Schorlau, üç romanında da Batı Almanya’da ve Almanya Federal Cumhuriyeti’nde vuku bulmuş ve etkileri hala sürmekte olan toplumsal/siyasal somut vakaları ana tema olarak almış.
Yazının ilk bölümüne buradan ulaşabilirsiniz
Mavi Liste: Demokratik Almanya’nın sanayi kurumları ve alt yapısının, iki Almanya'nın birleşmesiyle, hızla girişilen özelleştirmelerdeki kapitalist etik ile donanmış özel sermayenin “Sosyal Adalet” düşmanı açgözlülüğü ve doymak bilmez kar hırsıyla mal bulmuş mağribi gibi her türden entrikayı, bürokrasiyi de işin içine katarak heba ve feda edilen kamu yararının ve sonrasının tanıdık gelen manzarasını anlatıyor. Derin devletin karanlık dehlizlerinde, elindeki güçlü el feneri ile her türden iğrençliği gözler önüne seriyor. Ama sanayi burjuvazisi elbette tüm bunları yaparken toplumu bir yanılsamaya uğratmak için Kızıl Ordu (Rote Army Fraktion/Baader-Meinhof) fraksiyonunun bir hücresinin eylemiyle gündem oluşturup ideolojik aygıtlarını son sürat işletiyor. Kızıl Ordu'ya mal edilen olay, bugün de net bir şekilde gösterildiği gibi muvazaalı bu eylemin üzerindeki kuşku bulutlarının da dağıtılmasına güçlü karinelerle katkıda bulunuyor.
Münih Komplosu : Münih'te, 26.9.1980 tarihinde geleneksel ‘Ekim Festivali’nde insanların kalabalıklar halinde bulunduğu yerde patlayan bomba ile 13 kişi ölmüş 200 kişiden fazla insan yaralanmıştı. Devletin resmi soruşturması sonucunda olayın münferit bir vaka olduğu hükmüne varıldı ve dosya kapandı. Ama işin iç yüzünün hiç de öyle olmadığı, derin devletin soğuk savaş politikaları gereği işlenmiş bir cürüm olduğu, romanda insanı ürperten tamamen gerçekler üzerine gidilerek ve tehlikeli dehlizlerde yine o el feneriyle aydınlanıyor.
Koruyan El: Almanya'da, hala hafızalarımızda bıraktığı izleri silinmeyen peş peşe cinayetler yaşandı; 2000-2006 yılları içinde sekizi Türkiye biri Yunanistan kökenli dokuz göçmen öldürüldü. Almanların ‘Döner Cinayetleri! diye yaftaladıkları adi kriminal olaylar gibi değerlendirilmişti. ‘Mafyagil iç çatışma’ imalarında bulunulmuştu. Ama bu argümanlar hiç de ikna edici değildi. Daha sonra bu cinayetlerin failleri, 2007 senesinde bir polisi öldürüp 2011 yılında da bir banka soygunu akabinde kuşatıldıkları karavan içinde kuşkulu şekilde öldüler. Bu şahısların Nasyonal Sosyalist Yeraltı isimli bir neo-nazi örgütünün üyeleri olduğu kanıtlandı. Ama resmi yetkililer, üç kişilik bir hücrenin işi, derekesinde kanaat beyan ederek, dosyayı raflara yolladılar. Acaba olay bu kadar basit miydi ? Olmadığını derinlemesine, titizlikle ve adeta profesyonel bir uzmanlıkla eşeleyen detektif Dengler/Schorlau, gayet ikna edici belge, bilgi ve iç bağlantıları açığa vurarak kanıtlıyor.
Anlıyoruz ki, Almanya'da derin devlete tekabül eden yapının adı: Anayasayı Koruma Teşkilatı.
Roman – Kuram – Devlet Ve Schorlau'nun yazar olarak yetkinliği
Romanın temel karakteri, cesur ve işini iyi yapan bir detektif, Georg Dengler. En sevdiğim yanı detaycılığı. Tuttuğunu koparan, sonuç alana kadar hedefine kene gibi yapışan, cesur bir adam. Merlot'ları deviriyor romanlar boyunca. Arkadaşları ve sevgilisi ile şarap şişelerini kanına katarken Beatles, Rolling Stones, Bob Dylan'a rast geliyoruz ama blues, hele de Junior Wells ile blues'un Gılgameş'i Robert Johnson ismini görünce insan Schorlau ile ruh ikizliği duygusuna kapılıyor. Güzel bir his bu.
Georg Dengler aslında devlet kurumlarına, yasalara güvenen, inanan bir polis; dürüst çalışmış. Ama bu üç roman ve üç toplumsal olayın üstüne gittikçe Anayasayı Koruma Teşkilat'ı önüne dikiliyor. Bildik, tanıdık yöntemleriyle hakikatlerin kamuoyunca bilinmesini engellemek için her yola başvurmaktan çekinmiyor bu teşkilatın şefleri.
