Murat Bjeduğ

11 Kasım 2024

Gülten Akın şiirinde Kızıldere ve Mülkiyeli devrimci Sabahattin Kurt

Kızıldere’de katledilen devrimcilerin tümünün isimleri, Gülten Akın’ın şiirlerinde anılır ama en çok Sebo’nun adı geçer

Gülten Akın

“Kabul edemediğim hayat, beni şair olmaya götürdü” diyerek, kişiliğine çok uygun düşen son derece veciz ve dürüst bir ifade ile şairlik serencamının başlangıcını adeta bir motto gibi açıklayan Gülten Akın, dört yüzün üzerinde şiir, ilki 1956 yılında "Rüzgar Saati" adıyla yayınlanan on dokuz şiir kitabı yazdı.

1951 yılında "Çin Masalı" isimli şiiri Son Haber’de yayımlandı, bu ilk yayımlanan şiiridir.

On yedi şiir kitabı yayınlanan Gülten Akın’ın Bestelenen şiirlerinden bazıları şunlardır:

Siyah Beyaz - Sevinç Eratalay

Beni Unutma - Sevinç Eratalay

Büyü Yavrum - Grup Yorum

Deli Kızın Türküsü - Sezen Aksu

Ertuğrul’a Ağıt - Grup Yorum

Kadın, eş, anne, şair, avukat, öğretmen, sosyalist ve bir de hapishane tutuklusu olan evladının anasıydı. Türkiye Cumhuriyeti'nin yakın tarihindeki en çalkantılı döneminin tanığıydı, yaşayan öznesiydi o çalkantılı ve karanlık dönemlerin. Fakat her şeye rağmen yine de ne kendi ne de şiiri acılara yenilmeden, egemen olana biat etmeden, yaşamaya devam etti.

Vefat ettiğinde tabutunu sadece kadınlar taşıdı ve bugün de hâlâ kendinden sonra gelen genç nesillerin kadınlarına ve şairlerine esin veriyor, abidevi bir örnek teşkil ediyor.

Başlangıçta kadın şairdi, akabinde en büyük kadın şair unvanına mazhar oldu; sonraki yıllarda ise en üst mertebeye geldi. Çünkü Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın vefatının ardından Milliyet gazetesinin 2008 senesinde oluşturduğu bir seçici kurul tarafından Gülten Akın, ‘’Yaşayan En Büyük Türk Şairi’’ olarak seçilmiştir. Bu seçici kurulda yer alan ve alanlarında yetkinlikleri üzerinde konsensüs olan isimler şunlardır:

Ahmet Soysal, Ahmet Ümit, Baki Asiltürk, Berrin Karakaş, Beşir Ayvazoğlu, Birhan Keskin, Cem Erciyes, Deniz Kavukçuoğlu, Egemen Berköz, Elif Şafak, Enver Ercan, Eray Canberk, Eren Aysan, Feyza Hepçilingirler, Füsun Akatlı, Gökçenur Ç., Hasan Ali Toptaş, Hasan Özkılıç, Hıfzı Topuz, Hilmi Yavuz, Hulki Aktunç, Hüseyin Alemdar, İhsan Yılmaz, Konur Ertop, Lale Müldür, Mario Levi, Metin Celal, Metin Kaygalak, Murat Uyurkulak, Murathan Mungan, Müge İplikçi, Namık Kuyumcu, Nazlı Eray, Prof. Dr. Nüket Esen, Orhan Duru, Ömer Türkeş, Özen Yula, Pınar Kür, Selim İleri, Selim Temo, Semih Gümüş, Sibel K. Türker, Süreyya Berfe, Şebnem İşigüzel, Tahsin Yücel, Prof. Talat Sait Halman, Tuğrul Keskin, Yılmaz Karakoyunlu, Yılmaz Odabaşı, Yusuf Çotuksöken.

Sözcük ekonomisine dayalı, arı ve duru bir dille şiirlerini yazan Gülten Akın’ın, etkilendiği şairler olarak şu isimler sayılır:

Cahit Külebi, Behçet Necatigil, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Attila İlhan, Nazım Hikmet Ran, Federico Garcia Lorca, Bertolt Brecht, Pablo Neruda, Pir Sultan Abdal, Dadaloğlu.

