nefretinin arkasındaki temel neden “çözüm süreci”ydi. O yüzden MHP, seçim kampanyası boyunca AKP’yi esas olarak buradan vurmaya çalışmış ve boyuna AKP ile HDP’nin seçim sonrası için zaten anlaşmış olduklarını vurgulamıştı.
Seçimde HDP’nin yüzde 13,1’le barajı rahatça geçip, MHP ile eşit sayıda, 80 milletvekili kazanmış olması ve de Demirtaş’ta kristalleşen yeni tarzın daha da büyüme potansiyelini işaret ediyor olması, seçim gecesinden itibaren MHP’nin fabrika ayarlarını herkesin gözüne sokma telaşına yol açtı. Zira “esas düşman”, yani HDP’nin temsil ettiği eşitlikçi/özgürlükçü/sol bir hareket, Türk milliyetçilerinin tüylerini diken diken edecek umulmadık bir başarı kazanmıştı. Türklerin hâkim, Türk-olmayanların ancak tâbi veya misafir olmaları gerektiğini savunan MHP gibi bir parti için HDP, AKP’den çok daha büyük bir tehlikeydi. O yüzden MHP, bütün seçim sonrası oyununu HDP’yi izole etmek üzerine kurdu.
MHP’nin “HDP’yi görmüyorum, o tarafa bakmıyorum, flu görüyorum” vb. tuhaf laflarının bilinçdışı tercümesi “HDP’den başka bir şey göremiyorum; ondan başka bir şey düşünemiyorum; çok korkmuş durumdayım” olarak okunabilir. Nitekim Meclis Başkanı seçimlerinde “HDP’nin desteklediği CHP adayına oy vermeyiz” gibi çocukça bir gerekçeyle MHP başkanlığı AKP’ye hediye etti. Bu durum, MHP’nin kendisini HDP’ye nasıl da tersten bağımlı kıldığını çok iyi göstermiş oldu.
MHP’yi Türkiye faşist hareketinin soy-partisi olarak gören, MHP ve bağlı kuruluşlarının 1970lerde, kah devlet teşkilatlarının kucağında kah özerk olarak, nasıl cinayet şebekeleri olarak çalıştığını bilen solcular/sosyalistler ve Kürtler açısından MHP’nin şimdiki hali hiç şaşırtıcı değil. Ama bugünkü toplumun çoğunluğu yaş itibarıyla MHP’nin faşist fabrika ayarlarını bilmiyordu.
12 Eylül 1980-84 askeri diktatörlük döneminde “fikirleri iktidarda olsa bile kendileri bir miktar zindanda eziyet görmüş” olan ülkücü hareket mensupları, sonrasında sokaklardan önemli ölçüde çekilmiş, elemanlarını büyük ölçüde Kürt isyanıyla savaşan güvenlik birimlerinde istihdam etmekle yetinmişti. Bu görüntü nedeniyle Bahçeli, MHP’yi “ehlileştirmiş” lider olarak takdir görüyordu.
7 Haziran seçimlerinden sonra, “ehlileşmiş MHP” 6 milyon oy almış yasal bir siyasi partiyi yok saydığını ve Kürt sorununu çözmek için savaştan başka hiçbir ufku olmadığını ısrarla ortaya koymuş oldu.
Bu hazin durum, paradoksal biçimde neden çok uzun yıllardır AKP’nin tek kale maç yaparak, rahat bir hegemonya kurabildiğini de bize göstermiş oluyor. Türkiye’nin en ağır ve en acil meselesi olan Türk-Kürt meselesinde, Türkiye’nin üçüncü büyük siyasi partisi olan MHP’nin tavrı, politik ve sosyolojik gerçekliği tamamen yok sayan, savaştan başka mantıki bir sonucu olmayan bir tavır. CHP’nin de bu meseledeki tavrı yakın zamanlara kadar hiç parlak değildi (hala yeterince parlak değil, ama bu konuda da olumlu kıpırdanmalar var). Dolayısıyla, alternatifleri MHP ve CHP ile kıyaslandığında, AKP uzun yıllar en azından politik ve sosyolojik gerçekliği reddetmeyen bir konumda durmanın avantajını yakalamıştı. Alternatifleri dünya sonu olduğu için AKP’nin öne çıkması zor olmamıştı.
Bu kafayla ya MHP eriyecek ya da Türkiye bölünecek
2015’e geldiğimizde, HDP’nin açılımı AKP’ye darbe vurdu; CHP’deki kıpırdanmalar AKP’yi tedirgin etti; ama seçimde bir miktar oy kazanmış olsa da MHP’nin milim-kıpırdamayan-takoz durumu AKP’ye kısmen umut veriyor.
Bu umut, AKP-MHP koalisyonu, AKP-CHP koalisyonu veya erken seçim formatında gelebilir. AKP’ye umut veren, formattan çok MHP’nin hızla dağılabilecek kof bir zeminde salınıyor olması. Dağılan MHP oylarından aslan payını da AKP alacak muhtemelen.