Romanın bence en önemli yanı, hangi ülkede okunursa okunsun, okura çok tanıdık, bildik gelecektir. Sadece memleketimizde değil, -ABD, Japonya, İtalya, Fransa, Güney Afrika, Şili, Arjantin, Rusya… vs-, her coğrafyada benzer düşünce ve öfkelenmelere sebep olacaktır gerçekçiliğiyle. Çünkü en karanlık ve yasak dehlizlerde korkusuzca dolaşırken Dengler, okuru da o dehlizlere çekiyor.
Romanlarda işlenen cürümleri araştırıp belli bir aşamaya gelinceye kadar da toplumu sarsan olayların gerisindeki yönlendirici gücü, organize eden aklın odak olma hususiyetini ve iç bağlantılarını bilemiyor. Devlet içinde bir iç odak / güç olduğunu görememiş; çünkü mesleki formasyonu bu olguyu görememeyi mündemiç kılmıştır. O halde bu romanlarda bir kavram önümüze dikiliyor. Varlığının gölgesi bile ürkünç ve tedirgin edici salgısıyla son yüzyılda ana omurgası, işlevi, görünen ve görünmeyen aparatları, organları ve yapıları yakinen bildiğimiz bir kavram: Devlet.
Platon ünlü ‘Devlet’ adlı eserindeki şu sözüyle görüşlerinin ana fikrini açıklar: ‘'Filozoflar kral olmadıkça ya da şu kral denen kimseler gerçek filozoflara dönüşmedikçe siteler için onların kötülüklerinin sonu gelmeyecektir. Yönetimin tiranlar değil filozoflara - ama mutlak güce sahip olmaları koşuluyla – verilmesini önerir. MÖ 473 yılında yazdığı bu görüşlerinin üzerinden 2500 yıl geçti ve yüzlerce devlet kuruldu, yıkıldı. 21. yüzyılda, devlet kavramı birçok açıdan tartışıldı, eleştirildi. Yeni rol ve misyon tanımlamalarıyla, aslında Platon'dan beri varolan, “yöneticiler iyi olursa devlet ve yönetim de iyi olur” ön kabulünün sarsaklaştırdığı bu anlayış, hala, demokratik cumhuriyet, liberal devlet, sosyalist devlet, İslam devleti gibi, -kısmen kuramsal düzeyde- devletin, istenen şekil, içerik ve misyonu vereceği gibi püriten yaklaşımlarla çok da değişmiş değil.
Çok kısaca belirtmek gerekir; Devlet kavramı en radikal eleştiriyle anarşizm ve marksizm tarafından irdelendi. Soru çok net: Devlet gerekli mi? Aslında bu iki dünya görüşü sistematik olarak, “Devlet, ilanihaye gerekli ve zorunludur” anlayışını reddeder. Anarşizm, “Hemen şimdi ortadan kalkmalı” derken; marksizm, “Devleti var eden maddi koşullar varlığını sürdürürken devlet de ortadan kaldırılamaz, o koşulların varlığına son vermek için devlet bir müddet varolmaya devam eder, sonraki evrede sönümlenir çünkü artık yeni toplumda gereği de ortadan kalkmıştır” şeklinde teorik formülasyonunu kurar. Gerek anarşizm, gerekse marksizm, Platon ile hemfikir değillerdir.
Özel mülkiyetin, toplumun buna göre yapılar ürettiği bir dünyada devlet, ne demokratik ne de iyi insanların elinde munis, adil, iyi ki var dedirtecek bir işleve asla sahip olamaz, görüşündeyim. Baskı aygıtı, yöneticilerin, ideolojilerin erişemeyeceği bir özerkliğe sahiptir. Binlerce yıldan beri de görülmüştür ki devlet, kendisinin varlığına, sonsuza değin varolması gerekliliğine biat edilmesini zorunlu kılar. Yani kendi eceli yoktur, ecelsizdir. Görünür gelecekte de devlet ile yaşamaya devam edecek insanlık. Bu gerçekliğe karşın, alternatif ama ilişkiler koordinasyonunu katılım ve tartışmalarla, salt oy ile de değil yerkürede oy hakkı olmayan varlıkların da haklarına harfiyen riayet ederek, özel mülkiyetin olmadığı komünalitelerle yeni bir çağ arayışı da sürmekte. İçinde bulunduğumuz dönemde devlet sorunsalını karşıt cepheden ve kapitalizmle eş anlamda değerlendiren çabaların en kritik sorunu, toplum ve bireyin ortalama algısında devlet olgusunun meşruiyeti, “ne yapıyorsa bekamız, güvenliğimiz için yapıyor; zaruriyetten de öte kutsaldır” algısını hemen değiştiremeyeceğine göre sorgulatma seviyesine getirecek uzun soluklu ataklar yapmaktır.
