Murat Bjeduğ

07 Nisan 2012

Sabahattin Kurt'un annesi ağlamaktan gözlerini kaybetti!..

Sabahattin Kurt, 68’li, Siyasallı, Gevaşlı, 28 Ekim 1949 doğumlu, Kürt, devrimci…

 

Sabahattin Kurt, 68’li, Siyasallı, Gevaşlı, 28 Ekim 1949 doğumlu, Kürt, devrimci…Kızıldere’de öldürülenler içerisinde, ölü bedenine reva görülenler ile  dağlanmış yüreklere ayrıca ilave bir alev tutan, çok sevilen bir insan. Arkadaşları arasındaki adıyla; SABO...

Kurt, 1960’larda taşrada, devlet okulunda okuyup da ilk tercihi olan Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni kazanacak kadar zeki, çok okuyan, sessiz, sakin, yardımsever, ama gözünü budaktan esirgemeyen bir kişilik.

Evet, tarih 30 Mart 1972, Kızıldere'deyiz. Çatışma bittiği halde Saffet Alp yaralı iken alnından vurularak öldürülür ve operasyon tamamlanır.

Sabahattin Kurt'un da aralarında bulunduğu cansız bedenler üst üste atılarak bir at arabasıyla Niksar Devlet Hastanesi'ne götürülür. Hastanenin alt katında koridorun daha serince kısmına aynı şekilde atılır cansız bedenler. Önce Karadenizli aileler gelip alırlar cenazelerini. Ahmet Atasoy, Ertan Sarıhan, Nihat Yılmaz, Cihan Alptekin... Sonra Mahir Çayan, Ömer Ayna, Saffet Alp

Bir cenaze kalır, ama yüzü tanınmaz haldedir, kimlik tespiti yapılamaz. Sağ ele geçen Ertuğrul Kürkçü, yaşadığı o korkunç iki kanlı günden sonra cenazenin başına getirilir; giysilerinden teşhis eder Kürkçü, “Bu Sabahattin Kurt” der.

Aile ilk haberler geldiğinde Kurt'un orada olabileceğini hiç düşünmez bile. Ancak daha sonra “Sabahattin Kurt” adı da radyo haberlerinde anons edilince, aile ve akrabalarda etkisi bugüne kadar süren bir şok yaşanır. Ama, hâlâ o çalışkan, zeki, akıllı oğullarının öldüğüne inanmak istemezler. Belki bir isim benzerliği, belki bir yanlış teşhis avuntusuna sığınırlar. Ancak 2 Nisan 1972 tarihli GÜN gazetesinde, evin içinde, çatışmadan hemen sonra çekilmiş resim, bu avuntu ve umudu yerle bir eder; çünkü Sabahattin Kurt, Hüdai Arıkan’ın hemen yanında kanlı yüzüyle net bir şekilde, sırtüstü vaziyette görünmektedir. Artık acı gerçek ortadadır.

 

40 yıldır tek ziyaretçisi bile olamadı

 

Haber kesinleşince teyze bir anda ayağa kalkar, Saime Hanım'ın başından eşarbı alır, kendi eşarbı da diğer elinde ağıt ve gülme arası sesler çıkararak, “kalkın kalkın, ne oturuyorsunuz, bugün Sabahattin’imizin düğün günü, kalkın oynayın’’ der ve düşer bayılır.

Oğluna çok düşkün olan baba Salih Kurt, tam bir ruhsal çöküş yaşar, anne Saime Kurt için ise dünyayla ilişkisini kesip aylarca hiç durmadan sürecek gözyaşı dolu günler başlamıştır.

Niksar Savcılığı'ndan bir telgraf gelir aileye; “Cenazenizi şu saate kadar almazsanız burada gömülme işlemi yapılacaktır” diye. Zaten o saate yetişmeleri imkânsızdır, o yılların ulaşım koşullarında. Aile, “usullere göre defnedilmesi” talebini iletir cevaben. Gelen ikinci telgrafta Sabahattin Kurt'un Niksar’ın Şavşak Mezarlığı'nda 52 no’lu mezara gömüldüğü bildirilir.

