Geçenlerde bir gün yazmıştım: AKP yönetimi daha önce yapılmamış bir şey yapmadı; ama yapılmış her şeyin ölçeğini büyüttü. Bunda tabii Türkiye’nin kendi büyümesinin payı var. “147”ler örneğini vermiştim. 27 Mayıs’ta 147 öğretim üyesi üniversiteden uzaklaştırmak bir “tasfiye” yapmış olmaya yetiyordu. Şimdi atmakla bitmiyor; kaç yüze geldi bilemiyorum.
Bu tespit ayrıca bir şey daha gösteriyor: Türkiye tarihinin tekrarlılığını. “Tarih tekerrürden ibarettir” sözü aslında saçma bir sözdür; ve bütün “saçma bilgelik”ler gibi hemen benimsenmiştir. Tarihte hiçbir şey tekrarlanmaz; ama birbirine benzeyen, dolayısıyla bir başka olayın tekrarı gibi görünen olaylar elbette ki vardır.
Bunlar, koşulların değişmemesinden ötürü böyledir. Örneğin bir diktatörlük kuruyorsanız ya da kurmuşsanız, neyi yapacağınız ve neyi yapmayacağınız büyük ölçüde bellidir. Diktatörlük kuruyorsanız, söz gelişi öğretim kurumlarına özerklik sağlayan bir yasa çıkarmazsınız; demokrasi kurmaya çalışıyorsanız, öğretim kurumlarında özerkleşmeyi engelleyen yasaları iptal edersiniz.
Türkiye’de bu anlamda bir “tekrarlılık” görüntüsü olduğu doğrudur. Böyle bir görüntü vardır, çünkü içerisinde siyaset yapılan koşullar (yani toplumun “hukukî-ideolojik” yapısı) zaman içinde ciddi değişime uğramamaktadır. Yönetime gelmeyi başaran her güç, “yöneten-yönetilen” ilişkisini olduğu gibi korumayı iki gün içinde öğrenir. Örneğin seçim barajını düşünün: muhalefet konumunda herkesin “anti-demokratik” diyerek eleştirdiği bu kural seksenlerin başında geçerli olmasından bugüne kadar değişmedi. Çünkü onu değiştirebilecek konuma gelen hiç kimse kendine avantaj sağlayan bu kuraldan vazgeçmek istemedi.
Bu uzunca girişten sonra asıl değinmek istediğim konuya geleyim: Darbe girişimi ile İzmir suikastı girişimi arasındaki benzerlik konusuna.
Mustafa Kemal kapsamlı bir dönüşüme hazırlanıyordu – başlamıştı da. Toplumda bugüne karşı hatırı sayılır bir direnç vardı. Suikast girişiminin ardından mahkeme, idamlar, Takrir-i Sükûn Kanunu ve uygulamaları ile bu direnç yerle bir edildi. Bu koşullarda, tasarlanan o dönüşümü devreye sokmak da kolaylaştı.
O gün var olan “direncin” bugün iktidara geldiğini sanırım söyleyebiliriz. Bugün iktidar kapsamlı bir toplumsal dönüşüme hazırlanıyor – başladı da. Bir “İslamlaştırma” olarak nitelenebilir bu dönüşüme karşı hatırı sayılır bir direniş var toplumda. Bunu yapmayı planlayan siyasi iradeye karşı da bir direniş var. Bu ortamda böyle bir girişim oluyor. Şimdiki yasanın adı “Takrir-i Sükûn” değil, OHAL. İşte sayıları yüz binleri bulan işten atılmalar, tutuklamalar v.b. Suikast girişimiyle birlikte Şeyh Sait ayaklanması başlamıştı. İktidar, bütün Kürtlere savaş açmayı da ihmal etmedi. Sonuç olarak, darbe girişimi AKP iktidarına istediği, özlediği düzeni kurmaya yardımcı oldu.
Kılıçdaroğlu “kontrollü darbe” demişti: Batı dünyasında pek çok kişi bu girişimin otantik bir darbe girişimi olduğuna pek inanmamıştı. Bunlar da AKP iktidarını fena halde kızdırmıştı. Ben, girişimin AKP eliyle hazırlandığına inananlardan değilim. Ama AKP iktidarına fazlasıyla yardımcı olduğunu görüyorum – başka herkesin de gördüğü gibi.
İzmir suikastı girişimini Atatürk rejimi düzenlemedi. Ama başarısız girişimden yararlandı. Peki, böyle bir hazırlık olduğundan habersiz miydi rejim? Olmadığını düşündüren çeşitli ipuçları var. Örneğin, Kılıç Ali’nin Ayıcı Arif’le konuşmasından, bir süreden beri Arif’in göz hapsinde olduğu anlaşılıyor.
Böyle olaylara bakınca “Tarih aslında ‘tekerrür etmez; ama Türkiye’de eder” diyesi geliyor insanın.