MHP, hakikat, eşitlik ve adalet karşıtı Türk milliyetçisi bir kurucu ideolojiye sahip. Bu ideolojiye göre, Türkiye’nin sahibi ve efendisi Türklerdir, Türk-olmayan diğerlerinin Türklerle eşit olması hayal bile edilemez. MHP için Kürt yoktur, ancak yüce Türk milletinin parçası olmayı kabul etmiş, asimile olmuş, kendisi-için hak isteme densizliği yapmayan “Kürt-kökenli” vatandaşlar olabilir. MHP’ye göre Kürtler, aşiret/kabile aşamasında kalmış, millet olamamış ve nedense hiç olamayacak bir topluluktur. MHP’nin Türkleri ise alicenaptır, Türklüğe asimile olmuş başka-kökenli insanları da Türk olarak kabul edebilirler (gerçi sonradan-Türk-olanlara da hiçbir zaman tam güvenmezler ama şimdilik bu konuyu geçelim). MHP’nin 1960’lardan beri Kürt meselesine dair fantezisi budur.
Türkiye’de PKK’nın öncülük ettiği son Kürt isyanının bir iç savaş mertebesine ulaşmasıyla son 30 yılda –büyük çoğunluğu PKK militanı ya da sempatizanı- 40-50 bin kişi öldürülmüşken, buna rağmen PKK koca TC Devleti ve Ordusu tarafından yenilememişse, halk desteği artarak sürmüşse, PKK lideri Öcalan PKK’lı olmayan Kürtler dâhil olmak üzere Kürtler için “ulusal lider” statüsüne kavuşmuşsa, bir de bunların üzerine Irak’ta federal Kürdistan bütün kurumlarıyla (her düzeyde Kürtçe eğitim dâhil) varlığını pekiştirmişse, Suriye Kürdistan’ı IŞİD zebanilerine karşı bir savaşın tavında ve yeni bir çoğulcu model geliştirerek günden güne kuruluyorken, MHP ya da her hangi biri kalkıp da ne politik ne de sosyolojik gerçeklikle taban tabana zıt fantezileriyle kendisinden başka kimseyi kandıramaz.
Bu tür inkârcı fantezilerde diretmenin sonucu, olağan koşullarda fantezi sahiplerinin erimesi, tasfiye edilmesidir. Savaş, iç savaş gibi olağanüstü koşullar sayesinde bu tür fantezi sahipleri güçlenip belirleyici konumlara gelebilirler. Böyle bir ihtimalin bugünkü Türkiye’deki karşılığı Türkiye’nin kanlı bir şekilde bölünmesidir.
Bu nedenle, uzun yıllardır Türkiye’deki en güçlü bölücü odağın Türk milliyetçiliği olduğunu savunuyorum.
Koalisyon durumları
MHP’nin seçim sonrası tavrı, MHP’yi daha önceden iyi tanımayan, naif AKP-karşıtları için MHP’nin yönettiği bir Türkiye’nin nasıl bir cehennem olabileceğini göstermiş olmalıdır. AKP-MHP denkleminde durum tam da beterin beteri var durumudur. (Bütün bunlara bir de son günlerde tanık olduğumuz “Çinli avı/linci” sahnelerini, Bahçeli’nin “canım onlar ülkücü gençler, nasıl ayıracaklar Çinliyi, Koreliyi, hepsi çekik gözlü işte” gibi nadide özdeyişini ekleyin ve şu “ehlileşmiş-MHP” lakırtısını bir daha düşünün).
Özetlersek, HDP-takıntılı ve bölücü MHP, seçim sonrasının en fazla belirleyicilik potansiyeli taşıyan partisi olmuştur. Önce, HDP’nin esnek tavrına rağmen AKP’siz bir koalisyon seçeneğini hızla çöpe atmış, sonra meclis başkanlığını AKP’ye hediye edip sittin sene kurtulamayacağı “koltuk değneği” sıfatını edinmiştir.
Gizlemeye çalışsa da AKP ile koalisyona iştahlıdır ve bu koalisyon için en önemli şartı çözüm sürecinin bitirilmesi, yani savaşçı çözümün tekrar ısıtılıp bu ülkenin çocuklarının ölüme yollanmasıdır. MHP’nin bu savaşkan konumu, koalisyon seçenekleri açısından tersten bir belirleyicilik sağlamalı, MHP koalisyon dışında bırakılmalıdır.
Meclis’teki mevcut kompozisyon ve parti programlarını dikkate aldığımızda, Türkiye’nin demokrasi ve barış dinamikleri için en makul koalisyon seçeneğinin Erdoğansız AKP-CHP koalisyonu olduğu söylenebilir. Çözüm sürecinin eskisinden farklı olarak sahici ve derinlikli bir eksende yeniden kurulup yürütülmesi konusunda HDP bu hükümete destek verebilir.
HDP’nin önerdiği gibi, kapsamlı yüzleşme mekanizmalarını da içeren sahici bir çözüm/barış süreci, zaten birkaç yıl içinde MHP’nin bastığı zemini boşa çıkartacaktır. AKP’nin şimdiye kadar oyaladığı gibi götürülen bir çözüm süreci ise MHP’yi güçlendirecektir. AKP’nin artık kurnazlığı ve kibri bırakıp eleştirilere kulak kabartması gerekir. Hem ülke hem de kendisi için.
Sözün özü: Çözüm/barış süreci konusunda AKP, HDP’yi dinlerse MHP’yi ham yapabilecektir; HDP’yi dinlemeyip eskisi gibi burnunun dikine giderse MHP tarafından ham yapılacaktır.
@PakerMurat