AKP iktidarının mafya ile kurduğu ilişkiler ancak bu yakınlarda gözle görülür bir konu haline gelebildi. Bu da Sedat Peker'in video yağmuruyla mümkün oldu. Bahçeli-Çakıcı türü dostluklar öteden beri biliniyordu ama AKP'nin bu cinsten ilişkilerini örneğin ben bilmiyordum.
Şu anda Türkiye'de cereyan etmekte olan şaşırtıcı olay hakkında bir şey söylemeye kalkmayacağım. Bu zaten herkesin ilgisini çekiyor ve Peker'in videoları en popüler dizilerden fazla seyirci topluyor. Ben mafya dediğimiz örgütlenme tarzının erken biçimleri üstüne birkaç şey söylemek istiyorum.
Mafya, kapitalizmin ürettiği bir örgütlenme tarzıdır; ancak, kapitalizm içinde, kapitalizmin "ethos"una ayak uyduramayan bir kesimin kurduğu bir tarzdır. Yıllar önce okuduğum ve şimdi yazarının adını hatırlayamadığım bir yazıda "kendi adaletini kendi sağlayan adam" gibi bir tanımlama görmüştüm. Bu doğru bir tespit. Şöyle bir hikâye kuralım: Luigi, Paolo'u öldürüyor (Mafya temelinde bir Sicilya örgütü olduğu için ben de hikâyemi İtalyan adlarıyla anlatacağım). Demek ki intikamının alınması gerek. Paolo'nun erkek kardeşi Giovanni de bunu yapması gerekenlerin listesinin başında yer alan kişi. İntikamın biçimine gelince, Paolo'yu öldürdüğüne göre, Luigi de öldürülmeli ve bu işi Giovanni yapmalı. Her şey basit, dümdüz bir hikâye.
Ama basit olamıyor, çünkü bu çok mantıklı durumu kabul etmeyen biri var: Devlet. Devlet diyor ki, "Evet, Luigi suç işlemiştir. Ama onu ben yargılarım; cezasını da ben veririm." Bu müdahale, Giovanni'ye kabul edilir görünmüyor. "Senin ne üstüne vazife? Üstelik, o 'yargı' dediğin işi yapacaksın, 28 yıl ceza vereceksin. Böyle ceza mı olur? Öldürdüyse, öldürülmeli!"
Ve Giovanni, kendi bildiği adaleti sağlamak üzere yola çıkar.
Şimdi bir uzun sıçrama yapalım, otuzlu yıllarda Amerika'ya gelelim: Amerikalı Evangelistler tutturmuş, sonunda içki yasağını koydurmuşlar. Dünyanın her köşe bucağından Amerika'ya göçenler arasında Sicilyalılar da var. Böyle bir yasağı bunların aklı almıyor: "Kardeşim, adam içki içmek istiyorsa, tabii ki içecek! Nasıl yasak edersin?" Ama içemiyor, çünkü içki yok. Sicilyalı, içki bulamayan Amerikalıya, "Biraz sabret," diyor, "Ben o aradığını sana getireceğim." Onun aklında "yasak" gibi şeyler yok. Daha doğrusu, mantığını çözemediği bir düzen içinde yaşıyor. Bir sürü anlaşılmaz kural. Onlara bulaşmadan ve onları kendine bulaştırmadan yaşamaya çalışıyor. Aslında "iyi kalpli" bir adam.
Bir yığın zahmete giriyor, örgütleniyor, içki bulamayan adama içki sağlıyor. İhtiyacını karşılıyor. Bu arada kendisi de bir şeyler kazanıyor; ama bu kadarı da olmasın mı? O kadar emek vermiş... Tehlikeye girmiş... "Devlet" denen o saçma varlığın "saçma" kurallarını bozuyor. İnsanlara yardımcı oluyor. Adam "ot" mu istiyor? İsteyebilir elbet, kimi sıvı ister, kimi ot ister. Otla onu tüttüren arasında bir iş bu. Ama "devlet" var ya, devlet ille araya girecek, burnunu sokacak. Burnunu sokma biçimi de "yasak" demek. O yasak, bu yasak...
Yakaladı mı, al başına hapis vb.
Karikatürize ederek özetliyorum, ama gerçekten de Amerika'da (öncelikle New York'ta) ilk mafyalar böyle örgütlendi. Bunların içinde çalışan adamlar devlette, yasalardan bucak bucak kaçtılar; ama birçoğu, kendisinin "suç işlediğine" inanmadı. Kendi değerleri olan, kendi yasalarını bozmadan, bir tür "erkekçe şeref yasası" çerçevesinde yaşayan insanlardı onlar. İlişkiler somut, adam adama ilişkilerdi. Genel düzenin soyutlamalarına karnı tok adamlardı.
