Zülfü Livaneli'nin sol ve Türkiye'de solun geçmişi üstüne açtığı tartışmaya gelen ilk tepkiler olumsuz oldu. Oysa ben bu tartışmanın açılmasını da, zamanlamasını da uygun bulmuştum. Hele Kemal Kılıçdaroğlu'nun gösterdiği tepkiye çok şaşırdım. Tartışmayı başka zemine taşımak "ihanet"miş! Demek ki tartışma konularının bir sırası var; henüz sırası gelmeyen konuyu raftan indirmek "ihanet" oluyor. Kim belirliyor bu sırayı?
Bu "sıra" kavramı saçma. Ama olgusal düzeyde de yanlış. CHP oy beklentisini yükseltiyor, iktidar eriyor vb. Söylendiğine göre seçime de iki yıl vakit var. O halde böyle konuları belirli bir ciddiyetle ele almanın zamanı var -gereği de var. Ben kendi hesabıma Kılıçdaroğlu'nu öncelikle sakin duruşundan, alevli nutuklar atmamasından ötürü takdir ediyorum, şu dönemde genel başkan oluşundan hoşnutum. Onun için ben "ihanet" edebiyatını yadırgadım. Gerçekten Zülfü'yü kınamaktan çok partiden gelecek belirli tepkilere karşı böyle bir dil kullandığını umuyorum.
Ancak Zülfü'nün söylediklerinde de bazı pürüzler var gibi geldi bana. Üzerine konuştuğu dönemde Komünist/Sosyal Demokrat ayrımı vardı ve önemini koruyordu. Bunlar, aralarında önemli ortaklıklar olmasına rağmen sonuçta iki ayrı dünya görüşüne dayanıyordu. Bugün geldiğimiz noktada böyle değil, genel olarak sol iyice gerilemiş durumda. Komünist Sol'un kaybettiği alan çok daha geniş. Ama söz konusu edilen yıllarda böyle değildi. Zülfü'nün adını andığı ve aynı zamanda solun önünü tıkamakla suçladığı önderler, o ayrımın içinde "Sosyal Demokrat" zemin üstünde duruyorlardı. Zülfü, kendisinin başından sonuna kadar sosyalizme bağlı kaldığını söylüyor ki, doğrudur. Gelgelelim bu, genel olarak, Komünizm'in alanıdır. Bu da, söz gelişi Bülent Ecevit'in "düzene koyacağı" bir alan değildir.
Bülent Ecevit "ortanın solu" gibi bir "yer tayini"ni fazla ılımlı buluyordu. Ama bunu "Sosyal Demokrat" diye tanımlamak da istemedi ve kendisi bunu "Sosyal demokrasinin de çıkışında Marksizm vardır" diyerek açıkladı. Marksizm bu durumda bir "ırsi hastalık" gibi bir şey oluyordu. Ecevit, ideolojilerde "eugenics" uyguluyordu.
Bülent Ecevit'in sol siyaset içinde durduğu yeri ben benimsemiyordum. "Sosyalizm, Türkiye ve Gelecek" adlı kitabımı çıkardığım zaman evine davet etti ve fikirlerimizin uyuştuğunu, birlikte siyaset yapmamızdan mutlu olacağını söyledi. Ne kadar nazik bir insan olduğu bilinir. Öneriyi onu kırmadan geri çevirmek için bayağı ter dökmüştüm. Şimdi, durduğu yeri benimsemem dedim. Ama Ecevit'in elbette ki orada durma hakkı var. "Niçin orada duruyorsun?" diye ona çıkışmaya benim hakkım yok.
Ecevit bildiğiniz gibi partisine "Demokratik Sol" diyerek kendini öncelikle CHP geleneğinden ayırdı, toplumun kendisini bu gözle görmesini istedi. Orada bir hazırlık yürüyordu. SHP'nin ilk fırsatta CHP olacağı belliydi. Ama bu Bülent Ecevit'i ilgilendirmiyordu. Bu hareketin oluşumu sırasında adının "Sosyaldemokrat Halkçı Parti" olması da yukarıda anlattığım nedenlerle Ecevit'e çekici gelmiyordu.
Necdet Calp'tan sonra Halkçı Parti'nin başına geçen Aydın Güven Gürkan (Zülfü'nün yazısında onun adı hiç geçmiyor) bu alanda yürütülen politik süreç içinde sola en açık kişiydi bence. Muhtemelen onun için, en kolay başı yenen de o oldu. Bilinen tavırları, politikaları ile Sosyal demokrasinin ötesine geçmekte bir sakınca görmüyordu. Ama hedefi bir Kürt Partisi'nin başına değil, bir Sosyalist Parti'nin başına geçmekti.
Erdal İnönü, Zülfü'nün söylediği gibi, herhangi bir renkten bir "solcu" değildi. Ama son derece medeni, son derece demokrat bir insan olduğu için, çağırıldığı işi kabul etti. Erdal İnönü, Necdet Uğur'un adayıydı. Necdet Uğur'un bu konuda ısrarlı olmasının birincil nedeni İnönü adının sağlayacağı korunmaydı muhtemelen; ama aynı zamanda partinin daha sol tavırlar geliştirmesine engel olmayacağını da düşünüyor olmalıydı.
Sonra da Deniz Baykal. Deniz Baykal'ı eleştirmek için, üstelik bir Sosyal Demokrat olarak eleştirilmesinin birçok nedeni bulunabilir; ama Zülfü'nün çizdiği bağlam içinde eleştirmek bana haklı görünmüyor. Sosyalizme, teoride veya pratikte, Zülfü'nün dediği anlamda katkıda bulunmak Baykal'ın işi değildi. Tabii Baykal'ın partiyi daha milliyetçi bir çizgiye çekmek için elinden geleni yapmış olması ayrı hikâye.
Bunlar bence böyle ama Zülfü zaman zaman aktif politikaya girdi, aday oldu vb. Bunu yapınca da, sol adına siyasete girebilen aşağı yukarı tek örgütlenme olan CHP çerçevesinde bir şeyler yapmak durumunda kaldı. Bu süreçlerde ne gibi yaşantılardan geçtiğini bilemiyorum tabii.
Bu tartıştıklarımız büyük ölçüde geçmişte kalan konular üstüne. Ben burada argümanımı Komünist/Sosyal demokrat ayrımına oturttum. Çeşitli sorunlar arasında bunun hâlâ geçerli ve gerekli bir ayrım olup olmadığını da konuşmamız, tartışmamız gerekiyor. Şüphesiz her zaman bir konuya daha radikal ya da daha ılımlı yaklaşmak mümkündür ama söz konusu ayrım çok belirgin farklılıklar, programlar üretti. Bunlar bugünün sorunlarına uygun mu? Yoksa önümüzdeki dönemde o ayrımı çok daha farklı ayrımlar mı izleyecek?
Konuyu izlemeye devam etmek istiyorum.