Murat Belge

25 Ocak 2020

Muhafazakâr parti

O akşamdan aklımda kalan, her şeyden çok, Kemal Kılıçdaroğlu’nun esprisi oldu

Geçen akşam CHP’lilerle T24’ten gazetecilerin yemekte buluşması küçük çapta bir "sansasyon" yarattı anlaşılan. Dün Şirin Payzın’la konuşan Levent Gültekin de "ulusalcılar" ile Erdoğan’ın buluştuğunu söylemiş ki doğru tabii. Ama bu o buluşmanın tek örneği değil.

O akşamdan aklımda kalan, her şeyden çok, Kemal Kılıçdaroğlu’nun esprisi oldu: Bu memleketin siyasi hayatında bir muhafazakâr arayacaksak, bunun için CHP’den uygununu bulmak zordur. "Yıllarca değişmemek için direndik," dedi Kılıçdaroğlu. Arada Ecevit ile bir değişme imkanı görünür gibi olmasına rağmen, evet, böyle oldu. CHP kendi geçmişine de, Türkiye’ye yaşattığı geçmişe de sıkı sıkı sarıldı. 

İlginçtir CHP -ama benzersiz de değildir. Tarihin modern evresine girdiğimizde toplumsal örgütlenmenin temel modeli "ulus-devlet" dediğimiz biçim oluyor. Dolayısıyla bu model bütün toplumların önünde erişilecek hedef olarak duruyor durmasına, ama bütün toplumlar çantalarını sırtlanıp oraya doğru yola çıkacak yapıda değiller. Türkiye, modeli icat eden Batı’nın "kapı komşusu" (ama "Batılı" değil). Dolayısıyla, "ulus-devlet" denilen bu yapılanmaya hiç de hazırlıklı olmamakla birlikte deneyi ilk yapanlar arasına giriyor. Birinci Dünya Savaşı (ve yenilgi) sonucu bunu yapan iki eski imparatorluktan biri -öbürü de Avusturya. Ancak Avusturya’da herkes kendi yerinde oturmuş, Slovaklar Slovakya’da, Çekler henüz adı olmasa da Çekler’in oturduğu bilinen coğrafyada vb. Durumu karışık olan Avusturya Almanları değil, onların da yeri belli, Macarlar. Macarlar her yerde var: Slovakya’da, Romanya’da, Voyvodina’da vb. Versailles’da kötü darbe yiyorlar bu yüzden; "Macaristan" diye bildikleri yerlerin üçte ikisinden kovuluyorlar. Osmanlı "iskan politikası" sonucu etnisiteler böyle topak durumda oturmuyor, herkes iç içe yaşıyor.

Neyse, uzatmayayım. CHP’den lafa girdiydik. CHP’nin dünyada bir benzeri de Hindistan Congress Party. Onun bağımsız Hindistan’ın ("bağımsız"lığı kazanan kendisi) başına geçmesi CHP’nin yirmi küsur yıl sonrasında çünkü Congress ve Hindistan koskoca Britanya İmparatorluğu ile boğuşmakta. Ama bu ikisi de yeni bağımsız devletin kurucusu partiler. Yani, "baba" partiler. "Muhafazakâr" olmalarının nedeni de bu. Bütün kurumları onlar kurmuş, muhafazakar olmayıp ne yapsınlar?

Hindistan bütün yapısal handikaplarına rağmen demokratik bir cumhuriyet olarak kuruluyor. Onun için başından itibaren iktidarın karşısında bir muhalefet var. Var ama çok güçlü değil, çünkü doğal olarak Congress’in prestiji yüksek. Ancak bu muhalefet oldukça istikrarlı bir biçimde güçlenecek. Şimdi de iktidarda. Ne biçim "iktidarda" olduğunu görüyorsunuz.

Bharatia başından beri popülist. Bu tür "baba" iktidarların karşısında muhalefet partileri genellikle popülist tavrı seçiyorlar. Türkiye’de sağ muhalefet hep bunu seçti ve kazandı. Halk Partisi’nde Ecevit de bunu yaptı (onun izlediği siyasi çizgiye "Sosyal demokrat"tan çok "popülist" denir) ve partisinin oyunu artırmayı başardı. Ondan önce Kasım Gülek de aşağı yukarı bu tarz bir üslup değişikliği denemiş ama tutturamamıştı. Gülek olsun, Ecevit olsun, klasik "CHP’li" tipinin ağır eleştirisine uğramıştı. Kılıçdaroğlu’nun sözünü ettiği muhafazakârlık bu dönemeçlerde de kendini göstermişti ve Ecevit’in "Bu partide olmaz" yargısına varmasının belirleyici nedeni buydu. 

Ecevit’in Halk Partisi’nde geleneksel CHP üslubundan çıkıp popülizme yaslandığını söylüyorum ama bunun da bir sınırı var. Sonuç olarak siyaset eğitimini CHP içinde tamamlamış Ecevit. Üniversiteden değil ama CHP’den almış BA, MA, PHD, ne derece varsa...

Tayyip Erdoğan kişiliğiyle bütünleşmiş AKP iktidarı toplumda çok şeyi bozdu ve bozmaya devam ediyor. Ayakta kaldığı sürece yapabileceği başka bir şey de yok. Bütün bu zarar-ziyana rağmen, kendi iradesinden bağımsız gerçekleştirdiği ya da biçimlenmesine katkıda bulunduğu olumlu olgular da var. CHP’nin geçirdiği dönüşüm bunlardan biri. Ekrem İmamoğlu kazandığı sekiz yüz bin küsur oy farkını klasik CHP siyaset adamı üslubuna sadık kalarak elde etmedi. Kemal Kılıçdaroğlu’nun bize anlattığı, muhafazakar eğilimli kamuoyu önderleriyle dostça toplantılar yapmasını sağlayan "know-how" Halk Partisi’nin arşivlerinden çıkmıyor.

Vaktiyle İdris Küçükömer Türkiye’de siyasi sağın değiştirici-dönüştürücü bir rol benimsediğini ve toplumu dinamikleştirdiğini söylemişti. Hatta buna dayanarak bu toplumda sağın sol olduğunu da önermişti. Kabul edildiği şekilde solun sol olmadığı konusunda bir itirazım olmamakla birlikte sağın sol olduğunu da söyleyemeyeceğim. Öyle "yanlışlıkla" sol olunmuyor, bunun için doldurulması gereken roller, kalıplar var. CHP "sol" diye biliniyordu ama bu rolleri de yerine getirmiyordu. Öte yandan, CHP’yi "sosyal-demokrat" olduğu için (oysa bu da değildi) küçümseyen Marksist sol da kendinden bekleneni vermedi. Onun için bu toplumda "sağ" nedir, "sol" nedir, öteden beri, karışık bir konudur. "Muhafazakâr" olmanın ne anlama geldiği de gene böyledir.

Halk Partisi, "altı ok" çerçevesinde, devrimci (başlangıçta "inkılapçı’ydı) bir partidir. Ama aynı zamanda koyu muhafazakardır. Marksist solun "diyalektik" anlayışına göre hayatın temeli değişimdir; ancak Marx’ın tesbitlerinden hangilerinin, Lenin’in tesbitlerinden hangilerinin değişmiş olduğuna dair herhangi bir şey işitmiş değiliz. Burada da muhafazakârlık, CHP’de olduğundan daha az geçerli değildir.

Böyle geldik ama böyle gitmeyeceği görülüyor.


T24’ün notu: Bu yazı Elazığ’daki depremden önce yazıldı. Can kayıpları için başsağlığı ve sabır, yaralılara şifa diliyoruz.