Julia Kristeva, kitaplarından bir kısmı Türkçe'ye çevrilmiş önemli bir Fransız aydını ve akademisyeni. Aynı zamanda değişik konularda kitapları olan bir yazar.
Dünya edebiyatında mühim bir isim olan ve bazı romanlarının Türkçe çevirileri de bulunan Fransız yazar Philippe Sollers ile1967 yılında evlendi. Yaklaşık 56 yıldır da Paris'te yaşıyor.
Aslında 1941 yılında Bulgaristan'da doğmuş. 1965 yılında Paris'e gelmiş. Edebiyat eleştirisi, psikanaliz, dilbilim, göstergebilim, eleştirel felsefe, kadın sorunu alanlarındaki çalışmalarıyla tanınarak, Fransız entelijansiyasının parlak isimlerinden biri olmayı başarmış. Kendisinin feminist olarak addedildiğini biliyoruz ama bu kimliklendirmeyi reddettiği, son zamanlarda gözümüze ilişmeye başladı.
Zeki ve çok yönlü bir entelektüel olan Kristeva, 1973 yılında, Denis Diderot Üniversitesi'nde, profesör olarak uzun yıllar çalıştı. Mikhail Bakhtin'den epeyce etkilendiği, Lacan ve Barthes ile çalışmış olması atlanmaması gereken bir detay.
1970'lerde Çin kültür devriminin uyandırdığı merak ile Çin'e gidip araştırma ve gözlemlerde bulunmuş. 1977 yılında "Çinli Kadınlar Hakkında" isimli kitabını yazmış. Birçok kitabı varken önce bunu anmam, yazının ilerleyen bölümlerinde bağlamını kavrayacak.
Edebiyat eleştirisi teorilerinde metinlerarası kavramı telaffuz edildiğinde ilk akla gelen isimlerden biridir. Simone de Beauvoir ve Hannah Arendt entelektüel dünyasında özel bir yer tutar. Her ikisi için de görüşlerini, düşüncelerini kitaplaştırdı. Kadın Dehası 1 – Hannah Arendt, Pinhan Yayınları'ndan, Simone de Beauvoir Aramızda, Sel yayınlarından çıktı.
Zengin formasyonu, metinlerinin muhtevasının çeşitliliği düşünüldüğünde bugünlerde pek telaffuz edilmeyen ama seksenlerde Frankfurt Okulu merkezli kavramlar arasında sıkça anılan "Çoğul Okuma" belli ki entelektüel birikimini tahkim ederken benimsediği bir yöntem olmuş. O yüzden kitapları, okurunu zahmetli bir zihinsel çabaya zorlar. Bir birikim gerektirir, adeta kavramları ve sorunsalının iyi bilinmesini zımnen şart koşar. Samuraylar'da geçen kavram ve isimleri bir fikir vermesi için , romandaki yer alış sıralamasına riayet ederek, yazıyorum: "Marx, Proust, Aristoteles, Platon, yapısalcılık, Vietnam Savaşı, devrimci feminizm, SSCB, Stalin, Freud, Balzac, Lenin, Descartes, Diderot, Hegel, Faulkner, Shaekspeare, Cervantes, Mao, Duke Ellington, Dizzy Gillespie, Lautreamont, Andy Warhol, Breton, Baudelaire, Cezanne, Sade, Heidegger, Celine, Tao, Konfüçyüs, Borges, Kerouac, Ginsberg, Burroughs, Dylan Thomas, Joan Baez, Bob Dylan, Sorbonne, MIT.
Samuraylar için baştan şunu ifade edebilirim:
"Samuraylar romanını, gerek yazarlığının ve çalıştığı alanlara olan hakimiyetinin sağladığı zengin anlam katmanlarıyla gerekse kendi yaşamından derlediği otobiyografik öğelerle zenginleştirip bize eşine rastlamadığımız bir eser sunuyor."
1992 yılında çıkan "Samuraylar "romanı, düz bir roman okumanın ötesinde birden çok metnin bir aradalığı nedeniyle hem 68'i, hem de o dönemin Fransız entelijansiyasını bilmeyi aşina olmayı gerektirir. Bu bir edebiyat eseri için iyi ya da doğru bir izlek midir? Cevaplar göreli olacaktır. Ama Ulysses'i, büyülü gerçekçilik romanlarını düşünürsek Kristeva'yı ayrıksı görüp yadırgayamayız.
68, Kristeva'nın teorilerinde, söylem ve imgeleminde, kuşakdaşı diğer Fransız aydınlarında olduğu gibi, çok özel bir yer tutar. Böylesine işlek bir zeka ve muazzam birikime sahip bir yazarın 68 romanının Türkçe'ye çevrilmiş olması, değerli bir kazanımdır. En son, mutat olduğu üzre, her on yıllık sene-i devriyesinde yapıldığı gibi, 68'in ellinci yıldönümü olan 2018 yılında harlandı tartışmalar. Ama harareti çabuk dindi ve üç yıldır mevzu bile edilmez oldu. Herhalde, altmışıncı yıldönümünde yani 2028 senesinde yeniden alevlenir. Yazılmazsa, önemine dikkat çekilmezse Samuraylar, o tarihe kadar unutulur, kaybolur gider.
