Sosyo-politik sorunların çözülmesi imkânsız mı? “Sosyo-politik” deyince, aslında bu iki kelime başka her şeyi de kapsıyor, ekonomi, kültür, elbette psikoloji. Demek ki kapsam geniş; o halde “çözüm” de zor.
Ama “imkânsız” mı?
Herhalde değil. Ancak çözüme açık, daha yatkın kültürler var, öyle olmayanlar da var. Bugün Strasbourg’a gidince bana “Alsace Lorraine” sorununu hatırlatan bir şey görmüyorum. Kitap bilgisi olarak zihnimde olmasa bana buranın tarihinde böyle bir sorun olduğunu düşündürecek bir şeyle karşılaşmıyorum. Ama yüzyıl önce gitmiş olsam (1918 eder- yani Fransa tam o sıra geri almış) her şey bunu haykırırdı.
Orta Doğu’ya gitmek böyle değil. Fransa-Almanya (düşmanlıklar dillere destan olmuş iki ülke) ya da İtalya-Avusturya tarihin bir kısmı buharlaşıp havaya karışabiliyor. Orta Doğu’da ise böyle bir şey yok. Tarih kaskatı orada oturuyor. Bir türlü geçmediği için, bütün sorunlar, ebedi bir “şimdiki zaman” içinde sıralanıp duruyorlar. “Dünyanın burasında hangi sorunlar çözülmüş” diye baktığımızda özellikle burada yaşayanların kendi başlarına çözdükleri bir şey görmüyorsunuz.
2000 yılında Fransa’nın eski Ankara elçisi Eric Rouleau benden bir yazı istemişti: Vision 2020 adında bir kitapta toplanacak 15-20 yazıdan biri olmak üzere. Adından da anlaşıldığı üzere, “önümüzdeki yirmi yıl içinde Orta Doğu’da nelerin değişmesini bekliyorsunuz?” sorusuna cevap vermeye çalışan on beş, yirmi yazı. Ben de bir şeyler yazıp verdim. Bir yazının “ısmarlanma” biçimi yazacak olanın konuya yaklaşımını bir ölçüde etkiler. Belli ki bu kitabı tasarlayanlar (Washington’da Search For Common Ground adında bir kuruluş) herkes gibi, Orta Doğu’nun yıllardır mahkûm olduğu bu boğucu ortamdan çıkmasını istiyor, umuyorlar. “Orta Doğu’dan barış falan çıkmaz, kardeşim” mealinde bir şey yazsan da, tahmin ederim, pek hoşlarına gitmese dahi basarlar; ama herhalde birtakım olumlu potansiyellere vurgu yapan bir yaklaşımı tercih ederler.
Böylesini yazmak elimden gelmedi, gelemedi. Kitapta benim yazının başlığı bir oksimoron: “Gloomy Optimism” yani “Kasvetli İyimserlik” mi demeli?
“2020” diyordu kitap, başlığında. Yani şunun şurasında iki yol bile kalmadı oraya varmamıza. Bu süre içinde ne oldu Orta Doğu’da?
Birçok olay oldu. Bazıları bayağı önemli olaylardı. Bunlardan birisine “Arap Baharı” dedik ve çoğumuz, bunun en belirleyici olay olmasını istedik, bekledik. Orta Doğu’yu kendi zindanından aşırmak anlamında belirleyici olmasını bekledik. Sonunda gele gele Sisi’nin Mısır’ı ile Esad’ın Suriye’sine geldik. İsrail başında Netanyahu ile seçtiği yolda şaşmadan yürüyor. Kaddafi gitti, Libya dağıldı. Elde var Tunus. Bakalım ne kadar zaman.
Bu arada önemli bir demokratik gelişme: Suudi Arabistan’da kadınlar otomobil kullanabilecek.
Bu tuhaf “bahar”dan önce George Bush “kış”ı yaşadı Orta Doğu. Bunun sonucunda Irak Saddam’dan kurtuldu. Kurtuldu da, Irak’ın “kurtulmuş” bir hali var mı?
Bush’un bir “Orta Doğu Projesi” vardı. O “proje” de bugünün Orta Doğu siyasi haritasında son buldu.
Orta Doğu’da açan yeni çiçeklerden biri de ISIS!
Türkiye, coğrafi anlamda da, tarihi anlamda da, ayakları Orta Doğu’da olan bir ülke. Ama hani yoksul bir aileden gelip bir şekilde üst sınıfa atlamış kişi ya da aileler olur. Hâlâ yoksul hayatını sürdüren akrabalarını görmek tanımak istemez, onlardan kaçarlar. Türkiye’nin Orta Doğu karşısında genel tavrı böyleydi.
Aynı zamanda, bu “sınıf atlama” keyfiyetinden ötürü, Türkiye Orta Doğu’ya “Böyle olmak zorunda değiliz, değilsiniz” deme imkânına da sahip bir toplumdu; bir “model” olma potansiyelini taşıyor, ama bunu önemseyip kullanmıyordu.
Bugünün Türkiye’si Orta Doğu’ya çok daha fazla “angaje.” Ama kendisi geri kalan Orta Doğu’ya çok daha fazla benzemiş olarak.
Onun için “Yuvaya dönüşün kutlu olsun diye karşılamak” gerek.