Murat Bjeduğ

10 Mart 2021

Dag Solstad'ın Norveç 68'i ve sonrasının romanı…

Dag Solstad'ın bu değerli patetik romanında anlattıkları yaşı altmışın üstünde olan okurlara çok tanıdık gelecek epey olgu ve olayı içeriyor. Yazar, romandaki 1968-1980 yıllarının Norveç'inde yaşananları anlatıyor ama Türkiye'deki okurunu da bu memlekette neredeyse birebir aynısı yaşanmış o oniki yılın trajedisinin içine fırlatıyor

Sinopsis

Altmış milyon insanın hayatını kaybettiği İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra harap haldeki Avrupa devletleri hızla yeniden inşa faaliyetlerine başladı. Durma noktasına gelmiş ekonomilere işlerlik ve verimlilik kazandırma, üretimi arttırma politikaları ile kapitalizm bir zenginleşmeyi gerçekleştirdi. Refah arttı, istikrar sağlandı.

1950'lerde Avrupa ve ABD'de refahın artışına rağmen bir toplumsal / tarihsel gerçeklik olarak sürmeye devam eden sınıf mücadelesinin tezahürlerini perdelemek için egemen ideolojiler tarafından kilise, aile, ülkeye sadakat, çok çalışma, müesses nizama itaat yüceltilerek genel düşünüş ve algılama standartlarının konformist çerçevesi çizildi. 1950-60 arası gelişen kapitalist üretim tarzına karşılık toplumsal yaşamlar kıpırtısız bir göl gibiydi. Savaş nedeniyle bedbahtlaşan hayatlar, durgun akan bir nehir analojisiyle anlaşılabilecek durağanlıkta seyrederken, öngörülemeyen bir gelişme oldu. Diyalektiğin yasaları işledi ve okullarda, kiliselerde, televizyonlarda vazedilen değerler zıttına dönüştü; Baby boomer eğlenmek istiyor, arzularına gem vurulmasına tahammül edemiyor, tek boyutlu insan olmayı bireyselliğine yönelik bir olgu olarak algılıyor ve bu prangayı bezdirici buluyordu.

O zamanlarda hayal bile edemeyeceği servet ve üne kavuşan Elvis Presley rock'n roll ile kurulu düzenin sadık hayranı ve ideolojik hizmetkarı olmasına rağmen hiç tahmin edemeyeceği bir devrimin ilk kıvılcımı oldu. Amerika 68'inin ve karşı kültürünün en önde gelen ismi eski Hippi Jerry Rubin'in şu sözü bir hakikate tekabül eder:

"Yeni Sol… Elvis'in kıvrak kalçasından doğdu."

Rock'n roll, durgun göle bir taş atılınca oluşan halkalar misali ufak çapta dalgalanmaların başlamasına öncülük etti. Tekdüzeliğin ve ataletin hakim olduğu dünya Rock'n Roll ile birlikte devinfen bir mecraya girdi.

1960'ların başında Beatles, Elvis'te başaşağı duran her şeyi ayakları üzerine oturtarak, değişimin ve non-konformizmin yeni algı kapılarını açtı.1960'lı yılların nesilleri sistemi, egemen değerleri tam karşıt cepheden sorgulayıp radikal eleştirilerini ilkin sanatla, şiirle, romanla, müzikle ifade ettiler. Farklı hayat tarzlarının mümkün olabileceğini göstererek geniş toplum kesimlerinin dikkatlerini çektiler. Sadece siyasi erke değil alt – minimal iktidarlara da yönelen tenkidler, tüketim toplumunu reddeden söylem ve eylem biçimleriyle arayışlarını sürdürdüler.

Küba devrimi, Çin kültür devrimi, Che'nin mücadelesi ve Bolivya dağlarında kurşuna dizilmesiyle efsaneleşmesi, Vietnam'da Ho Chi Minh ve Vo Nguyen Giap liderliğindeki Vietkong gerillalarının işgalci ABD ordusuna Vietnam'ı dar etmeleri; ABD'nin Vietnam'ı kan gölüne çevirip adına barış demesinin yalan ve iki yüzlü bir propaganda olduğunun yayınlanan fotoğraflarla, belgelerle, tanıklıklarla kanıtlanması 68 kıvılcımının infilaka dönüşmesinin etkenleri oldu. 

