Dünyada Türkiye gibi her dakika ve münasebette din konuşan bir toplum sanırım kalmadı. Bir tarafta dini bence de olması gereken yere koyan ve habire onu çekiştirmeyen, laikliği özümlemiş toplumlar var. Bir yanda belki bunun karşısı, gene dinle yatıp dinle kalkmayı sürdüren, ama alışık oldukları için bunu sorun yapmayan toplumlar. Biz, temel sorunu din olan bir toplumuz. İşte gene son tartışma: “Dindar anayasa!”
Temel sorunumuz din, böyle olduğu halde bu sorunu gerçekten tartışmıyoruz. Tartışmadıkça, “temel sorun” olmaktan çıkmıyor.
Ayrıca, toplumda olan her şey gerçekten dine bağlı olarak ya da dinden kaynaklanarak olmuyor. Ama temel sorun, temel ayraç olduğu sürece, onunla ilgili olmayan her şey de onun gölgesi altında algılanıyor, kavranıyor ve kavgası ediliyor. Örneğin şu gün devam edegelen bir yığın sınıfsal sorun var; ama bunları “Laiklik/Müslümanlık” ekseninde sorunlar gibi görmekte ve konuşmakta ısrar ediyoruz.
Doğru mu bu?
Temel sorunumuz din, böyle olduğu halde bu sorunu gerçekten tartışmıyoruz. Tartışmadıkça, “temel sorun” olmaktan çıkmıyor
Doğruysa, yapacak bir şey yok. Müslüman Müslümanlık’ından, laik de laikliğinden vazgeçmeyecekse, bu iki inanç sistemi somut hayat tarzını da elbette etkileyecektir. O halde bunun tek çözüm yolu ayrı yaşamaktır. “Güney Kore/Kuzey Kore” gibi, “Doğu Almanya/Batı Almanya” gibi, toprağımızı, yönetimimizi, bayrağımızı v.b. ayırıp benimsediğimiz değerlere göre yaşamak… Bunu söyleyince, kimse bunu “çözüm” olarak ciddiye almaz. İyi de ayrılmayacaksak, bir tarafın öbür tarafı kendine benzetmesi gerekiyor. Kim, öbürünü kendine benzetecek. Cumhuriyet dahi değil, Tanzimat’tan beri zaten bunun içinde yaşıyoruz ve bu, hangi tür yüznumaraya gideceğimize kadar, hayatımızı bölüyor ve bir sonuç alınmış değil. Zaten sorun bu.
Ben, Erdoğan’ın tesbitini kısa vadede geçerli, uzun vade içinse tartışmalı buluyorum. Onun için “tek çözüm ayrı yaşamaktır; başka çözüm yoktur” demeden önce, çözüm imkânı olup olmadığını sonuna kadar yoklamak ve denemek gerektiğini düşünüyorum.
Nasıl yoklayacağız ve deneyeceğiz? Bunun tek bir formülü, tek bir reçetesi yoktur ve olamaz. Hayat, kaleydeskop denen o oyuncak dürbünler gibi, ögeleri aynı olan, ama her serilişte ayrı bir manzara çizen örüntü izler. Bu “sahne”lerin her birinde yapılabilecek şeyler de değişir. Ama değişmeyen bir şey de olması gerek. “Yapılabilecek şeyler” değişir ama “yapma üslubu” tutarlılık ve süreklilik göstermeli. Bunun olmazsa olmazı da, bir diyalog kapısı ve zemininin açık tutulmasıdır.
Bugünkü ortamda bu kapı da, bu zemin de, “berhava” oldu.
Her konuda olduğu gibi, burada da “Bu niçin böyle oldu?” diye sorulduğunda, iki taraf da “O yaptı, ondan!” diye bağıracaktır. İşin kötüsü, ikisi de haklı olacaktır.
Ayrıca, bu kavganın en uç pozisyonlarını benimsemiş olanlar açısından, olması gereken de zaten budur. “Diyalog” denen şeyin bir anlamı yoktur, bir “yarar” da beklenmez.
Yukarıda söylediğim “çözüm”ü zımnen kabul ediyorlar, demek ki. Bu iki inancın taraflarını ayırmadan, çözüm mümkün değil. Ama hayır! Bunu da kabul etmiyorlar. Çünkü, ikisi de, “Biz duruma egemen olursak bunu çözeriz” diye düşünüyor. Nasıl çözersin? Cevabı, “egemen” kelimesinde gizli. “Gizli” mi dedim? Eh, o kadar da gizli değil. “Bastırırım, yasaklarım. İdeoloji üreten aygıtları ona göre baştan düzenlerim. Kendi tektip (“dindar” ya da “laik”) toplumumu yaratırım.”
Erdoğan, şu aşamada Meclis Başkanı’nın çıkışını sahiplenmedi-gibi görünüyor. Ama Meclis Başkanı o sözleri onu mutlu etmek için söyledi
Örneğin Tayyip Erdoğan’ın “çözüm formülü” laiklik konusunda ısrar edecek yirmi, otuz, kaç milyonsa, o kadar TC vatandaşının kendi ideolojilerine uygun bir ayrı devlet kurmaları olamaz! Ne münasebet! Onları böyle yanlış düşünmeye sevk eden, adı neyse, “aydın” mı, “batıcı” mı, “solcu” mu, “vatan haini” mi, yani kendi kafasında olmayan münafıkı temizlemek, imha etmek ve geri kalan temiz yürekli TC vatandaşlarını kendi gibi düşünen, inanan kişiler haline getirmektir. Bundan aşağı “çözüm”e razı olamaz.