Oysa, önümüzdeki yedi yıl sonra yeniden başlayacağı kesin olan 68 tartışmaları için o zaman geldiğinde de geçerli olabilecek gerçekçi bir perspektife sahip.
Samuraylar, bir dönem ve aynı zamanda otobiyografik yanı da ağır basan bir romandır. Kristeva, "gerçeğe sadakat" ve "sanata / edebiyata sadakat" sorunsalına indirgemeciliğe düşmeden yeni açılımlar getiriyor. Birini diğerine feda etmiyor.
Roman, takdire şayan bir entelektüel dürüstlükle yazılmış. Kaba ideolojik dogmatizmin görmezden gelme ya da tam tersi mübalağa etme yanlışlarına düşülmemiş.
O dönemi yaşamış ve tanıklık etmiş olmanın edindirdiği bilgi ile en diplerdeki ayrıntılara dalarak gözlem yeteneği ve keskin ironisiyle Fransız mayıs 68'ini ve sonrasını resmediyor. Sık yapılan ağdalı romantizm ile nostalji yaşatmak yerine tarihi anlaşılır kılacak nesnel bir perspektif veriyor. Analizler, çözümlemeler yapmadan, mesaj verme kaygısı gütmeden, edebiyatın içinde kalarak işliyor 68'i.
Mayısın ilk haftasında devrimin gerçekleşeceğine olan inançlarının şevkiyle zihinsel ve bedensel emek güçlerinin nasıl seferber edildiğini, elli iki yıl sonra okuyunca, "Bu kadar akıllı ve düşünce üreten zeki insanlar, nasıl bu denli 'devrim başlıyor' inancına kapılacak kadar, naif olabiliyorlar" sorusu akla takılıyor. Tabii devrim olmayınca bu naiflik, ilerleyen zamanlarda düş kırıklıklarına ve melankoliye neden oluyor.
Devrimci coşkunun sönmesiyle birlikte yeni bir gelecek kurma praksisinden kopan 68 devrimcileri (Daniel Bensaid, Tarıq Ali gibi) ve bilhassa da entelektüeller, elli yıldır süregelen mağlupların sinikizmi ile en geri mevzilere çekilip, gelecek ufku olmayan felsefe ve estetik ile meşguliyetlerini sınırladılar. Sessizleşerek, hakim oldukları alanları da prototipi Fukuyama olan neoliberallere bıraktılar. Çıktıkları bu gönüllü sürgünden çok sonra "Dünya çölleşti" diyerek kendi işledikleri günahların sonuçlarından kendileri şikayetçi oldular, paradoksal bir biçimde.
Peki bu nasıl oldu? Kristeva, bu soruyu soranlar için, Samuraylar'da somut yaşantılar düzleminde okuru dolaştırarak ipuçlarını veriyor. Kendi entelektüel çevresinin bireylerine odaklanarak 68'i, öncesini ve hüzünlü serencamlarını ironiyle ve hakikatlere sadık kalarak ana temaya ustaca dahil edebiliyor, eklektik olmadan.
Hep merak konusudur; 68 eylemcilerinin önde gelenlerinin devrim ateşinin sönmesiyle ne yaptıkları, neler yaşadıkları, ne düşündükleri. Son yıllarda Türkçe'ye de çevrilen kitaplar sayesinde bir fikir edinme imkanı bulundu. Ama 68'den etkilenen ve devrimci eylemleri destekleyen aydınlar neler yaşadılar, ne düşündüler, hayatlarına nasıl devam ettiler? Halet-i ruhiyeleri nasıldı? Bu sorular salt bir kurgu değil yaşanmış olanın yani hakikatin aktarılması dürüstlüğü ile romanda Kristeva tarafından kolajlanmış.
Roman kahramanı Olga, bir doğu ülkesinden Paris'e geliyor; tıpkı, Kristeva'nın Bulgaristan'dan gelmesi gibi. 68'den sonra Çine gidiyor, gözlemler yapıyor kadın hayatlarını ve toplumsal yaşamdaki konumlarını gözlemliyor, irdeliyor, ve Çinli kadınlar hakkında kitap yazıyor. Yazı girişinde bahsettiğim Kristeva'nın, Çinli Kadınlar Hakkında, adlı kitabını yazmasından da anlıyoruz ki Olga, aslında Kristeva'nın ta kendisi.
Gerçek hayatında, Derrida, Foucault gibi Fransa ve batı düşünce dünyasında aks değiştiren, yepyeni kavramlar ve yaklaşımlar üreten entelektüellerle aynı dergide yer alan Kristeva, romanda, Olga adıyla, Samuraylar'daki ismiyle yazar, dergi yöneticisi Herve Sinteuil ile tanışır ve sonra evlenirler. Olga, Herve'yle evliliği sayesinde yeni ve akademik / entelektüel bir çevre ile tanışıyor; tabii okurlar da.