İnfilak öncesi, 1967 yılının yaz aylarında bir şeylerin farkına varıldı; Summer of Love -Aşk Yazı- diye kültür tarihine geçen aylarda o radikal eleştirilerin, verili olanı yadsıyan söylem ve hayallerin eşliğinde batı gençliği kendini uyuşturucuların sanal alemine raptetti. Dumanlı kafalarla sanal mutluluk alemlerinde Beatles, Bob Dylan, Rolling Stones dinlerken, Vietnam halkının üzerine iki milyon ton napalm ve diğer çeşit bombalar konfeti gibi yağıyordu.

Summer of Love sonrası, sistemin Bohemyan tepkileri umursamadığı, arzulanan değişimin esrar içerek, marihuana tüttürerek, LSD'li kesme şeker emerek, acid alarak gerçekleşmeyeceği idrak edildi. Başka bir donanım gerekiyordu, o da kısa sürede keşfedildi: 3 M. Yani Marx, Mao, Marcuse. İdeoloji, kitlelerin elinde maddi bir güce dönüştü. Böylelikle 60'lı yıllar kuşakları, toplumsal / siyasal mücadelenin gerekli olduğunun idrakine vardılar. Yeni mücadele tarz ve araçları yaratarak, "Mücadele Edeceğiz, Dövüşeceğiz, Kazanacağız", "Kaldırım Taşlarının Altında Kumsal Var", "İşçi Arkadaş! Sen Yirmi Yaşındasın Sendikan İkiyüz "sloganları ile kurumların, kurumsallaşmış geleneklerin uysallaştırıcı işlevlerini ortaya çıkardılar. Değişim ve devrim arzularını haykırarak hızla Paris, Londra, Roma, Berlin'de alanlara, bulvarlara aktılar. Tabii bir de Sovyet tankları burunlarının dibine kadar geldiğinde, Prag'ta.

ABD'de ağır zulüm ve tecrit altında olan zenciler, Vietnam savaşı karşıtları, Beatniklerin varisi Hippi hareketi zaten 1960'lı yılların ABD'sinde siyasal ve kültürel ortamı hazırlamışlardı.

Küçük ama tesir gücü yüksek bir partinin serüveni 

Dikkat edilirse, Oslo ve Norveç bu kadar analitik tasvirin içinde hiç zikredilmedi. Acaba 68 başkaldırısı Norveç'e hiç mi uğramadı?

Bu girizgahtan sonra, Norveç edebiyatının önde gelen roman yazarlarından Dag Solstad'ın, ülkesinin 68 ve sonrasını ürpertici uslubuyla ve ayrıntı atlamadan hem örtük bir kronoloji hattında ilerleyerek hem de olayların etki ve sonuçlarını bir kurgu değil de adeta bir otobiyografiymiş hissi uyandıran gerçekçilikle anlattığı romanına geçebiliriz. Romanın adı çok uzun: Lise Öğretmeni Pedersen'in Ülkemize Musallat Olan Büyük Siyasi Uyanışa Dair Anlatısı.

Roman Haziran 2020 tarihinde YKY tarafından yayınlandı. 226 sayfa ama kitap bitince 1226 sayfa okunmuş gibi oluyor.

Dag Solstad'ın radikal sol geçmişi var mı bilmiyorum. Biyografisinde olduğuna dair bir bilgi yok ama 1941 doğumlu; yani 60'lı ve 70'li yılları yetişkin bir yaşta yaşamış.

Kitabın çok başarılı çevirisi, Banu Gürsaler Syvertsen tarafından yapılmış. Eğer Norveç edebiyatı son yıllarda Türkiye'de ilgi görmeye başladıysa; roman yazarlarının kaliteli metinleri, değişik konuları, üslup ve dilleri kadar, Banu Gürsaler Syvertsen'in çeviri yetkinliğinin de rolü vardır. Zikretmeden geçmemek gerekir.

