Murat Bjeduğ

02 Haziran 2017

Ali Akay: Gerçek bir entelektüelin serencamı üzerine

Hayatta mütevazi insanlar her zaman büyük sürprizler yapma potansiyelini mizaçlarında barındırırlar

Uzun yıllar önce, 12 Eylül 1980 darbesinin çöle çevirdiği  sanat-kültür – siyaset hayatımızda önce “Türkiye’de klasik roman var mı?”  sorusu etrafında başlayan tartışma, şirazesinden çıkıp “Türkiye’de roman var mı?” eşiğine geldi. O eşikten sonra da hızını alamayıp, “Türkiye’ de entelektüel var mı?” sorusu dönencenin ana aksını oluşturdu.

Aklımda kalan en çarpıcı argüman, Attila İlhan’ın, Yaşar Kemal için telaffuz ettiği şu eleştirel cümle oldu:   

“Bir yaprağı 16 sayfada yere düşürüyor.”

Bu argüman, yazının ilerleyen bölümünde Ali Akay’ın entelektüel  üretimi ve kalitesi konusunu irdelediğim zaman bir metafor olarak söylemek istediklerimi çok anlaşılır kılacak.

Çeşitli isimler, yukarıdaki tartışmalara kendi meşreplerince dahil oldular. Ama bu tartışmaları yakından izlememe rağmen bugünden baktığımda, pek de verimli olmadığını, kalıcı bir etki yaratamadığını, ego düelloları ile izlemesi pek de sevimli olmayan bir eskrim müsabakasına döndüğünü, üzülerek hatırlıyorum. Çünkü; aydın var ama entelektüel yok, absürtlüğüne kadar varmıştı, atışmalar.

İçinden geçmekte olduğumuz bu post modern zamanlarda geleneksel olan hemen her şey buharlaşıyor. Tanımlar, kavramlar, algı mekanizmaları, muhakeme sistematiği, hatta hayal gücü ve dünyası bile… Değişim çok hızlı ve çok da mükemmel bir yöne doğru evriliyor. Tahakküm çarkı eskisi gibi dönemiyor, bireyin isyanından , çeşitli sınıf ve katmanlardan gelen heterojen toplulukların kutsal addedilen otorite, erk ve aygıtlara isyanına doğru mayınlı eşik geçiliyor; hem de emsalsiz bir cesaretle. Bu küresel olgu Türkiye’de GEZİ olayları adıyla tarihe geçti..

İnsanlığın tarihi, sınıflar mücadelesinin tarihidir. Karl Marx  tarafından icat edilmiş uğursuz bir icat; toplumu sınıflara bölme menhusluğu olarak iki yüz yıldır yapılan propagandanın iler tutar yanının olmadığını biliyoruz. Çünkü, bilimsel bir tespit olan sınıflar mücadelesi ve tarihin motorunun sınıflar arasındaki, üretim araçlarının mülkiyetine sahip olma savaşımının; Marx’ da, Engels de defaatle ve defalarca altını çize çize söylemişlerdir ki, mucidi biz değiliz, bizden çok önce bu bilimsel tespit burjuva bilim adamlarınca / iktisatçılarınca yapılmış ve yazılmıştır.

Sınıflar mücadelesinde tarihsel bir perspektif verebilmek için şöyle bir şema, yazı konumuz açısından da yararlı olacaktır:

SEZAR – Roma İmparatoru. Köle ve köle emek gücü bu imparatorluğun savaş makinesi olan ordusunun ve ekonomisinin motoru. Ama refahtan pay alamayan , klasik tabirle ezilen sınıf aynı zamanda.

SPARTAKÜS: Tarihte ilk köle isyanının Roma İmparatorluğu’na, yani Sezar’a karşı başlatan, kendisi de bir köle olan isyanın lideri.

Şemayı , Marx’ın en sevdiği tarihsel kahraman olan Spartaküs ile başlatmak kaçınılmaz oluyor:

SPARTAKÜS – PARİS KOMÜNÜ – 1917 EKİM DEVRİMİ – 68 – GEZİ

Paris Komünü ( 18 Mart 1871 – 28 Mayıs 1871 ), 72 gün sürmüş tarihteki ilk sosyalist proleter iktidar deneyimi idi. Kanlı bir şekilde , yani Komünarlar katledilerek çökertildi. Halk, seçtiği temsilcisini, görevini layıkıyla yapmadığı takdirde, geri çağırma, ilkesini ilk kez ortaya atan ve uygulayan bir işçi sınıfı iktidarı olarak tarihe geçti.