Gülten Akın ve Kızıldere

1972 yılında, Tokat’ın Niksar ilçesine bağlı Kızıldere köyünde Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir eşi daha olmayan, yarattığı ve dehşet verici izlerin travmatik etkisi bugünlere kadar gelen acı bir olay vuku buldu. Haklarında sıkıyönetim mahkemesinin verdiği hukuk ilkelerine ve yasalara uygunluğu hala tartışılan ve sorgulanan idam kararıyla yirmili yaşlarında olan Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan adlı üç üniversite öğrencisinin idamlarını durdurmak için geniş bir toplumsal ve siyasal faaliyet sürdürülmeye başlanmıştı.

Ancak gelişmeler, toplumda infial yaratan bu hukuk dışı idam kararının mutlak surette uygulanacağına dair güçlü işaret ve kararlılık, umutları kırıyor ve yasal ve parlamenter girişimlerin sonuç alamayacağını ve bu çabaların beyhude olduğuna dair kanaatleri güçlendiriyordu.

Bunun üzerine; Mahir Çayan, Sabahattin Kurt, Sinan Kazım Özüdoğru, Ertuğrul Kürkçü, Hüdai Arıkan, Ertan Saruhan, Cihan Alptekin, Nihat Yılmaz, Ömer Ayna, Saffet Alp, Ahmet Atasoy adlı çoğunluğu üniversite öğrencisi olan bir grup devrimci yanlarına aldıkları ikisi  İngiliz diğeri Kanadalı üç rehineyle birlikte geldikleri Kızıldere köyündeki bir evde 30 Nisan 1972 yılında kuşatıldılar.

Aynı günde yapılan idamların durdurulma talebi odaklı görüşmelerin sonuç vermemesi üzerine güvenlik güçlerince gerçekleştirilen operasyon sonucunda içlerinde arkadaşlarının Sabo diye seslendikleri Mülkiyeli Sabahattin Kurt’un da bulunduğu on devrimci ve rehineler korkunç bir şekilde öldürüldüler. Sadece Ertuğrul Kürkçü sağ olarak ele geçti.

Gülten Akın konulu bu yazı bağlamında Kızıldere’ de öldürülen devrimcilerden Sabahattin Kurt özel bir konumdadır. Çünkü Gülten Akın, kaymakam eşinin 1960’ların ilk yarısında görev yaptığı Van’ın Gevaş ilçesinde Kurt ailesi ile tesadüfen kapı komşusudur. İki aile çok sıcak bir komşuluk ilişkisi kurarlar. Gülten Akın’ın ifadesiyle Kurt ailesi, Akın’ların her şeylerine koşarlar. Ama bir ritüel var ki unutulur gibi değil. Sabahattin, istisnasız her pazartesi Gülten Akın’ın kapısını çalar; o büyük şair ve büyük insan gelenin kim olduğunu bilmektedir, evet, gelen odur, yani Sabahattin’dir. Bir önceki pazartesi sabahı aldığı kitabı okumuş, bitirmiş ve yenisini almak için iade etmek üzere getirmiştir. Sebo’ya verilecek yeni kitabı zaten hazır etmiştir elleri öpülesi Akın. Kapıyı açar; sessiz, mahcup Sabahattin'e kitabı uzatır, teşekkür eder. Gülten Akın da yeni okumasını uygun gördüğü kitabı, saygısı ve terbiyesiyle hayranlık uyandıran, evladı gibi sevdiği; ‘’r‘’ harfini telaffuz edemeyip ‘’y’ olarak söyleyen biricik Sebo’suna verir.

Yüksek öz disipline sahip iki çok çok özel insanın pazartesi törensel alış verişidir bu. Sonra... Sonra Gülten Hanım Haymana’ya tayini çıkan kaymakam eşiyle ayrılır Gevaş’tan. Ardından da Sabahattin Gevaş’tan gider Ankara’ya; çünkü yüksek bir puanla kazandığı Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde tahsilini yapmak üzere gidecek, o korkunç akıbetini yaşayacaktır. Kaydını 1966 yılında yaptırdığında Sabahattin henüz 17 yaşındadır.