Ama Şavşak Mezarlığı'nda Sabahattin Kurt'un küçük kardeşi Semih Kurt ile yaptığımız aramalara, resmi makamlar nezdinde araştırmalara, mezarlık çevresinde oturan ailelerin yaşlı büyükleriyle yapılan görüşmelere rağmen mezar yerini bulmak mümkün olmadı. Ne bir iz, ne bir işaret, ne de öyle telgrafta yazıldığı gibi bir mezar numarası veya belediyede bir kayıda rastlandı.

Yani 40 yıldır mezarı ve dolayısıyla bir ziyaretçisi bile olmadan yatıyor Sabahattin Kurt.

Aile ise peşpeşe trajediler yaşamaya devam eder. Kurt'un ölümünden sonra, O’nun en sevdiği yemek olam mumbar dolmasını anne Saime hanım bir daha hiç yapmaz. Sürekli ağlamaktadır.

 

Saime Hanım ağlaya ağlaya kör oldu!

 

Küçük kardeş Semih Kurt anlatıyor:

“Annem aylarca gece gündüz ağladı, hiç susmadı, sonra da gözlerinden rahatsızlandı ve iki gözü de görme yetisini yitirdi. Babam kahretti hayata, içine kapandı ve annemden sonra o da öldü, en küçük kızkardeşimizi de Van’da trafik kazasında yitirdik.”

Yıllar sonra Sabahattin Kurt'un peşine düşen bu satırların yazarı, acı bir gerçeğe tanık olur. Tüm arkadaşları Sabahattin Kurt'un Gevaş’ta gömülü olduğunu sanmaktadırlar.    

 

'SABO bir numaradır'

 

Sabahattin Kurt için tanımlamanın en arı, en öz ve en doğrusunu Siyasal’dan, DEV-GENÇ’ten, THKP-C’den arkadaşı Mustafa Kemal Kaçaroğlu yapar:

“Bir ideal devrimci için en önemli vasıfları belirlesek; militan ruh, davaya bağlılık, yoldaşlık, cesaret, fedakârlık, inanç, mücadele azmi, kararlılık… ve bu yüksek insani erdemleri kriter yapsak, bir numara Sabahattin’dir. Kızıldere’yi duyunca Sabo’nun orada olması bana hiç sürpriz gelmedi.’’

Ertuğrul Kürkçü de, Kaçaroğlu’nun bu çok önemli tespitine katıldığını şu sözlerle ifade eder:

“Ben de öyle düşünüyorum, SABO bir numaradır’’.

Sabahattin Kurt, 28 Eylül 1949 tarihinde Van’ın Gevaş ilçesinde, neşeli ve nüktedan bir sağlık teknisyeni baba ile ev kadını bir annenin ikinci çocuğu olarak dünyaya gelir. Dedesi, Siirt’ten Diyarbakır’a göç edip orada ticaretle uğraşmış hali vakti yerinde bir esnaftır. Oğlu Salih’i sağlık lisesinde okutur. Liseyi bitiren ve sağlık teknisyeni olan Salih Kurt, askerliğini Van’da yapar; askerlik bittikten sonra sağlık teknisyeni olarak devlet memuriyetine başlar. Önce Hakkari-Çukurca,  ardından da Van-Gevaş’a tayin olur. Gevaşlı Saime hanımla evlenir ve oraya yerleşir.

Küçük Sabahattin, çok sakin mizaçlı bir çocuktur. Abla Sevinç Kurt şöyle anlatıyor:

‘’Çok sessizdi kardeşim, hep bir şeyler okurdu daha çocukken bile çok düşkündü okumaya. Oyuna, sokağa düşkün değildi, sobanın arkasına geçer, sessiz sessiz ne bulursa okurdu. Kavga gürültüden hoşlanmaz, kendi halinde, herkese saygılı bir kişiliği vardı.”