1917 Ekim devrimi, tarihte ilk sosyalist devrimdi. Bir tek kurşun atılmadan, Vladimir İliç Ulyanov ve Bolşevik önderlerin yönetiminde, işçiler, köylüler, askerler, aydınlar, kadınlar, işsizler ve diğer toplumsal katmanların kitlesel katılımıyla yaklaşık yirmi yıl sürmüş bir mücadelenin sonunda gerçekleştirilmiş ilk sosyalist devrimdi.

68 konusunda şu nüansın altını çizmek, yine tartışmamızda yeri geldiğinden önem kazanmış olacak. 68, iki mecrada ama eş zamanlı olarak gerçekleşti.

İlki: San Franscisco’da Haight -  Ashbury  tepesinde hippiler ile başlayan endüstriyel kapitalist tüketim toplumuna radikal bir karşı çıkışı ve Vietnam Savaşı’na eylemli karşı koyuşuyla ne çıkan ve en bilinen sloganı “        MAKE LOVE, NOT WAR” olan bir 68 isyanı. Hippiler, komün yaşamı ile farklı bir hayatın mümkün olabileceğinin işareti oldular.

İkincisi: Paris’te, Quarter Latin’de, 3 M ( MARX-MAO-MARCUSE ) logosu ile ve devrimci öğrenciler, işçiler, aydınlar tarafından GERÇEKÇİ OL İMKANSIZI İSTE – HAYAL GÜCÜ İKTİDARA – KALDIRIM TAŞLARININ ALTINDA KUMSAL VAR, sloganları ile boykot ve grevlerle Fransa’dan başlayan devrimci dalga olarak ikinci boyutu olan bir 68 başkaldırı mecrası var.

Vietnam Savaşı ve genel ilke olarak savaş karşıtlığı, kapitalizme ve burjuva düzenine cepheden karşı çıkış ve isyan bu iki 68 boyutunun ortak paydasıdır. Ama Paris mecrası daha politik daha ideolojik söylemi ile dünyadaki 68 isyanının asıl esin kaynağı olmuştur. Politik ve ideolojiktir ama aynı zamanda da Çin ve Sovyet komünist partilerine ‘’Titreyin bürokratlar, geliyoruz‘’ telgrafı çekecek kadar da liberter  vasıflıdır.

GEZİ için sanırım izahata gerek yoktur.

Devrimci Romantizm ve Ütopya’nın Gerekliliği

Bu yazı da düşüncelerini, çizgisini, entelektüel  seyrüseferinin özgül ve tutarlılığını; sağlam karakteri ve tavizsiz dürüstlüğü ile de entelijansiya içinde apayrı bir yerde durduğunu açıkça ifade edeceğim Ali Akay ile en ortaklaştığımız iki odak olarak saptadığım iki ana saik, neoliberalizmin kırk yıldır süren sultası ve kurduğu hegemonyasının estirdiği kurutucu, yakıcı rüzgârlara rağmen ayakta kalmanın iki ontolojik ana sütun diyebilirim:

Devrimci romantizm ve Ütopyanın gerekliliği. Zaten bu ikisi birbirinin mütemmim cüzüdür.

68 ve GEZİ zikredilince, sınıf olgusu vurgulanınca, Ali Akay’ın özgül diye tanımladığım kuramsal ana arteri derhal farklı bir söz ama dikkat çekici bir söylemin, GEZİ bağlamında telaffuz edilmiş bir analizi olarak, diğer analizlerden nüans değil bir yarılma halinde ayrışıyor. Nitekim bu farklılık hemen dikkat çekmiş; yılda sadece tek sayı olarak yayımlanan ve üst düzey teorik analizlerin ve tartışmaların yer aldığı çok saygın bir yayın organında aynen şöyle gösterilmiş:

Ali Akay’ a göre, Gezi Direnişi sınıfa dayalı bir makro politikanın değil, arzuya dayalı bir mikro politikanın ürünüydü.: ‘’ Yataydı, sınıfsızdı, hiyerarşisizdi, hem dağınık hem de toparlayıcıydı.’’ Transsersal Struggle: Gezi Park, Eurozine, 11 Haziran 2013.

