Murat Bjeduğ

05 Nisan 2012

Ertuğrul Kürkçü: Kızıldere'de, bir anlamda intihar kararı aldık...

Bir trajik ve çok acı olayı yaşayan insanın olayın ilk yılındaki ile izleyen beş-on yıllardaki anlatımı arasında farklar olması olağan karşılanmalıdır

 

Bir trajik ve çok acı olayı yaşayan insanın olayın ilk yılındaki ile izleyen beş-on yıllardaki anlatımı arasında farklar olması olağan karşılanmalıdır. Sonradan hatırlananlar, zaman içerisinde yorum farklılıkları, yaklaşımda nüanslar olabilir. Ama  anlatımlarda olayın tematik ve olgusal düzeyde fark olup olmadığı önem taşır. 1978 yılında Uğur Mumcu’ya ilk anlatımından 12 Mart belgeselindeki Mehmet Ali Birand'a anlatımına kadar Ertuğrul Kürkçü’nün anlatımlarında nitelik olarak ve olayın cereyan edişi ile olgularda düşünce farklılığına yol açacak bir fark bulunmuyor. Burada, ilkin savcılık ifadesindeki metne, daha sonra da Aydın Çubukçu’nun ‘’Bizim 68’’ adlı kitabında yer alan metne yer vereceğiz.

İlkinden başlayalım:

“Teslim ol çağrılarına karşı teslim olmayacağımızı ve ateş açarlarsa da rehineleri vuracağımızı söyledik. Öğlene doğru yeniden teslim ol çağrılaı yapıldı. O sırada Mahir Çayan, arkadaşları bir araya toplayarak ‘bu olayın Sibel Erkan olayının üst seviyedeki bir  tekrarı olduğunu, Hüseyin Cevahir’in Maltepe’deki çatışma sırasında teslim olmak gibi bir eğilimi olduğunu, ancak bunun her türlü yiğitliğe rağmen bir zayıflık olarak kabul edilebileceğini, bu nedenle teslim olmamanın doğru olduğunu, buna karşılık yine de teslim olmak isteyen varsa teslim olmasını, söyledi. Kuşkusuz arkadaşlar arasında teslim olmak düşüncesini akıllarından geçirenler vardı, ama hiç kimse bunu açıklamadı. Hakim olan düşünce, ateş açıldığı takdirde teknisyeni vurmak ve çarpışmaktı.

Saat 12:00 sıralarında İngilizlerin hayatlarından endişe edildiği ve bunların gösterilmesini istediler. Bunu kabul etmedik, biz kendimiz istediğimiz zaman gösteririz, dedik. Dışarıdan bize teslim olmamız halinde herhangi bir şey yapılmayacağı şeklinde çağrılar yapılıyordu. Ancak biz teslim olmayacağız, diye bağırarak karşılık verdik. Yanıt olarak 'o halde öleceksiniz’ denildi. Saat 13’ü biraz geçe zaman kazanıp anlaşma zemini yaratılabileceğini düşünerek İngilizleri göstermeyi teklif ettim. Yalnız bir tanesinin gösterilmesi söylenince ben de yönetici pozisyonunda olan Charles adındaki teknisyeni yukarı çıkarttım. Çatı arasında açtığımız delikten İngilizce konuştular. İngiliz ‘ateş açmayın, açıldığı takdirde bizi öldürecekler’ diye konuştu. Dışardan ise, 'onlarda insanlık kalmamış, sizi her şart altında öldürecekler’ diye cevap verildi.

Saat 14:00 sıralarında, 'içinizden biri çıksın konuşmak istiyoruz' dediler. Bunun üzerine yukarıya çıktım. Çağrıyı yapanlar bir süre beklememizi söylediler.Tam bu sırada dışardan bir ya da iki el ateş açıldı. Ve bunun ardından daha önce çevredeki evlere yerleşmiş bulunan makineli tüfekler atışa başladı. Neye uğradığımızı şaşırmıştık. Bir anda kendimizi çatıdaki merdivene açılan deliğin üzerine attık. Önden Saffet aşağıya düştü, arkasından ben yuvarlandım. Mahir de bu arada İngilizler diye bağırıyordu. Bir anda yere yuvarlandık. Kafamı doğrulttuğumda yukarıdan ılık ılık bir şeylerin başıma doğru aktığını hissettim. başımı kaldırdığımda Mahir Çayan’ın kolunun çatıdaki deliğin ağzından aşağıya sarktığını gördüm ve koşarak yukarıya tırmandım.Ancak atış devam ettiğinden Mahir Çayan'ı indiremedim. Vücudunu yoklayabildim, sanıyorum başından vurulmuştu. Kendisinden Mahir diye bağırarak cevap istedim. Ancak cevap alamadım. Soluk da almıyordu.”