Okul yaşamı da çok başarılı geçer. Çok takdir edilir öğretmenleri tarafından. Gevaş’ta bir raslantı sonucu karşılaşıp konuşma imkânı bulduğumuz okul arkadaşı Ahmet bey şunları söylüyor:

“Ben aslında ilkokulda iki üst sınıfta idim, ama Sabahattin çok çalışkan bir öğrenci olduğu için, bazen bilemediğimiz bir soru ya da konu olduğunda, öğretmenimiz Sabahattin’i çağırtır, cevabı ya da konuyu anlatmasını Sabahattin’den isterdi. O da anlatırdı, en doğru cevabı verirdi. Bu o kadar sık olurdu ki, Sabahattin bazen bizimle dalga bile geçerdi. Bir gün ortaokulda öğretmeni ile pek bilinmeyen bir ilçenin hangi ile bağlı olduğu tartışması yaşanır. Öğretmeninin söylediğine ısrarla itiraz eder Sabo, sınıf önünde bu duruma kızan öğretmen, 'Öğretmenler odasına gel de oradaki haritadan kontrol edelim, bakalım sen mi doğruyu söylüyorsun ben mi? Haritaya bakılır Sabahattin haklı çıkar. Öğretmeni bir şeyi bilmemektedir.Sabo’nun en büyük zevklerinden biri, atlas ve Türkiye haritasına saatlerce incelemektir.”

 

'Bütün ilçeleri ve bağlı olduğu illeri bilirdi'

 

Semih Kurt; “Abim Türkiye’deki bütün ilçeleri ve hangi ile bağlı olduklarını ezebere bilirdi” diyor.

Bahçeli bir evde doğup büyüyen Sabahattin Kurt, eline bir sapan bile almamış, kuş vurmak için. Yengesi Gevaş’ta meyve ağaçlarıyla dolu bahçesinde çayımızı içerken, “Mesela takım tutup onun tartışmasını yapmaz mıydı, mahallede çocuklarla oyun da mı oynamazdı” gibi sorularıma karşılık şunları anlattı:

“İşi gücü okumaktı, gelirdi, bir kilim alır, şu ceviz ağacının gölgesine serer bütün gün kitap okurdu. Ne futboldan, ne takımdan, ne de normal bir çocuğun uğraşacağı şeylerden hiç ilgilenmezdi. Çok yardımseverdi, kendisi için bir şey istemezdi, elindekini paylaşmayı severdi. Bir gün dayısı Sabahattin’e dükkânından 10 kiloluk bir şeker çuvalını verir ve ''Bunu eve götür' der. Sürekli elinde ya da cebinde okuyacağı bir kitabı olan Sabahattin sırtına yükler şeker dolu çuvalı, arada mola verip bir taşın üstüne oturup kitap okuya okuya dayısının evine kadar gelir. Kapıyı açan yenge, neredeyse boşalmış şeker çuvalını görünce şaşırıp kalır.  Meğer Sabahattin, delik olan çuvaldan şekeri  yol boyunca  döke döke getirmiş. Ancak onca şekerden geriye iki üç kilosu kalabilmiş çuvalda...”

Ortaokulu başarıyla bitirir Sabahattin Kurt.

Siirt’ten Diyarbakır’a giden dedesinin bir akraba kolu da Malatya’ya yerleşmiştir. Orta okulu bitirdikten sonra babası,  daha iyi yetişsin diye dönemin köklü ve başarılı liselerinden Malatya Turan Emeksiz Lisesi'ne kaydını yaptırıp, oğlunu da akrabalarının yanına verir.

Liseyi bitirdiği yıl ilk tercihi olan Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne girer. O sırada evli ve Gevaş dışında yaşamakta olan ablası, ‘’Sabahattin çok yüksek puan aldın, niye tıp fakültesine girip doktor olmuyorsun” diye sorar; Abla, Gevaş’a kaymakam olarak döneceğim” cevabını alır.

 

SBF, FKF, DEV-GENÇ, THKP-C dönemi

 

Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne 1966-67 dönemi için 1 Aralık 1966 tarihinde kaydını yaptırır. Artık Siyasallı bir öğrenci olarak Mülkiye yurduna yerleşir.

Üniversiteye 1966 girişlilere dikkat etmek lazım. ODTÜ'ye 1966 yılında kayıt yaptıranlarla Siyasal'a kaydolanları sonraki yıllar içinde sol mücadelenin önlerinde kâh cezaevlerinde, kâh işkenceli sorgularda, kâh idam sehpalarında, kâh Nurhak Dağları'nda, kâh Kızıldere'de görüyoruz.