Çağlar Keyder, protestocuların ağırlıklı olarak ciddi bir ekonomik güce ve kültürel sermayeye sahip olan ve bu güçleriyle orantılı bir siyasi güce sahip olarak AKP hükümetinin muhafazakâr ve otoriter politikalarını sınırlandırmak isteyen profesyonellerden oluşan yeni orta sınıfın üyeleri olduğunu iddia eder.

Korkut Boratav’a göre, işçi sınıfı direnişe kendi örgütleriyle ve programları ile katılmamış olsa da, Gezi Direnişi yine de ‘’yüksek nitelikli eğitimli işçiler, yarınki sınıf yoldaşları ( öğrenciler) ile birlikte, profesyonellerin de katılımıyla, kapkaççı burjuvazinin ve onunla bütünleşmiş siyasi iktidarın devasa kentsel rantlara el koyma girişimine karşı olgunlaşmış bir sınıfsal başkaldırıdır. Syf: 119 - SOCIALIST REGASTER 2015 – SINIFLAR DÖNÜŞÜRKEN / YORDAM KİTAP

Aynı tarihsel olay hakkında üç farklı görüş ve analiz; hangisinin doğru ya da doğruya en yakın olduğu konusu bu yazının amacı dışındadır, o nedenle oraya – şimdilik – girilmeyecek.

Burada Ali Akay’ın çizgi, perspektif, kavramsal sistematiği ve tabii teorik analiz kavramlarının ilk telaffuz eden referans düşünürleri  ve söylemin kuramsal çatısının mimarları Deleuze, Guattari, Fouacult, Derrida gibi daha çok Fransa düşünce dünyasının entelektüelleri olması , Frankfurt okuluna aşina ve işin doğrusu Frankfurt ekolüyle daha çok iştigal etmemiz nedeniyle, Ali Akay’ın kavram ve muhakeme tarzı şaşırtıcı geldi desem yeridir.

Özümsenmiş, benimsenmiş ve muhayyile de artık kuru tekrar, bağlamının dışında lüzumlu lüzumsuz kullanılan ödünç kavramların oraya buraya serpiştirilmesi gibi ananevi vülgerizmden uzak; gayet yerinde ve güçlü ampirik verilere dayalı; kavramların, yaşamdaki tezahürlerinin anlamını sıkı sıkıya kavrayabilen bir söylemle karşı karşıyayız. Somut olguların somut tahlillerinde, Ali Akay, o kavramları tekrar etmiyor, ya da eğreti bir söylemi şıklaştırıcı dekoratif süsler gibi kullanmıyor; tam aksine, yeniden üreterek, kavramların Türkiye özgülünde anlam zenginliği kazanmasına ve yeni perspektiflerin dinamizmine zihinleri odaklandırıyor.

Belirtmeliyim ki Ali Akay ismine ilkin 25 yıl evvel BİRİKİM dergisinde çıkan yazılarıyla rast geldim. Ulus Baker  ile iki yeni isim olarak tartışmaya değer yaklaşımları, işledikleri konuların o yılların hem sosyalist solunun hem de entleijansiyanın pek de hazır olmaması, ama perspektiflerinin alışılagelmişin dışında derinlikler taşıması, Ali Akay’ı izleme kararı almam da en önemli etmendi. Böyle böyle 25 yıl geçmiş ve biz 25 yıl sonra İstanbul’da bir kafede oturup çay içerek tanıştık. Saygı duyduğum bu değerli insanı sevdim de. Şimdi bu ifadeden sonra, vaka-ı adiyeden olduğu üzere,  şıracı – bozacı hamaseti beklenebilir, ama öyle olmayacak.

Birikim’de yazmış olmak her konuda tıpatıp aynı düşüncelere sahip olduğumuz anlamına gelmemeli. Deleuze, Qattari, Foucault, Ali Akay‘ın formasyonunda ne kadar yer kapsıyorsa, Gramsci, Poulantzas, Miliband, Laclau, Mandel, RAF, THKP de benim ideolojik formasyonumda o kadar yer kapsar.