Fransa'nın elit entelektüel simalarından oluşan bu yeni çevre ile roman bambaşka boyutlar kazanıyor. Çünkü Olga ve eşinin yanı sıra bu insanlar 68'den hem etkileniyor, hem de bir kısmı desteklemekle kalmayıp militanca emek sarfediyor.
Romandaki adıyla Herve, aslında Kristeva'nın kocası ünlü roman yazarı Philippe Sollers. Bunun yanı sıra, Kristeva ve Sollers'in dışında başka sürpriz isimler de anılıyor.
Birkaç örnek:
"Scherner'in düşünceleri: Psikiyatri hastanesinden sonra hapishane. İktidarı bütün biçimleriyle ifşa ediyor, solcuları izliyor ve solcular da onu izliyor. Öncelikle soylu bilginin kesinlikle bir iktidar olduğunu kanıtlıyor. Sf: 147-148.
Scherner'in böyle düşünmesinin nedeni kendi cinselliğinden, eşcinselliğinden hareket etmesidir. Sadece o deneyebilir, riski dehasıdır. Bu özelliğiyle tanınacaktır ve bedelini ödemeye hazırdır.
Baron de Charlus kendisine bir eşcinsellik kürsüsü verilmesi fikrini yabana atmıyordu… Sorbonne'da! Scherner söz konusu olduğunda, olaylar da dikkate alındığında Sorbonne yetmez. İddia ediyorum, daha ileri gidecektir. Sf 149".
Yukarıdaki alıntıları düşününce, "Hapishanenin Doğuşu, Cinselliğin Tarihi, Bilginin Arkeolojisi, Özne ve İktidar kitaplarını yazan ve eşcinsel olan Fransız kimdir?" sorularının cevapları Scherner'in, M. Foucault olduğunu kesinleştiriyor.
Bir başka çok önemli Fransız filozofu daha:
"Wurst karısını öldürdükten sonra dolaşan bir cesetten başka bir şey değildi artık. Sf 271.
Wurst'ü tanıyorum. Bölünmüş. Sf 297.
Hiçbir şey hatırlamıyor. Tanrıdan söz ediyor. Niçin olmasın?... Tam bir inançsızlık içinde olan Wurst doğal olarak mutluluğu mümkün görmüyordu… Wurst depresyon içinde. Wurst'ün içindeki ölü patladı sonunda. Aynı eylemle karısını ve kendi düşüncesini kurban etti… İnsanlar Wurst'ün suçlu olup olmadığını ve bu cinayetten karısının da sorumlu olup olmadığını soruyorlar… Wurst bir kadın boğazına sarıldı, nefesini kesti çünkü kendi bedeninin nefesi yoktu. Bedeni yaşanmaz haldeydi. Sf 298."
Hayat hikâyesini bilenler, romanda karısını boğarak öldüren ve kliniğe yatırılan Wurst'ün, Marksist filozof Louis Althusser olduğunu tespit ederler.
Fransız felsefeci, göstergebilimci, edebiyat eleştirmeni, edebiyat ve toplum teorisyeni ve post-modernizmin önde gelen siması Roland Barthes, 1980 yılında, 65 yaşında bir trafik kazasında öldü. Samuraylar'da "… kayan bir Citroen…" sözcükleriyle bu talihsiz olay, dokunaklı bir üslupla anlatılmış. Çünkü romandaki kazada ölen kişi ile gerçek hayatta trafik kazasında ölen aynı insan; yani, Kristeva'nın düşünsel formasyonunda önemli bir etkisi olan Roland Barthes.
Romanda farklı isimlerle karşımıza çıkan Kristeva, Sollers, Foucault, Barthes ve Althusser'i, ifşa ettim, daha fazlası okuyuculara haksızlık olur, Lacan'ı ve diğerlerini bulmak da başka okurlara kalsın.
Kristeva, her kitabında yaptığı gibi, Samuraylar romanında da 68'e dair farklı düşünme yolları açtı.
Paris Komünü, 1917 Ekim Devrimi, İspanya İç Savaşı, Çin Kültür Devrimi nasıl ki üzerlerinden o kadar zaman geçmiş olmasına rağmen hâlâ araştırılıyor, yazılıyor, tartışılıyorsa, 68'de daha uzun yıllar yazılacak, yeni kavramlarla, çok yönlü tartışmaların konusu olacak.
Çünkü 68 her ülkede farklı tezahür etti. Toplumsal tarihler, siyasal kültürler kendi ülkelerinin 68'lerini etkiledi ve özgül kıldı. Yani bütünsel bir 68 tarihine, gerçekliğine ulaşmaya daha çok var. Sadece Paris 68'i ile yetinemeyiz. Çünkü, çok önemli de olsa bütünün bir parçasıdır. Bu bağlamda Samuraylar romanı, Fransa 68'inin anlaşılmasına yönelik önemli bir katkıdır.
Ama belirttiğim nedenlerden ötürü başka ülkelerin 68'lerine de bakmak gerekir.