Halk Partisi içinde ciddi anlaşmazlık olduğuna dair söylentiler var. Hatta pek öyle “söylenti” gibi de olmadığı anlaşılıyor. Halk Partisi’nde böyle çekişmelerin sonu gelmez. Ama birçok aklı başında kişinin söylediği gibi, şu içinde bulunduğumuz konjonktürde, bu son derece tehlikeli ortamda, olacak iş değil böyle çekişmeler. Malum, bir süreden beri iktidarın oy ve destek kaybı sürekli konuşuluyor. Belli ki söylenenlerin ciddi bir temeli var; iktidar kaybediyor. Ama “seçim” bu! Üstelik burası Türkiye! “Nasıl olsa kazanırız” rehavetine kapılmanın alemi yok. Ayrıca, iktidarın bir toparlanma yapmaya başladığı yolunda haberler de işitiliyor. Rehavetin yeri de sırası da değil. Bu iktidarın bir seçim daha kazanmasının getireceği “tahribat” geri dönülmez türden yıkım getirir. Muhalefetin de kendi cephesinden buna zemin hazırlaması akıl alır gibi değil. Ama olmayacak şey de değil. Dedim ya, burası Türkiye!
İktidarın politikasında en belirgin şekilde göze çarpan özellik, başta Erdoğan’da cisimleşen ve ondan partisinin çeşitli kademelerine “sirayet” eden nefret dozu. Pek alışık olmadığımız tarzda bir politika üretiyor bu nefret: bir savaş ortamı yaratıyor. Toplumda sıkıntıya yol açan birtakım sorunlar karşısında CHP’li belediyelerin sıkıntıları mümkün olduğu kadar hafifletmek için başvurduğu girişimleri engelleme çabaları bunların başında geliyor. Kendi yaptıkları borçları seçim kazanmış CHP belediyelerinin sırtına yüklemeleri, gene CHP’li belediyelerin gereksiz masrafları hakkında düpedüz “yalan” kategorisine girecek iddialarda bulunmaları bildik siyasi hilekarlık sınırlarını aşıyor (İktidarlarının görece “taze” döneminde uydurdukları “camide bira içme” ve “kadının üstüne işeme yalanını hala sürdürüyor olmaları bunun onların meşrebinde “normal” bir taktik olduğunu pekiştiriyor). Evet, Goebbels’den derslerini almışlar ve bu dersi unutmaya niyetleri yok.
Bir şeyin yalan olduğunu bile bile bıkmadan usanmadan söylemek, yani “yalan”ı bir numaralı politik araç haline getirmek Goebbels’in propaganda sanatı üstüne verdiği derslerin başında gelir. Ama Goebbels bu taktikleri zaten yok etmek istediği kişilere karşı uyguluyordu. Bu iktidarın da hasımlarına başka türlü bir değer biçtiğini sanmıyorum.
Hukukun nasıl çiğnendiğinin, insanların nasıl bir hiç üzerinden hapiste tutulduğunun sayımına girmeyeyim. Hepimizin bildiği, içimizi daraltan olaylar bunlar. Ve bunların beş beterini yapmaktan geri kalmayacakları da belli. Yeter ki fırsat bulsunlar.
CHP içindeki tartışmada, daha doğrusu “kavga”da, bugünkü yönetimi yanlış ve kusurlu bulan kesimin “normalleşme” kavramına, bunun desteklenmesine karşı çıktığı söyleniyor. Benim görebildiğim kadarıyla, burada “gözü kara” ya da “saftirik” demeyi gerektirecek bir gidiş sözkonusu değil. Halk Partisi’nin bugünkü sorumlu kadroları Erdoğan ya da Bahçeli’nin tuzaklarını görmeyecek, anlamayacak kişiler değil. Bu tuzakları saptadıktan sonra da elbet gereğini yapacaklar.
Sorun şu: İktidar Bloku, “normalleşme”den “anormalleşme”yi anlıyor. Yukarıda saydığım birkaç örnek fırsat buldukları zaman nasıl “normalleşeceklerini” gösteriyor. “Allah korusun” denecek bir tarzdır bu. Bu toplumun başına açtıkları belalar arasında, kutuplaştırma önde geliyor. Dolayısıyla muhalefetin “normalleşme”den anlaşılan politikaları bunlar henüz öneri halindeyken desteklemesi ve ayrıca birbirini izleyen sorunlara karşı “normal” çözümler önermesi gerekli ve uygun bir politika yöntemi. Neyin “normal” olduğunu unutmaya başlayan topluma bunları hatırlatmak muhalefete düşüyor. Kuralları kimin bozduğunu, bu icraatın temelinde yatan ideolojinin sakatlığını, AKP-MHP “normal”inin nasıl bir normallik olduğunu. . .Sahici bir “normal”den söz edeceksek, öncelikle “çoğul” halde yaşamanın gereğini vurgulamamız gerekiyor. Bunu kimin yapabildiğini, kimin yapamadığını göstermemiz gerekiyor. Kutuplaşmadan yaşanabileceğini kanıtlamanın en sağlam yolu ise kutuplaşmadan yaşamaktır.