Ama  bu iki ayrı gibi duran çizgi; yüzü ütopyaya dönük iki insanın 25 yıldır zik zak çizmeden, yalpalamadan neo-liberalizme karşı aynı safta yer alıp farklı patikalardan aynı yöne gidiyor olmaları gerçeğini değiştirmez. İstikamet, hedef aynı olduktan sonra, etik bir çatışma söz konusu değilse ki asla öyle bir şey yok, iki patikanın momentleri, matrisi birbirlerini dışlamaz da yadsımaz da. Arkaik tınılı bir söylem olacak ama , diyalektiğin karşıtların mücadelesi ve karşıtların birliği, akla geliyor, 1970’lerden bir sada olarak.

Kişisel formasyonumu açımlarken, Antonio Gramsci’yi başa yazmam tesadüf değil. İtalyan faşizminin lideri Mussolini, 20. yüzyılın bu en parlak Marksist teorisyeni için:

‘’BU BEYNİN ÇALIŞMASINI EN AZ YİRMİ YIL ENGELLEMELİYİZ‘’

diyerek, hücreye attırmış, zaten sağlık sorunları yaşayan Gramsci, hücrede yaşam mücadelesi verirken kan boşalan öksürük nöbetlerine rağmen HAPİSHANE DEFTERLERİ adlı abidevi eserini küçük küçük notlarla faşizme karşı ve faşizmin hücresinde yazabilmiştir.

Antonio Gramsci, bir Marksist. Deleuze de, Le Nouvel Observateur, 16-22 Kasım 1995 sayısında "Ölen Büyük Felsefeci Yüksek Sesle Düşünüyor" başlığıyla yayımlanan ve Cogito/82. sayısında çevirisine yer verilen konuşmasında Marx, Marksizm hakkında şunları söylemiş:

"Marx’ı Nietzsche’yle aynı dönemde okudum. Bence hayranlık uyandırıcıdır. Bana kalırsa, hâlâ geçerliliğini koruyan kavramlar onlar. Orada bir eleştiri, kökten bir eleştiri var. Anti- Oidipus ve Bin Yayla’nın her yerinde Marx, Marksizm vardır. Örneğin ‘denetim toplumu’  üstüne yayımladığım makale bütünüyle Marksisttir, ne var ki ben Marx’ın bilmediği şeyler üzerine yazıyorum. İnsanlar Marx’ın yanıldığını söylediklerinde bununla ne demek istediklerini anlayamıyorum. Hele Marx öldü dediklerinde. Bugün çabucak yapılması gereken işler var: Dünya pazarının ne olduğunu, ne gibi dönüşümler geçirdiğini çözümlememiz gerek. Bunun için de Marx’tan geçmek gerekiyor."

Şu halde:

Binyayla, Yersizyurdsuz, Arzu, Biyo poitika ; Hegemonya, Tarihsel Blok, Hegemonik Blok, Mevzi – Siper Savaşı ,Geleneksel Aydın, Organik Aydın.

San  Francisco ve Paris 68’inin rayihaları geliyor bu kavramlardan. Yani aralarında aşılmaz duvarlar yok. Parrhesia kullanarak tartışmaya değer. Bu sayede de Ali Akay’ın bu ülkenin düşünce ve kültür dünyasına  yaptığı çok değerli katkıların neden zamanın aşınmasına maruz kalmadığını da anlaşılır kılar kanımca. Çok şey borçluyuz O’na.

Küçük bir sırrı paylaşacağım. Hayatta mütevazi insanlar her zaman büyük sürprizler yapma potansiyelini mizaçlarında barındırırlar. Ali Akay da beni şok eden bir sürprizle hem çok şaşırttı, hem de çok sevindirdi. Birikim dergisi 1980 yılında sıkıyönetimce kapatılmıştı. 1989 yılının mayıs ayında ikinci dönem yayın hayatına başladığında, derginin teorik harcında Poulantzas önemli yer tutar. Bunu Ali Akay’ a söylediğimde öyle bir şey söyledi ki, yudumladığım çay irkilmem nedeniyle üstüme ve ağarmış sakalıma damla damla aktı.

“Ali Akay, Poulantzas için… !!??” yazının ikinci bölümünde okuyacaksınız.