1972 yılında ise yani 23 yaşında Kızıldere’de yüzü tanınmaz hale gelinceye kadar kurşunlanmış vaziyette ölümsüzleşir.

Kızıldere’de katledilen devrimcilerin tümünün isimleri, Gülten Akın’ın şiirlerinde anılır.

Ama en çok Sebo’nun adı geçer.

 

Van’dan Gelirik

Yukarıda

Averof’un oralarda

Altı jandarma bir komutan

Burdur Isparta Samsun’dan

Bursalı Konyalı Kırşehirli

Altı delikanlı jandarma

Bir yüzbaşı komutan

Sıkıca tutuyorlar

Yüzyıllanmış bir ipin ucundan

Öteki uçta üçer beşer el değiştiren

Kaçakçı, eşkıya

Güm güm ötüyor mağaralar

Buza kesiyor jandarma

Eşkıya donuyor

Donuyor komutan

Bitiyor açlıktan ve uykusuzluktan

Dev, baş istiyor

Bir eliyle eşkıyalar büyütürken

Ötekiyle jandarmayı üstüne salan

Bir ondan bir ötekinden

Baş istiyor

Uyumuyor kasabalar köyler

Kilitler tüfekler korkuyu bekliyor

Al narı cevizi bekliyor

Koyunları keçileri bekliyor

Sarı saçlı kızları bekliyor

Dev, eritiyor soluğuyla

Kilitleri silahları

Eşkıya evlere giriyor

Ardından jandarma evlere giriyor

Serseran serçevan

Eşkıyanın jandarmanın ardından

Bir uzun akmadan müküs

Kuzu büyümeden bebek yürümeden

Gelinler lorkeye durmadan

Dev, köle istiyor, ürün istiyor

Serseran serçevan

Beye dönüşüyor

Eski eşkıyalar

Serseran serçevav

Yiğidim, demir yüreklim

Dağlara verdiğim Sebo can

Onca kitabın onca kitabın

Kavlini yüklendin, Yaban kekliği miydin

Al eden avcıya mı düştün

Tuz mu koydular gözene

Yandın yeniden yeniden mi döndün?

Aşağıda

İlk yazın ürküttüğü balık sürüleri

Yumurtalarını gizleyerek gövdelerinde

Irmak ağızlarına yöneliyorlar

Buluttan başlığıyla Süphan

Bir kar taneciği bile vermeden karşılık

Akşam güneşini kullanarak

Yönetiyor son töreni

Göl durgun ve kızıl pırıltılı

Sıvanmış Engil suyunun balıkçıları

Ağları çekiyor dalyanlardan

Kuşlar koyağında

Martılar turnalar balıkçıllar

Koca bir savaşı bitirmiş yorgun

Beyaz sessizliğe sıralanmış

Duruyorlar

Yerde parçalanmış kuş bedenleri

Tüyler kan ve ölüm ölüm

Ah Sebo, Sebo can

 

Sayılmıyor Kaç Yolun Çatındayız

Van denizinde Gevaş’ta

Adı Sebo, kara bir oğlanla

Yine görüşelim deyip ayrılıyoruz

Gördüğü her basılı kağıdı yutmaktan

Biraz dalgın

Halkını sevmekten özyazgılı

Alıp başını gittiğini duyuyorum

Tokada

Kızıl gelincikler açan derede

Toplu ölümlerle öldürülüyor

Şimdi her parçası bir dağda

Er parçası bir dağda

Yine görüşelim deyip ayrılıyoruz

Geçiyorum Haymana’ya

Bir incedalan yiğidi

Yine özenle büyütüyorum

Bülbülderesi’nde kahvede

Kalleşçe kurşunluyorlar

Nasıl öğretmenlik yaparım artık

Öfkeyle boğulmuş, kinlerle dağlı

Nasıl ulaşırım çocuklarıma

Öyle bir çağa düştük ki dostlar

Durmadan göğekin biçiyorlar

Ölümden geçilmiyor

Dirim ateşler bahasına