Sivil toplumun güçlü olduğu Batı toplumlarında görece mesafe alınmıştır. Ama son otuz yıldaki gelişmeler ışığında, sivil toplumun peltemsi, az gelişmiş ve hatta devletin kontrolünde olduğu söylenegelmekte ise de modern kapitalizmin egemenliğinde artık devletin esasa dair ana kurumlarının ve işlevinin yerkürenin her yerinde benzeşiklik ve karakteristik vasıflarda buluşması evresine gelmiştir, iddiasındayım. Elbette, Norveç ya da İsveç devleti ile Kamerun arasında hala büyük farklar vardır ilk bakışta, ben yüzey değil derinlerdeki olguya dikkat çekmek istiyorum. Rol, misyon ve işlev yani değişmeyen özsel nitelik bakımından; egemen devlet ideolojisi bağlamında zerre kadar fark yoktur. Son yıllarda görece daha az cürümlü diye bilinen İskandinav devletleriyle ilgili, edebiyat eserlerinden öyle şeyler öğrendik ki, tüylerimiz ürperdi. Nihai olarak her ütopyanın hedefi bireyin mutlu ve özgür yaşamıdır. Bu perspektiften bakıp görece daha iyi durumda sanılan Norveç, İsveç, İsviçre, Almanya, Fransa, İngiltere… gibi batılı kapitalist ülkelerin cürüm, vebal, insanlık dışı olan öylesine çok kriminal ve ideolojik vukuatları peş peşe geldi ki, bakıldığında tesadüf olmadığı anlaşılıyor. Görmezden gelinebilirler kategorisine sığmıyor. O halde tartışma kavramlarımızı ve perspektifimizi değiştirmek/yenilemek zaruri oluyor.
Wolfgang Scholau'nun bu üç romanı bence, bu zaruriyeti duyumsatması, kanıtlarıyla göstermesi ve nesnelliğiyle, 1970'lerdeki “Miliband – Laclau – Poulantzas / Kapitalist Devlet Sorunu” başlıklı muhteşem tartışması kadar değerlidir. Devlet – Faşizm – Totaliterizm ile geri çekilerek, cynic (= sinik ) bir tutumla mücadele edilemeyeceğini de düşündürüyor bu roman üçlüsü.
Marx, kültürü şöyle tanımlar: Doğanın yarattıklarına karşılık, insanın yarattığı her şeydir, kültür. Kültürü savunmak, kültür düşmanlarına karşı korkusuzca savaşmayı, insanın kabiliyetlerini seferber ederek yapabilecekleri için harekete geçmesini, ontolojik bir sorunsal bağlamında yetkinlikle işlemiş Schorlau.
Yorumların Siyasiliği
Romanlarla ilgili yapılan kritiklerde şunlar söylenmiştir ki kitapları okuyan her okur herhalde imzasını atacaktır:
Mavi Liste: “Schorlau, Georg Dengler ile devletin temelini sarsan bir karakter yarattı.” Neue Ruhr Zeıtng
Münih Komplosu: ‘“Schorlau, sadece kahramanı Georg Dengler'i değil, okurunu da korku ve dehşete düşüren varsayımlar ve yapılarla uğraşıyor” Stuttgarter Nachrıchten
Koruyan El: “Aslında bu kitaba şöyle bir uyarı notu iliştirilmesi gerekir: Dikkat, devlete olan güveninizi sarsabilir” Abendzeıtung ( Münih )
“Federal Almanya Cumhuriyeti'nin şansölyesi olarak size söz veriyorum: Cinayetleri aydınlatmak, azmettirenleri ve katillerin yardakçılarını ortaya çıkarmak ve mücrimlerin hak ettikleri şekilde cezalandırılmalarını sağlamak için her şeyi yapacağız. Hadisenin çözülmesiyle görevli bütün federal kurumlarımız ve eyalet makamları çalışmalarını azami gayretle sürdürüyorlar. ‘'
Angela Merker – 23 Şubat 2016.
“Bugüne kadar ne cinayetler aydınlatıldı ne de azmettiriciler ve yardakçılarının kimliği ortaya çıkarılabildi.’’ Koruyan El – syf: 337 İletişim Yayınları / Wolfgang Schorlau
İşte budur polisiyeye siyasi dedirten boyut.
Okumak iptiladır müptelalara selam olsun, şiarının sahibi İletişim'e, Schorlau iptilası için kucak dolusu sevgiler.