“İslamcı” eğilimlerin “Milli Görüş” tanımlamasının ardında “neşvünema” bulduğu yıllarda bu çizginin yakın vadede toplumu “Müslümanlaştırma” yolunda bir çabası, girişimi yoktu ya da göze çarpmıyordu. Uzun vadede, elbette, bir “Müslüman Türkiye” hedefi vardı. Ama o aşamada, MSP, Refah gibi hareketler “Batı”dan alınmış, “Kemalizm”in ürünü sayılacak şeylerle daha “teorik” denebilecek bir düzeyde mücadele ediyordu. Bu da anlaşılır bir şeydi, çünkü birtakım koalisyonlar içinde “hükümet etseler” bile iktidar gerçek bir anlamda onların elinde değildi. Hatta koalisyon ortakları dahi onlara şüpheyle bakıyor, böyle yorumlanabilecek davranışları karşısında “teyakkuz” politikası izliyordu. İktidarı gerçek bir anlamda ellerinde tutmadan böyle çabalara girişmelerine de imkan yoktu.
Bu şekilde yorumlanabilir bir iktidar AKP’ye nasip oldu; yani AKP herhangi bir koalisyona katılmak zorunda kalmadan, tek başına iktidar olmayı başardı. Gelgelelim, toplumu uzaklaştığına inandığı İslamiyet yoluna geri getirmek üzere birtakım tedbirler alıp uygulamaktan kaçındı. Hareketin “kurmayları” diyelim, önder kadro mutlaka bu gibi stratejik konuları konuşmuş, tartışmış olmalı. Böyle uygulamalara girişmeden önce “girişebilme zeminini” kurmak gerekiyor. Bir başka deyişle, “iktidar olma” konumunu pekiştirmek, sağlama almak gerek. Nitekim Gezi protestosuna kadar işleri özel bir din vurgusu yapmadan götürmeye çalışan bir AKP gördük. Arap dostlarına “laisizm” tavsiyesinde bulunan bir Tayyip Erdoğan gördük.
Bu Tayyip Erdoğan da demokrasi-otobüs metaforları kuruyor, “dindar nesil yetiştirmekten” söz ediyordu. Ama söylediklerinin dozunu da ayarlıyor, kantarın topuzuna dikkat ediyordu.
Türkiye’nin ekonomik bakımdan bazı sıkıntılardan çıkıp rahat soluk aldığı bir zamanda seçim kazanmıştı; gösterdiği beklenmedik ölçüde “liberal” gidiş dış dünyada olumlu izlenimlere yol açmıştı. Hatta böyle bir yönetimin Müslüman dünyada iyi bir model sağlayabileceğini düşünenler bile çıkmıştı. Bu avantajlarla Tayyip Erdoğan bir “Müslüman Sermaye” oluşturma çabasına da girdi (hatta galiba daha “az tedbirli bir çaba”). Bu dönemde Türkiye’de bir “orta sağ” kalmaması da ona yardımcı oldu. Politikaları, “MÜSİAD tipi” bir sermayeyi mutlu ediyordu. Böylece “inşaatla kalkınma” dönemimize girdik.
Önemli dönüş Gezi protestosuyla başladı. O hareket olmasa da Erdoğan’ın kartlarını açma aşamasına gelindiği yorumu ve bunun gerektirdiği siyasete geçme kararı geçerli olabilirdi diye düşünüyorum ama elimde herhangi bir veri yok. Ancak, Erdoğan’ın bu dönüşten bir hayli mutlu olduğu çeşitli söz ve davranışlarından belli oluyor. Rol yapmaktan kurtulmak her zaman bir ferahlama getirir.
AKP’nin seçim kazanarak tek başına iktidar olmasından büyük bir mutluluk duyan ve “İşte, şimdi bizim devrimiz başlıyor” demeye başlayan çok sayıda insan olduğunu tahmin edebiliyorum. Bunlar toplumda her zaman vardı. Vardı ama yukarıda değindiğim “iktidar” sorunları nedeniyle hiçbir zaman “kabuğun üstüne” çıkamamışlardı. Türkiye’nin Jakoben iktidar seçkinlerinin topluma uygun gördüğü kalıplardan oluşan “kabuğu” kastediyorum. Bu, gerçekten, sonuçta bir “kabuk” olarak kalmıştı; ama oradaydı ve hala belirleyiciydi. Dolayısıyla kurtuluşu bir İslam Rönesansı’na bağlayanlar fikir ve özlemlerini ancak sınırlı çevrelerde konuşup tartışabiliyorlardı. Toplumun yüzde doksan dokuzunun “Ben Müslüman’ım” demesi de burada yaratıcı bir tartışma ortamı kurulmasına imkan vermiyordu.