Gelgelelim, zaman geçtikçe, toplum-siyaset-mafya ilişkileri değişmeye başladı. Örneğin içki yasağının çok geçmeden kaldırılması, mafyanın saçma bir devlet yasağına karşı yurttaşları koruma havasını bozdu. Ama kapitalist düzende, kapitalist düzenin kendi "resmi" hayatında ve resmi kuralları çerçevesinde çözmesi zor olaylar, sorunlar çıkıyordu. Bu gibi durumlarda mafyadan yardım istemek "görülmedik" bir olay olmaktan çıktı. Yani gün geçtikçe mafya için kullandığımız "suç örgütü" nitelemesi daha bir yerine oturdu, daha uygun bir "sıfat" oldu.
Silahlı külahlı işlerin artması "suç" ögesinin boyutlarını genişletti.
Mafya'ya "işi düşen" kişiler, toplumda iddiası olan kişilerdi elbette. Manavın bakkala 250 lira borcu koskoca mafyayı ilgilendirecek değildi. Dolayısıyla mafya yerini, işlevini tuzu kurular, ensesi kalınlar arasında buldu. Ama mafyanın kendi kadroları doğal olarak "aşağıdan gelen" kimselerdi.
Gelelim Türkiye'ye. Osmanlı'dan bugüne, toplumun alt ve üst kesimleri arasında, iki ayrı millette olabilecek kadar farklılık olduğunu çok kere yazmışımdır. Osmanlı toplumundan "modern" topluma geçiş de bu keyfiyeti değiştirmedi. Örneğin bir modern ulus-devletin yurttaşlık bağını anlamak, sindirmek, yaşamak hâlâ tamamlanmış bir süreç değildir; "hemşerilik" hâlâ daha somut bir bağdır. Yurttaş, devleti "yabancı" bir güç olarak görür; ondan kaçınmak, gözüne görünmemek gerekir. Kurallar, bozmak için yapılmıştır. Kaç kadınla evli olduğundan nasıl vergi kaçırdığına kadar, her türlü, irili ufaklı "illegal" biçimlerde yaşar insanlar.
Burada, Osmanlı'dan kalma bir gelenek, hâlâ belirleyicidir: "intisab". Kimsenin yaşadığı yerin yerlisi olmadığı, kimsenin "formel" birlikteliklere güven duymadığı bu düzende, "aile taklidi" yapan (çünkü en somut ve sahici "toplumsal birim" o) "enformel" yapılara "intisap etmek gerekir. Bunun devam eden bir biçimi hâlâ "tarikat"tır. Bir başka biçimiyse "çete" mantığı üzerinden kurulmuş, belirli çıkarların paylaşılmasını belirleyen birlikteliklerdir. Sonuçta herkesin "örgütlü" olduğu söylenebilir: Örneğin dilenciler gibi, hemen akla gelmeyecek bir kesim aslında örgütlüdür. Ama devletin gösterdiği ve az da olsa imkan sağladığı biçimde değil, o alanın kendi ağalarının uygun ve yararlı gördüğü kurallar ve teamüller çerçevesinde. Gelir üreten yerler parsellenmiş ve paylaşılmıştır; burada birilerinin yerleşik kuralları -tabii çıkar için- bozması cinayetlere yol açar.
Gayriresmî toplumun da kendi katı (yazısız) hukuku, kuralları vardır. Osmanlı'da "sarıca" ve "sekban" denilen kendine yolunu bulup bir tüfek edinmiş genellikle genç insanların bir sancak beyine ya da sancak beyinin yerine geçmek isteyen "Celali"ye "intisap" etmesinden çok farklı değildir bu süreç ya da bu ilişki biçimi.
Bu gibi ilişkiler içinde yaşayan bir toplum, bu türden ilişkileri de "yeniden üretecektir", doğal olarak. Ahmet sanayiciler arasında yerini yaparken Mehmet mafyalar arasında sivrilecektir; derken, bir aşamada, Ahmet'in Mehmet'ten bir yardım istemesi gerekecektir.
Ya devlet?
O da bu "yeniden-üretim" mekanizmasının içinde. Bu ilişkiler yumağı içinde siyaset yapan kadroların doldurduğu kurumlarıyla, ötekilerin hepsinden daha "mücessem" bir varlık olarak, yerinde oturuyor, zaman zaman "Gel yanıma" diyor, zaman zaman da "Bir süre görünme" diyor.