Roman kahramanları şunlar:

Knut Pedersen: Oslo Üniversitesinden mezun. Lise öğretmeni olarak atandığı Larvik'e, 1968 yılının ağustos ayında, kurşun gibi ağır iki valiz, pardesü ve şemsiye ile geliyor. Bir gelecek hayali kurmuyor. Vizyonu yok, olmasına dair bir gereksinim de duymuyor. Tam anlamıyla konformist bir hayat arzuluyor ve öyle de yaşıyor. Göreve başladığı küçük bir endüstri şehri olan Larvik lisesinde, Norveç dili ve edebiyatı, tarih, Hristiyanlık bilgisi dersleri veriyor. Fransız yazar Louis Ferdinand Celine'in, Gecenin Sonuna Yolculuk romanını seviyor.

Werner Ludal: Pedersen'in ders verdiği 2 Fen A sınıfının aykırı ve ağzı iyi laf yapan lider vasıflı öğrencisi. Kararlı ve inançlı bir M-L. Alkolik, asabi bir babanın huzur vermediği bir aile ortamında büyümüş.

Jan Klastad: Pedersen'in, tanışıktan sonra süper proleter olarak adlandıracağı İKP ( M-L) üyesi, militanı, fabrika işçisi. Üstlendiği birçok parti görevinin yanı sıra, Klassekampen (Sınıf Mücadelesi) isimli derginin elden satışını da yapıyor. Andrey Platanov'un, Çevengur romanından fırlayıp Larvik'e gelmiş bir proleter gibi, yorulmak, bıkmak bilmiyor. Burjuvaziden ve modern resimden nefret ediyor.

Nina Skatoy: Doktor, zorunlu hizmetini yapmak üzere 1974 yılının ağustos ayında Larvik hastanesine geliyor. Babası Oslo'da saygın bir tıp profesörü, şık bir semtte oturan burjuva bir ailenin kızı, 26 yaşında ve Oslo Üniversitesinden mezun. Larvik'e geldiğinde İKP ( M-L) üyesi olduğu için hemen temasa geçiyor ve partide çalışmaya başlıyor. Tüm yeteneklerini partiye hasretmiş bir militan. Evinde iyi kullandığı bir tabancası var ve kendini silahşör olarak da tanımlıyor. 

Lise Tanner: Pedersen'in Larvik'te evlendiği eşi, kütüphane çalışanı. Celine, Dostoyevski, Duun, Kafka, Hamsun, Kinck, Mann, Beckett, Broch, Musil, Faulkner, Günter Grass, Bruno Schulz ve bir bu kadar şairi okumuş edebiyat tutkunu. Siyasetle hiç ilgisi yok.

Roman, baştan sona Knut Pedersen'in anlatımıyla ilerliyor. 1968 – 1980 tarihleri arasında yaşananları adlarını belirttiğim bireyler ve İKP (M – L) üzerinden bazen bir tarihçi, bazen bir sosyolog, bazen bir siyaset bilimci bazen de bir psikanalist gibi ilmek ilmek işliyor.

İKP (M-L) radikal Mao'cu bir parti.Yani 3 M'den Marx ve Mao ile teçhizatlanmış; Marcuse ile bir ortak noktaları bulunmuyor.

Seksenlerde başlayan neo-liberal ideologların saldırıları karşısında yaşanan ideolojik amnezi, Pedersen'in anlatısıyla bir nebze olsun ve sadece bir boyutta gideriliyor. Hafızalardan artık silinmiş ya da silinmek üzere olan bir ütopyaya adanmış hayatların, verilmiş olan mücadelelerin bilgileri geri çağrılıyor. 