MSP’nin Meclis’e girdiği dönemi hatırlıyorum-- yüzde 11 miydi, öyle bir oy oranıyla çıkmışlardı seçimden. Seçilen milletvekillerinin birçoğu mühendisti; onların birçoğu da yabancı ülkelerde eğitim görmüştü. Alanlarında iyi yetişmiş kişilerdi çoğu, ama alanları teknik dünyaydı. Sosyo-politik ufukları gelecekten çok geçmiş tarafından belirleniyordu: Osmanlı modeli ya da hatta Devr-i Saadet!
Sonuç olarak, AKP iktidarında da, uzun süre, entelektüel canlılık Tayyip Erdoğan ve onun yakın çevresinde dile gelme imkanı buldu. Bu çevre entelektüel derinlikleriyle dikkat çeken bir çevre değil. Tayyip Erdoğan kendisi pratik işlere kafa yoran bir kişi; kendisine “en parlak fikri”ni sorsak muhtemelen “Kanal İstanbul” der. ”Sosyo-politik ufuk” dediğimizde son derece göreneksel bir değerler dünyası olduğu anlaşılıyor.
Ne var ki, Türkiye bugün 2002’deki Türkiye’den epey farklı bir toplum haline geldi diyebiliriz.
“Farkı” yaratan etkenlerden önemli biri bu tarikat ve cemaatlerde kendini gösteren kıpırtı. Onlar da vardı şüphesiz eski Türkiye’de—belki müritlerinin sayısı daha azdı ama AKP iktidarında doğmadıkları kesin. Yirmi yıllık AKP iktidarı ve bu sürede hissedilen ideolojik hava onların da daha görünür olmalarına yol açtı. Bundan yirmi yıl önce altı yaşında kızını evlendirmiş bir baba görülebilirdi (nitekim galiba o yıllarda olmuş bu iş) ama mahkemesinde destek vermeye gelmiş o kalabalığı düşünemezdik. Şimdi öyle bir kalabalık olabiliyor çünkü yirmi küsur yıllık Tayyip Erdoğan iktidarı bu insanlara böyle bir olay karşısında böyle davranma cesaretini veriyor. Başlarına bir şey gelmeyeceğini, tersine taltif edileceklerini biliyorlar.
Birçok benzeri olan bu olayda “kolektif” bir davranış görüyoruz. Bir tarikat efradı kalkıyor, hep birlikte, bir mahkemeye, protestoya gidiyor. Bu dönemde böylelerinin yanı sıra “bireysel” denecek çıkışlara da rastlar oldu. “Birey” dediğim tabii ayrıca bir tarikat üyesi de olabilir, ama davranışının kalıpları daha bireysel. Adam oturuyor, düşünüyor, muhtemelen yazılı bir şeylerden de yararlanıyor. Sözgelişi, bir İslami metinde “köpek mekruhtur” diye bir cümleye rastlıyor. Kendine özgü nedenlerle bunu önemsiyor ve bir çare düşünmeye başlıyor. Böyle bir “olgu” karşısında çare ne olabilir? Şöyle ya da böyle, köpeklerin yok olması, yok edilmesi... Eski dönemde bunu düşünme aşamasında kalabilirdi; ama şimdi, elhamdülillah, hayatımızı İslam’ın ilkelerine göre nizama sokabileceğimiz bir ortamda yaşıyoruz. O halde, kuvveden fiile çıkmak da mümkün.
Yani sanırım sürecin böyle bir aşamasına geldik. Aklına bu türden “parlak” fikirler esen birçok birey, kimi “hadis” der, kimi hatta “nass” olduğunu iddia eder, bu düşüncelerini.
Çevrelerine de yayma, kabul ettirme çabasındalar. Çevrelerinde de böyle şeyleri ciddiye almaya teşne birçok başka kişi var.
Yani dolayısıyla çok sayıda “eksantrik” reform, “Asr-ı Saadet’e dönüş” vb. önerisi ya da uygulama girişimiyle karşılaşacağımız bir döneme girdiğimizi düşünüyorum. Umarım yanılıyorumdur.