 

'Ben Mahir'le uğraşırken rehineler vurulmuştu'

 

“Aşağıya indim. Ben Mahir’le uğraştığım süre içerisinde diğer arkadaşlardan biri veya birkaçı üç İngilizi vurarak öldürmüşlerdi. Ancak ben o zaman ve daha sonra hiçbir arkadaşa hangisinin öldürdüğünü sormadım. Bu arada dışarı ile çarpışma sürmekte idi. Ben konuşacağım sıra üzerimdeki silahı Saffet’e verdiğimden o hengâme arasında silahsız kalmıştım. Cihan ve Ömer’in  birlikte dışarıya ateş açtıkları ve el bombaları savurdukları sırada bizim kaldığımız odadaki bir tomsonu alarak mutfak bölmesine geçtim. Buradan Sabahattin Kurt’la birlikte dışarıya ateş ettik. Ancak ortada belirli bir hedef yoktu. Zira makinelı tüfek yuvaları alt kattan görünmüyordu. Rastgele ateş ettik. Daha sonra Sinan Kazım Özüdoğru'nun ateş etmekte olduğu kişiler tarafına geçerek oradan da Sinan Kazım’la beraber ateş ettik. Ve bomba savurduk. Ancak biz dışarıdan ateş kesilmiş olduğunu fark edemediğimizden belli bir süre dışarıya ateş edip mermi yakmıştık. Bunu fark ettikten sonra da kesmelerini arkadaşlara söyledim.”

 

'Tesilm olalım mı, olmayalım mı'

 

“Arkadaşların ve evin durumunu gözden geçirmek istedim. Ortadaki manzara oldukça kötü idi. Mahir Çayan çatıda vulmuş, üç İngiliz öldürülmüş, Ömer Ayna kerpiç duvarı delik deşik eden mermilerle sol gözünden vurulmuş, Cihan Alptekin karşı tarafta bulunan odaya geçmek isterken kendisi de o odadan karşıya kaçmaya uğraşan Saffet Alp’in silahından çıkan kurşunla yaralanmıştı. Ancak o esnada  evde Mahir Çayan ve üç İngiliz dışında henüz ölmüş olan kimse yoktu. Bu arkadaşlar ağır yaralı idiler. Diğer arkadaşlar yaralı değildiler.

O zaman yapılacak tek bir şey vardı. Arkadaşlara teslim olmayı düşünüp düşünmediklerini tekrardan sordum. Ancak bütün bu olanlardan sonra hiç kimsenin ne teslim olacak, ne de teslim olmayı düşünecek hali kalmamıştı. Bunun üzerine evde en az kurşun geçiren bölmeye toplanmayı düşündük. İki tarafı iki ara duvarla korunan, bir tarafında samanlığa ve tuvalete açılan kapı, öbür tarafında giriş kapısı bulunan koridorun ortasında toplandık.

Sabahleyin evdeki bütün yatak yorgan ve diğer eşyaları giriş kapısının önüne yığmıştık. Orada karşıdan bundan sonra ne yapabileceklerini düşündüm. Bizim aklımızda Maltepe olayı olduğu için eve derhal taarruz edileceğini düşünüyorduk. Bu nedenle taarruzun nereden geleceğini  kendimizce hesapladık. Mutfağın ve kilerin pencereleri demirli olduğu için buradan girilemeyeceğini düşündük. Diğer tarafta evdeki diğer açıklıklar yerden genellikle 3-4 metre yüksekte olduğundan buralardan da girilemeyeceğini düşündük. Bir sokak kapısı, bir de dışarıdan samanlıktan geçerek eve giren kapı kalıyordu. Sokak kapısını tutmuş olduğumuzu düşünerek samanlık cihetinden gireceklerini düşünerek buna göre tertibat aldık.”

 

'Bir anlamda intihar kararı aldık'

 

“Biz tertibatımızı samanlıktan eve girileceği ve ev içinde çarpışılacağı kararına göre almıştık. Ve aslında orada verdiğimiz bir anlamda intihar kararı oluyordu. Ben yanıma bir sten ve bir tomson alarak samanlıkta eve geçişi sağlayan ve arada tuvalet bulunan bölümün kapısına doğru mevzilendim. Diğer arkadaşlar ise koridorun öbür ucuna yakın sokak kapısı civarında durdular. Ellerinde silahları ve her an çarpışmaya hazır olabilmek üzere pimlerini söktükleri savunma ve taarruz el bonbaları vardı… Ancak şu anda hangi arkadaşın elinde hangi tip bir bombanın tam olarak hatırlayamıyorum.Yalnız sanıyorum Saffet’te saplı bir taarruz el bombası, diğer arkadaşlarda el bombaları mevcuttu.”