İKP ( M – L ), Mao'nun düşüncelerini kılavuz edinmiş, silahlı mücadele ve proletarya diktatörlüğünü hem de sosyal demokrasi iktidarının başarıyla uyguladığı ekonomik ve toplumsal politikaları ile dünyanın en zengin ve refahın en yüksek olduğu ülkelerinden biri olan Norveç'te savunuyor. Knut, Norveç'te tek bir işkence vakası olmadığını, muhalefetin örgütlenme, söz söyleme, hükümeti eleştirme özgürlüğünün olduğunu okuyucuya hatırlatıyor. Böyle bir ülkede İKP (M-L) için Çin ütopyası partinin en büyük moral değeri. Çin'de yaşamın Norveç'ten çok daha iyi olduğuna inanan sadık bir kitleye sahip olan bu partinin söyleminde hayranı oldukları o ülkeyi, "Güzel Çin "diye anıyorlar. Arnavutluk için "Avrupanın feneri''nitelemesi yapılıyor.

Pedersen'in, öğrencisi Werner'in bir ders sırasında hocasının anlatım tarzına ve anlattığı konulara itirazını yüksek sesle dile getirmesi, sınıf, sınıf bilinci, sınıf mücadelesi gibi sözcükler kullanması Knut'u şaşkına çeviriyor ve çok etkili oluyor. Çünkü siyasi – ideolojik bir kaygısı olmadan yaşayan Knut Pedersen bu kavramlara çok yabancı. Werner'in ajitatif konuşmalarının da tesiriyle, ayrıca daha evvelden ABD'nin Vietnam'daki savaşı ve katliamları vicdani rahatsızlık duymasına da neden olduğu için Klassekampen dergisini düzenli almaya ve yutarcasına okumaya başlıyor. Bu dergiyi her ay kendisine getiren proleter Jan Klastad'ın propogandası etkili oluyor ve işçi sınıfı mücadelesi için partiye katılma davetine kayıtsız kalamayıp İKP ( M-L) üyesi oluyor.

Knut Pedersen'in anlatımından anlıyoruz ki, 68 sonrasının Norveç'in de ciddi bir entelektüel etkiye ve büyülü bir çekiciliğe sahip olan İKP (M–L), ''Ateş olsa cürmü kadar yer yakar'' sözünü ters yüz ediyor. Cürmünden çok daha büyük bir tesir yaratıyor. Ama toplumun çoğunluğundan ve işçi sınıfından beklenilen teveccühü göremiyor.

İKP ( M-L), Vietnam'ın ABD ile savaşından zaferle çıkmasından sonra ki ilk 1 Mayıs mitingini büyük bir heyecan ve sevinçle düzenliyor. Çok sıkı hazırlanılan ve işçi havzalarında propoganda ve ajitasyon çalışmalarıyla organize edilen mitinge sadece altmış kişinin katılması derin bir sükut-u hayal yaşanmasına sebep oluyor. Bu duruma en fazla da, yoğun gayret sarfeden doktor Nina üzülüyor, demoralize oluyor ama sebatla çalışmaya devam ediyorlar; modern Sisyphos'lar halinde.

Seçimlerde de varlık gösteremiyorlar. Ama marjinal olmaları sorun olmuyor. Çünkü; hızla müdahil olabiliyorlar, tepkilerinde gecikmiyorlar, gelişmelerin arkasında kalmıyorlar, direnç yetilerinin gelişkinliği ve söylemlerindeki haklı olmanın özgüvenli dilleri, partiyi olduğundan daha büyük ve güçlü gösteriyor.

Partide gelişen bir görüş, başka mesleklerde çalışan üyelerini, sınıf bilincine vardırmak için işçi sınıfının içinde olmak gerekir teziyle manevi baskı oluşturuyor. Bu yönde yapılan çağrı üzerine bir kısım üye -iyi de ücret aldıkları- işlerini bırakıp, düşük ücretle çalışacakları fabrikalara işçi olarak giriyorlar. Nina da doktorluğu bırakıp bir tekstil fabrikasında gömlek dikerek proletaryaya katılıyor.