Okula geldiği ilk yıldan itibaren sıcaklığı, tevazusu, dost canlısı sevecenliği, samimiyeti ile yeni oluşan arkadaş çevresinde bu Vanlı Kürt delikanlısı çok sevilir.Tevazusu hakikidir, kişiliğinin içselleşmiş ayırt edici bir vasfıdır.

45 yıl sonra görüştüğüm Siyasal'dan ve DEV-GENÇ’ten arkadaşı Oğuz Etçi, durduramadığı gözyaşlarını silerken şu anısını paylaşıyordu:

“Çok mükemmel bir insandı, o zaman devrimciler içerisinde parka-postal modası vardı. Ben de bir tane parka almak istiyordum, ama imkânlar sınırlıydı. Bir gün konuşurken Sabo parkasını çıkarıp 'al senin olsun' dedi ve parkasını bütün itirazlarıma rağmen bana verdi.

Herkse 'dayı' diye hitap ederdi. Bir gün anfide kız arkadaşlar 'Sabo herkese dayı diye hitap ediyorsun, erkeklere anladık bari bize öyle söyleme' dediler. Sabo’nun kızlara yanıtıysa, tam bir Sabo klasiğiydi; olur söylemem dayı!”

Ders dışında bütün gün kantinde geçer. Çünkü Siyasal'ın kantini Yusuf Küpeli, Mahir Çayan, İlhami Aras, Mustafa Kaçaroğlu, Zafer Kutlu, Nasuh Mitap, Oğuz Etçi, Hüseyin Cevahir, Tuğrul Paşaoğlu gibi dönemin ve sonra siyasi ve kültür hayatının önde gelen isimleri olacak öğrencilerin sıkça bulunduğu bir mekândır.

1960’ların sonlarında üniversitelerde  faaliyet gösteren fikir kulüpleri, kısaca “FKF” adını alıp “Fikir Kulüpleri Federasyonu” olarak çatı altında birleşir. Sabahattin Kurt da FKF üyesi olur ve çalışır.

1970-71 döneminde son sınıf öğrencisiyken SBF – DER (Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğrenci Derneği) yönetimine seçilir. DEV-GENÇ ve THKP-C  nüvesi artık kozasından çıkmaya hazır duruma gelmiştir. FKF, siyasi mücadelenin de dayatmasıyla artık yetersizliği de göz önüne alınarak, bir üst örgütlülük olarak tahayyül edilen DEV-GENÇ’e dönüşür. İlk genel başkanlığa Atilla Sarp seçilir.

18 Eylül 1970 tarihinde yapılan kongrede Ertuğrul Kürkçü başkan seçilir. Sabahattin Kurt artık DEV-GENÇ militanıdır ve sürekli Ankara dışında, Karadeniz'de tütün ve fındık üreticilerinin örgütlenmesi için çalışır, Ege’de pamuk üreticileri için faaliyettedir. Adana-Osmaniye yöresine de örgütlenme çalışmaları için gider. Kısacası Kurt, artık ne Ankara’da, ne Siyasal’da, ne de Gevaş’tadır.

Karadenize çok sık gidilir, tabii her gidişte Sabahattin Kurt da vardır; gerilla faaliyeti için çalışmalara başlanır.

Yine bir Karadeniz çalışması sırasında yaşananlar için Ziya Yılmaz, ölümünden 8 ay evvelki görüşmemizde şunları söylemişti:

“Gidecekleri yeri ve kalacakları çadırı  ayarladım. Sıkı sıkı da tembihledim, dağlarda dikkat edin her an bir çalılığın ardından bir köylü çıkabilir, sürüsüyle bir çoban geçebilir. Sessizliğe  özellikle de geceleri çok dikkat edin. Bir Jip ayarladım. Yaz günü olduğu için tentenin çadırı çıkarılmıştı. Arkaya oturdular, tentenin demirine tutunup yola çıktılar. İlk hareket edildiğinde Sabahattin ayakta idi. Sonradan anlattılar, Sabahattin yol boyu bütün ısrar ve uyarılara rağmen oturmamış. Dağ yolu patika ve çok virajlı, tabii her dönemeçte Sabo dengesini yitiriyor, arkadaşlarının üzerine kayıyor. Yahu Sabo niye inat ediyorsun otursana demişler, yok oturmayacağım demiş. 'Kendimi böyle Mao gibi hissediyorum, oturmayacağım' deyince artık söze gerek kalmamış.”