 

'Yarı belime kadar samana gömüldüm'

 

“Bir süre bekleyiş oldu, bunun arkasından dışarıdan tekrar megafonla çağrılar yapılıyordu. Ancak ne söylendiğini anlayamıyorduk. Ve o sırada bizi de artık ilgilendirmez olmuştu. Bundan sonra eve doğru büyük çaplı silahlarla atış başladı… Atış yapılan silahlardan çıkan merminin çıkış sesini duyuyor, bundan beş ya da altı saniye sonra çarptığı yerdeki patlamasını duyuyorduk. Saffet’ten sorduk, bunun havan ya da roketatar olduğunu söyledi. Ancak havan oluğunu zannetmiyorum. Evin çevresinde, sağında solunda sürekli dört ya da beş infilak ya da patlama oldu. Bundan sonra arkadaşların bulunduğu kısma yakın bir büyük patlama oldu. Ben patlama ile birlikte kendimi yere kapıya doğru attım. Bu patlama ile birlikte ve bunun hemen ardından arkadaşların bulunduğu yerden üç ya da dört seri patlama sesi geldi. Ve sonra ses kesildi. Arkadaşların yanına koştum…İniltiler geliyordu. Şaşkına döndüm… Kendimi samanlığın en ucuna attım. Beklemeye başladım, bir süre atışlar devam etti. Samanlığın eve yakın kısmında da bir patlama oldu. Ve tahta direklerden bir kısmı yıkıldı. Bundan sonra ben içerisine yarı belime kadar gömüldüğüm samanların arasından ortadaki kalın kolonu siper ederek dışarıyı gözlemeye başladım.

Dışarıdan eve yaklaşıldı… Makineli tüfeklerle ateş edildi ve bombalar savruldu. Benim bulunduğum yer iki bölmeli idi…Bu sırada içeriye gaz bombaları da atılıyordu. İçeriye iki kişi girdi. Bir tanesi samanların arasını aramayı, birilerinin gizlenmiş olabileceğini söyledi. Diğeri ise 'içeri bakalım’ dedi. Daha sonra dışarıdan ‘çatıda adam var’ dedikleri için çatıyı taradıklarını duydum. Bu arada  eve çeşitli taraflardan girilmişti… Daha sonra iki el tabanca sesi işittim.Bundan sonra arkadaşların ölülerini dışarıya taşıdıklarını seslerinden işitiyordum…”

 

'Ya kendimi vuracaktım, ya teslim olacaktım'

 

“Arkadaşların durumlarının ne olduğunu ve benim ölenler arasında bulunup bulunmadığımı bilip bilmediklerini kestiremedim. Zira sabah çatıdan çıkarak ben konuşmuştum. Beni tanıyabilirler ve ölenlerin arasında olmadığımı tahmin edebilirlerdi. Gece yarısı daha sonra Niksar’daki sorgumda Niksar Savcısı olduğunu öğrendiğim kişi eve gelerek yanındakilerle birlikte evde tetkikat yapmış.İçeride lüks lambaları ile dolaştılar. Ben de ne olduğunu kestiremediğimden bir türlü bir türlü çıkıp çıkmamaya karar veremedim. Köyün giriş çıkışlarında tertibat alıp almadıklarını kestiremiyordum. Bu nedenle ertesi geceye kadar orada kalmayı kararlaştırdım. Zaten bir süre sonra yorgunluktan ve heyecandan sızıp kalmıştım.

Sabaha karşı gün ışırken köylüler evin çevresinde gezinmeye, samanlığa ve eve girip çıkmaya başladılar. Ancak üstüm başım Mahir’in akan kanları ile kan içinde kalmış, her tarafım samanlara bulanmıştı. Saat 12:00’ye doğru bir grup asker evin etrafını sararak evde samanlıkta yeniden arama yapmaya başladılar. Benim bulunduğum yere geldiler.Samanları karıştırdılar ve arayan askerle göz göze geldik. Asker 'burada adam var' diyerek komutanına koştu ve bundan sonra dışarıdan teslim olmamı, dışarı çıkmamı söylediler.Ancak benim kim olduğumu bilmediklerini, benim ölenler arasında ilan edilmiş olduğumu, daha sonra beni yakalayan jandarma üsteğmeninden öğrendim. Ancak Niksar’a gelen babam ölenlerden hiçbirinin ben olmadığımı söyleyince benim bulunabileceğimi tahmin ederek yeniden köye geldiklerini söylediler. Bana teslim ol çağrısını yaptıkları sırada bir süre düşündüm…Ya kendimi vuracaktım ya teslim olacaktım… Teslim oldum.”

(Bu metin Koray Düzgören’in THKP-C ve Kızıldere kitabından ( syf: 13-18 ) alınmıştır).

Yarın: Ertuğrul Kürkçü'nün anlatımı sürüyor...