Bu ülkenin siyasi felsefesi başından beri tekçi bir iktidar anlayışına dayanmıştır. Padişahlıkta başka türlü olması beklenemezdi (ama fiili gerçeklik düzeyinde, o rejimde dahi mutlak iktidarı, sınırlayan etkenler oluyordu.) Padişahlıktan Cumhuriyet’e geçerken Kuvvetler Ayrılığı ilkesinin de düzenleyici bir rol üstelenmesi beklenirdi. Ama böyle olmadı. “Kuvvetler ayrıştırılamaz, birleştirilir” anlayışı egemenliğini korudu.
Kuvvetler Ayrılığı’nın bizim düzenimize girişi 27 Mayıs Anayasası ile olmuştur. Bu da, tek-parti döneminin tartışılmaz seçkinlerinin çok-partili parlamenter düzende kendilerini savunmasız bulmalarının sonucudur. İktidarın belirlenmesinde toplum da etkin bir aktör haline gelince, seçkinler böyle savunma taktiğine başvurdular. Yasama ile yürütmeyi birbirinden tam olarak ayırmadılar muhtemelen o kadarına elleri varmadı. Yargıya hatırı sayılır ölçüde özerklik sağladılar.
Bu topraklarda ezelden beri egemen olan ideolojiye göre iktidar paylaşılması düşünülmeyecek bir şeydir. Bu hep böyle olagelmiştir ama şimdi vardığı derecelere de gelememiştir. Bu bakımdan gerçekten yeni bir döneme girdik.
Örneğin Atatürk ciddi bir “tek adam”dı. Onu durduracak ya da denetleyecek bir güç yoktu toplumda -kendinden başka.- O kendine “Yürütmenin başı Cumhurbaşkanı” rolünü biçmediği için her gün uzun sürelerle toplumun önünde bulunmuyordu. Ama bugünkü rejimde ileri derecede bir iktidar merkezileşmesinin kurumları yaratılırken, aynı zamanda Cumhurbaşkanı’nı günlük siyaset üstüne sürekli “commentaire” halinde seyrediyoruz. Bu da aslında hiç görmediğimiz bir şey değil. 12 Eylül döneminde Kenan Evren’in topluma ne düşünmesi gerektiğini anlatmadığı bir gün geçmezdi. Ancak Kenan Evren bir askeri darbenin başıydı ve bu “kural dışı” varoluş biçimini savunmak üzere sürekli bir konuşma halindeydi.
Böyle bir yapılanma ister istemez rejimi kişiselleştiriyor. “Önder” konuştukça, onun bakış açısı, onun olayları değerlendirme biçimi, onun konuşma üslubu, onun değerleri her gün bütün kamu iletişim araçlarından topluma yayılır oluyor. Burada, söz konusu kamu iletişim araçlarını da içeren bir durum var: Bütün bu konuşmaları televizyon seyircisine (özellikle televizyon) ulaştırmak, resmen değilse de fiilen, bir “vatan vazifesi” haline geliyor. İktidarın hoşlanmadığı davranışlarda bulunmanın bedelinin epey ağır olabileceği geçmişte çeşitli olaylarda belli oldu. Dolayısıyla,
1 - İktidarın ağzından çıkan her şeyin en kısa zamanda topluma ulaştırılması, dediğim gibi, bir “vatan vazifesi” haline geliyor.
2- İktidarın ağzından çıkanla uyuşmayan, hele hele ona aykırı gelen herhangi bir şeyin topluma ulaşmasını sağlayacak herhangi bir kanal, merkez mekanizma v.b. kalmıyor.
Böylece, Kuvvetler Ayrılığı’nı ortadan kaldıran kurumsal düzenlemelerin yanı sıra Fikirler Ayrılığı’na hiçbir yer vermeyen bir ideolojik sınırlama ortamına giriyoruz.
Hayat akıyor, olaylar oluyor. Bu olayların bazıları bizi çok yakından, bazıları biraz daha uzaktan, bazıları, bazıları dolaylı olarak ilgilendiriyor. Bunların hemen hemen hepsinden haberimiz oluyor. Gelgelelim, yukarıda anlatmaya çalıştığım şekilde haberimiz oluyor. “Falan olay oldu” haberi hayatımıza tek başına girmiyor. O olay hakkında ne düşünmemiz gerektiği talimatıyla birlikte giriyor.
Bu “talimat” ne kadar doğru bir değerlendirmeye dayanıyor? Talimatı veren açısından yeteri kadar nesnel, yeteri kadar doğru olabilir. Ama siyasetin alfabesi özelliğinde temel kurallar her iddianın ancak kendisinden farklı iddialarla karşılaştırılarak değerlendirileceğini söyler. Bugün bu ülkede geldiğimiz noktada böyle bir durum yok. Wikipedia’yı bile yasaklayan ve bunu yapmış olmaktan –belli ki- hiçbir rahatsızlık duymayan bir otoritenin “münasip” gördüğü bir “bilgi” dünyasında yaşıyoruz. Bu otoritenin, bu dünyada bir şeyleri açmaya yanaşmayacağı, tersine her gün birkaç şeyi daha kapatmayı gözeteceği besbelli. Onun koyduğu sınırlamaları aşarak dünyada herkesin konuştuğu, değerlendirdiği, şeylerden haberdar olma imkânı herkeste yok.
Dolayısıyla bugün toplumun önemli bir kısım gerçeklikle ilgisi olmayan bir dünyada yaşıyor. Burada yoğun bir ideoloji-üretim- sanayii sürekli çalışıyor. Amerika’ya, Avrupa’ya, sağa sola, her yere, herkese bir şeyler yetiştiriyor. Bunların geçerliliğini, doğruluğunu tartışmaya pek imkân yok; laf yetiştirdiğimiz bütün caniplerde bizim (yani yönetimimizin) hakkında ne söylendiğinden hiçbir haberimiz yok.
Bu, bir toplumun beynini dumura uğratacak, son derece sağlıksız bir gidiş.