Murat Belge kimdir? 16 Mart 1943'te Ankara'da doğdu. İngiliz Erkek Lisesi'ni ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Aynı bölümde asistanlık ve doktora yaptı. 1969'da İngiltere'deki Sussex Üniversitesi'nde araştırmacı olarak bulundu. Christopher Caudwell ve Marksist estetik konulu teziyle 1980'de doçent oldu. Genç yaşlarda yaptığı William Faulkner ve James Joyce çevirilerinin yanı sıra 1964'ten itibaren Yeni Dergi, Papirüs gibi dergilerde çıkan eleştirileri, yorum yazılarıyla tanındı. Namık Kemal, Behçet Necatigil gibi yazarlar üstüne incelemeler yaptı. 1970'te Halkın Dostları Dergisi'nin kurucuları arasında yer aldı. 12 Mart 1971 muhtırasıyla başlayan darbe döneminde iki yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1974'te üniversiteye döndü. 1975'te Birikim dergisini kurdu. 1981'de YÖK'ün kuruluşunun ardından üniversiteden istifa etti. 1983'te İletişim Yayınları'nı kurdu, 1984'te Yeni Gündem dergisini çıkartmaya başladı. Denemelerini Tarihten Güncelliğe (1983), 12 Yıl Sonra 12 Eylül (1992), Edebiyat Üstüne Yazılar (1994) kitaplarında topladı. 1980'lerde Sadık Özben mahlasıyla düzenli olarak mizah yazıları yazdı. 1991'de Helsinki Yurttaşlar Derneği, Türkiye şubesini kurdu. 1997'de profesör oldu; 1995'ten bu yana Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde akademik çalışmalarını sürdürüyor. Marksist estetikten militarizme, edebiyattan yemek kültürüne, Osmanlı ve İstanbul tarihine dek birçok farklı alanda 26 tane kitabı ve çok sayıda makalesi yayımlandı. Halkın Dostları, Birikim, Yeni Dergi, Yeni Gündem, Milliyet Sanat, Papirüs dergilerinde ve Cumhuriyet, Demokrat, Milliyet, Radikal, Taraf gazetelerinde yazdı. Hale Soygazi ile evli. Kitapları - Tarihten Güncelliğe (Alan, 1983; İletişim, 1997) - Sosyalizm, Türkiye ve Gelecek (Birikim, 1989) - Marksist Estetik (BFS, 1989; Birikim, 1997) - The Blue Cruise (Boyut, 1991) - Türkiye Dünyanın Neresinde (Birikim, 1992) - 12 Yıl Sonra 12 Eylül (Birikim, 1992) - İstanbul Gezi Rehberi (Tarih Vakfı, 1993; İletişim, 2007) - Türkler ve Kürtler: Nereden Nereye? (Birikim, 1995) - Boğaziçi'nde Yalılar ve İnsanlar (İletişim, 1997) - Edebiyat Üstüne Yazılar (YKY, 1994; İletişim, 1998) - Tarih Boyunca Yemek Kültürü (İletişim, 2001), - Başka Kentler, Başka Denizler 1 (İletişim, 2002) - Yaklaştıkça Uzaklaşıyor mu: Türkiye ve Avrupa Birliği (Birikim, 2003) - Osmanlı: Kurumlar ve Kültür (Bilgi Üniversitesi, 2006) - Başka Kentler Başka Denizler 2 (İletişim, 2007) - Genesis: "Büyük Ulusal Anlatı" ve Türklerin Kökeni (İletişim, 2008) - Sanat ve Edebiyat Yazıları (İletişim, 2009) - Balkan Literatures in the Era of Nationalism (Jale Parla ile birlikte, 2009) - Sadık Özben'in Toplu Eserleri (Helikopter, 2010) - Başka Kentler, Başka Denizler 3 (İletişim, 2011) - Edebiyatta Ermeniler (İletişim, 2013) - Başka Kentler, Başka Denizler 4 (İletişim, 2014) - Militarist Modernleşme-Almanya, Japonya ve Türkiye (İletişim, 2014) - Linç Kültürünün Tarihsel Kökeni: Milliyetçilik (Agora, 2006; Berat Günçıkan ile söyleşi) - Step ve Bozkır - Rusça ve Türkçe Edebiyatta Doğu-Batı Sorunu ve Kültür (2016) - Şairaneden Şiirsele / Türkiye'de Modern Şiir (İletişim, 2018) - "Siz isterseniz…" – Popülizm Üzerine Yazılar (İletişim, 2018) - Sanat ve Edebiyat Yazıları II (İletişim, 2019) Çevirileri - Hegel Üstüne: W.T. Stace - Martin Chuzlewitt: Charles Dickens - Döşeğimde Ölürken, Ağustos Işığı, Ayı: William Faulkner - Dublinliler, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi: James Joyce - Arabadakiler, Patrick White - 1844 Elyazmaları: Karl Marx - Bir Zamanlar Europa'da, Leylak ve Bayrak: John Berger - Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla: Leo Huberman - Yazıcı Bartleby: Herman Melville - Kayıp Kız: David Herbert Lawrence - Yurtsuzların Ülkesi: Dugmore Boetie - Lenin ve Felsefe: Louis Althusser (Bülent Aksoy ve Erol Tulpar ile birlikte) - Yanya Sultanı – Tepedelenli Ali Paşa: William Plomer |