Müstafi doktor yeni proleter Nina silahlı mücadeleye inandığı için silah kullanmayı öğrenmiş vaziyette geldiği Larvik'te atış poligonuna da ara ara gidip silahşörlüğünü geliştiriyor. Nina'dan tanışmadan önce Lise ile evlenen ve bir oğlu olan Knut Pedersen, bir doğa hayranı olan Lise'ye, şehir dışına çıkıp doğa içinde yaptığı yürüyüşlerde eşlik ediyor. Pitoresk ormanlar, dağlar bir endüstri havzası olmasına rağmen çevrenin nasıl korunduğu, yemyeşil bir Larvik'in nasıl var edildiği akla takılıyor.

Knut Pedersen, doktor Nina ile yaşadığı kısa ama tutkulu ve obsesif bir aşk ilişkisinden sonra Lise'den boşanıyor ve yalnız kurt olarak yaşamını sürdürmek zorunda kalıyor. Çünkü Nina ilişkiyi kesin olarak bitiriyor.

Mühendislik fakültesini kazanıp Larvik'ten ayrılan Werner yaz aylarında gelip bir fabrikada geçici işçi olarak çalışıyor. Annesi, Knut'un öğretmenlik yaptığı lisede temizlik görevlisi olan Werner, aynı zamanda parti militanlığına canla başla devam ediyor. Kararlılığı, çalışkanlığı, örgütçülük yeteneği ile hem çalıştığı fabrikanın işçileri arasında hem de parti içinde değerini arttırıyor genç mühendis adayının. Ancak, Werner'de partinin yönlendirmesine ve çağrısına uyarak okulunu bırakıp Larvik'e dönüyor ve bir fabrikada emekçi sınıfına intisap ediyor.

Mao'nun, baş düşman ilan ettiği ABD'nin gelmiş geçmiş en karanlık ve en azılı anti-komünist başkanı Nixon ile buluşup el sıkışması tüm Mao'cu ve sonu M-L ile biten radikal partilerde olduğu gibi Norveç'te de tam bir şok yaratıyor. Parti Mao'nun ölümünden sonra, karısının hapishaneye atılması, seviyesi iyice düşen ağır ithamlar ve suçlamalarla süren iktidar mücadelesi, kültür yozlaşmasına ve burjuva kültürüne karşı yapıldığı iddia edilen, Konfüçyüs ve Buda'yı da hedef alan kültür devriminde yaşanan felaketler ve işlenen cürümlerin gün ışığına çıkması, Arnavutluk fenerinin sönükleşmesi, İKP (M–L) çizgisinin sorgulanmasına neden oluyor.

Pedersen bu sürecin sonunda şu itirafı yapıyor: "Ütopya çökmüştür."

Knut ayrıca iki şok yaşıyor. Werner M-L ve Mao'cu görüşlerinden tamamen vazgeçiyor, sosyal demokrat oluyor. Gerekçelerini anlatırken Ekim devriminden Çin devrimine uzanan Werner, sosyalizm tarihinde hüzünlü bir yolculuğa çıkartıyor eski öğretmenini.

Birgün süper proleter ve Knut'un "Dört yıl boyunca bağımlısı olduğum ustamdı" dediği, Jan Klastad, soluk soluğa ve beti benzi atmış bir vaziyette kapıyı çalıyor. Söyledikleri Knut'u şaşkına çeviriyor. Olayın romanda okunması yerinde olacağı için detaya girmiyorum.

Bütün telkinlere, baskılara rağmen öğretmenlikten ayrılmayan ama ideolojik kimliğinden, on yılını hasrettiği partisindeki faaliyetlerinden pişmanlık duymayan Pedersen'in iç monologları yakın dönem siyasi tarih dersi niteliğindedir.

Bu yazı bir yanılsamaya neden olmasın: Romanda, bu kritikte, değinmediğim çok daha fazla olay, öykü ve yan öyküler var

Dag Solstad'ın bu değerli patetik romanında anlattıkları yaşı altmışın üstünde olan okurlara çok tanıdık gelecek epey olgu ve olayı da içeriyor. Yazar, romandaki 1968-1980 yıllarının Norveç'inde yaşananları anlatıyor ama Türkiye'deki okurunu da bu memlekette neredeyse birebir aynısı yaşanmış o oniki yılın trajedisinin içine fırlatıyor.