Yine Ziya Yılmaz anlatmıştı:

“Bunlar gene çıktılar dağa, dönme tarihlerinde de gelmediler, daha fazla gecikince ters bir durum mu var diye dağa çıktım. Meğer bizim gerillalar dağda kaybolmuşlar.Toplayıp getirdim hepsini.’’

DEV-GENÇ sonrası artık sınıf mücadelesinin bir gençlik örgütü ile yetinilmeyecek boyutlara ulaştığı düşünülür.

DEV-GENÇ içerisinde özellikle 15-16 haziran 1970 tarihinde sosyalistleri bile şaşırtan muazzam bir işçi eylemi, ülke gündeminin başına yerleşir. İşçiler,  tarihinde ilk kez bu ölçekte ve bu katılımla İstanbul’da sokağa çıkar.Taleplerini haykırır, sömürü düzeninden hesap soracağını yüksek sesle dile getirir. Bu eylem şiddet, zor ve kanla bastırılır. Artık herkes her şeyi yeniden düşünmek zorundadır. DEV-GENÇ olarak bu yeni dönemde yeterli mücadeleyi yürütmek imkânsız görülür.

DEV-GENÇ’ten üç Marksist örgüt çıkar, Türkiyenin bir dönemine damgasını vuran; THKO, TİKKO ve THKP-C.

Sabahattin Kurt, tereddütsüz THKP-C’de yerini alır. FKF, DEV-GENÇ – THKP-C dönüşümünde aynı kararlılıkla çalışmalara katılır, görev ve sorumluluk alır. Gittiği bölgelerdeki yerel kadroların arasında çok sevilen  bir isim olur.

 

'Bana artık para göndermeyin ve beni unutun'

 

Daha çok Karadeniz bölgesinde çalışır. Bugün algılamak zor gelebilir, ama bir Sinop’ta, bir Osmaniye’de, bir Ege’de, bir Samsun’dadır. Bazen Ankara’ya uğradığı da olur, birkaç günlüğüne. Gevaş’a ise artık hiç yolu düşmez. Kardeşi Semih Kurt anlatıyor:

“Abimi en son görüşüm tesadüfen Ankara otobüs terminalinde oldu. Kol saatimi kendisine verdim. Üzerimde biraz para vardı, vermek istedim çok az bir şey aldı, zaten ancak 10 dakika görüştük, sonra gitti .En son mektubu Erfelek postanesinden atılmış, babamla baktık Sinop’un kazası imiş. Mektubunda bana artık para göndermeyin, çünkü zaten alamıyorum, zaten elime geçmiyor, beni de unutun, diye yazmıştı.”

12 Mart 1971 darbesinin ardından başlatılan sürek avı sonrasında THKO lideri Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan tutuklanmış, yakalanan THKP-C lideri Mahir Çayan, arkadaşlarıyla birlikte Maltepe Cezaevi'nden kaçmış ve o yol yine Karadeniz'e uzanmıştı. Gezmiş, İnan ve Aslan'ı kurtarmak için eylem kararı alan THKP- C, THKO'dan da isimlerle harekete geçer. Karadenize geçen grup THKO VE THKP-C'li isimlerden müteşekkildir ve Sabahattin Kurt da bu grup içindedir.

Kızıldere’deki eve gelen ilk grupta da Sabahattin Kurt vardır. Ve başlarına geleceği önceden bilir.

O kadar ki; Kızıldere’ye geçmeden Fatsa’da evinde kaldığı arkadaşı “Sabahattin ne dersin, sence devrimi görecek miyiz” sorusuna “Ne devrimi görmesi, altı ay yaşarsak iyi” karşılığını verir.

Sabahattin Kurt bu sohbetten bir hafta sonra, arkadaşlarıyla birlikte Kızıldere'de öldürülür...

Yarın: Aileler anlatıyor / Saffet Alp