Aslında çatışan taraflardan biri bunu fiilen yaptı. Cumhuriyet kurulduğundan beri, böyle bir planı, elinden gelen maddi imkânların elverdiği ölçüde uyguladı. Sonuç? Sonuç bugünkü AKP iktidarı. Yüzde ellinin üstünde bir oy desteğiyle Tayyip Erdoğan zihniyeti iktidarda.
Denebilir ki, “Aslında fazla imkânımız yoktu. Ancak buraya kadar getirebildik.”
İşte, çok kapsamlı bir politika yürütmüş olan Sovyetler Birliği ve ordan bugün şekillenen toplum. Orada din sorunu “laikler/komünistler” açısından çözülmüş mü? Buyurun siz cevabını verin.
Tayyip Erdoğan şimdi bunun karşısı bir programla “dindar toplum” yetiştirme girişimine hazırlanıyor. Şu aşamada Meclis Başkanı’nın çıkışını sahiplenmedi-gibi görünüyor. Ama Meclis Başkanı o sözleri onu mutlu etmek için söyledi. Bunlar hazırlık aşamaları.
Ama Tayyip Erdoğan’ın mühendislik girişimi de onun istediği sonuçları vermeyecektir. Toplum, şimdiye kadar mühendislerin icat ettiği makinelerin hepsinden daha karmaşık bir makine. Onun için, toplumu kendi istediği gibi çalışmaya zorunlu kılabilmiş bir mühendis yok.
“Müslüman laik olmaz” dedi. Bu yalnız İslâm’a özgü bir şey mi? Muhafazakâr Avrupa’da inandıkları gibi yaşamayacaklarını kestiren Protestanlar Amerika’ya göçtü. Calvin’in Cenevre’de kurduğu Püriten-Protestan yönetim modeline uygun cemaatler halinde yaşadılar. çünkü Allah’ın gösterdiği gibi, o kurallar içinde yaşadıklarına inanıyorlardı. “Allah”tan büyük kavram olabilir mi? Hayata gözünü “Tanrı” diye açmış adama, “laiklik daha iyidir” diye nasıl anlatırsın?
“Protestan” dedim de, “Katolik” ne? Neydi sözgelişi on yedinci yüzyılda Katolik dünyada Papa inancı, saygısı?
İsa “Sezar’ın hakkını Sezar’a verin” dedi diye mi bütün bu Hristiyanlar “laik” oldu? Yoksa laik olmak bütün bu kişi ve kurumları aşan bir zorunluluk olarak ortaya çıkınca, yeni durumu açıklamak üzere “İsa da öyle demişti” diye mazeret mi buldular?
Erdoğan’ın mühendislik girişimi istediği sonuçları vermeyecektir. Toplum, mühendislerin icat ettiği makinelerin hepsinden daha karmaşık bir makine
Ben bunların ikincisine inandığım için “Müslüman laik olmaz” tesbitinin bugün olan birçok şeyi açıklamakla birlikte ilânihaye geçeri kalmak zorunda olmadığını düşünüyorum.
“Tartışma kapısı” açık kalmalı diyorum. Ama şöyle: bir kesim var, “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” diyor (aslında cümle “ilimdir, fendir” diye biter). Öbür cephe, “Hayatta en hakiki mürşit imandır” diye inanmış. “Tartışma kapısı” dediğim, oturup bunlardan hangisinin doğru olduğunu tartışmak değil -bu çok soyut ve bir o kadar sonuçsuz olur. Yaşadığımız, gözlemlediğimiz somut olayları tartışmak. Örneğin, “Bizim için IŞİD neyse PYD de odur” diye bir yargı var. Öyle mi, bunu tartışmak. “Yolsuzluk” gibi bir konuyu, “Devlet kasasından çıkan mı var?” sorusunun çerçevesinde tartışmak.
İşte Ensar Vakfı olayı. Bu olunca, birileri, “Bunlar hepsi böyle sapıktır” diye ayaklanıyor. Ötekiler, “Bu ‘münferit’ olayı İslâm’ı karalamak için kullanacaklar” diye ayaklanıyor. Bu, toplumda, hangi ideolojiden olursan ol, yaygın egemen cinsel bozuklukları, genel cinsel ideolojinin benimsenmiş, kökleşmiş açmazlarını, kısacası Türkiye’nin sorununu tartışma imkânı ortadan kalkıyor.
Yazının başında her dakika din kavgası yaşadığımızı söyledim. O halde bunun üstüne daha çok gitmeliyiz. Kendi hesabıma, bunun zamanının çoktan geldiğine inanıyorum. Onun için de bu konuyu sağından solundan deşmeye niyetliyim. Bir sonraki yazıda “din halkın afyonudur” cümlesinden gideceğim.