İktidar Bloku’nun karşısındaki gittikçe büyüyen muhalefetin en kalabalık, dolayısıyla en faal ve etkili ögesi CHP. Orada yaratılacak bir çatlak her şeyden önce iktidarın ömrünü uzatmaya yarar. Bunları görmek özellikle keskin bir göze sahip olmayı gerektirmiyor, yeterince açık.
Murat Belge kimdir? 16 Mart 1943'te Ankara'da doğdu. İngiliz Erkek Lisesi'ni ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Aynı bölümde asistanlık ve doktora yaptı. 1969'da İngiltere'deki Sussex Üniversitesi'nde araştırmacı olarak bulundu. Christopher Caudwell ve Marksist estetik konulu teziyle 1980'de doçent oldu. Genç yaşlarda yaptığı William Faulkner ve James Joyce çevirilerinin yanı sıra 1964'ten itibaren Yeni Dergi, Papirüs gibi dergilerde çıkan eleştirileri, yorum yazılarıyla tanındı. Namık Kemal, Behçet Necatigil gibi yazarlar üstüne incelemeler yaptı. 1970'te Halkın Dostları Dergisi'nin kurucuları arasında yer aldı. 12 Mart 1971 muhtırasıyla başlayan darbe döneminde iki yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1974'te üniversiteye döndü. 1975'te Birikim dergisini kurdu. 1981'de YÖK'ün kuruluşunun ardından üniversiteden istifa etti. 1983'te İletişim Yayınları'nı kurdu, 1984'te Yeni Gündem dergisini çıkartmaya başladı. Denemelerini Tarihten Güncelliğe (1983), 12 Yıl Sonra 12 Eylül (1992), Edebiyat Üstüne Yazılar (1994) kitaplarında topladı. 1980'lerde Sadık Özben mahlasıyla düzenli olarak mizah yazıları yazdı. 1991'de Helsinki Yurttaşlar Derneği, Türkiye şubesini kurdu. 1997'de profesör oldu; 1995'ten bu yana Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde akademik çalışmalarını sürdürüyor. Marksist estetikten militarizme, edebiyattan yemek kültürüne, Osmanlı ve İstanbul tarihine dek birçok farklı alanda 26 tane kitabı ve çok sayıda makalesi yayımlandı. Halkın Dostları, Birikim, Yeni Dergi, Yeni Gündem, Milliyet Sanat, Papirüs dergilerinde ve Cumhuriyet, Demokrat, Milliyet, Radikal, Taraf gazetelerinde yazdı. Hale Soygazi ile evli. Kitapları - Tarihten Güncelliğe (Alan, 1983; İletişim, 1997) - Sosyalizm, Türkiye ve Gelecek (Birikim, 1989) - Marksist Estetik (BFS, 1989; Birikim, 1997) - The Blue Cruise (Boyut, 1991) - Türkiye Dünyanın Neresinde (Birikim, 1992) - 12 Yıl Sonra 12 Eylül (Birikim, 1992) - İstanbul Gezi Rehberi (Tarih Vakfı, 1993; İletişim, 2007) - Türkler ve Kürtler: Nereden Nereye? (Birikim, 1995) - Boğaziçi'nde Yalılar ve İnsanlar (İletişim, 1997) - Edebiyat Üstüne Yazılar (YKY, 1994; İletişim, 1998) - Tarih Boyunca Yemek Kültürü (İletişim, 2001), - Başka Kentler, Başka Denizler 1 (İletişim, 2002) - Yaklaştıkça Uzaklaşıyor mu: Türkiye ve Avrupa Birliği (Birikim, 2003) - Osmanlı: Kurumlar ve Kültür (Bilgi Üniversitesi, 2006) - Başka Kentler Başka Denizler 2 (İletişim, 2007) - Genesis: "Büyük Ulusal Anlatı" ve Türklerin Kökeni (İletişim, 2008) - Sanat ve Edebiyat Yazıları (İletişim, 2009) - Balkan Literatures in the Era of Nationalism (Jale Parla ile birlikte, 2009) - Sadık Özben'in Toplu Eserleri (Helikopter, 2010) - Başka Kentler, Başka Denizler 3 (İletişim, 2011) - Edebiyatta Ermeniler (İletişim, 2013) - Başka Kentler, Başka Denizler 4 (İletişim, 2014) - Militarist Modernleşme-Almanya, Japonya ve Türkiye (İletişim, 2014) - Linç Kültürünün Tarihsel Kökeni: Milliyetçilik (Agora, 2006; Berat Günçıkan ile söyleşi) - Step ve Bozkır - Rusça ve Türkçe Edebiyatta Doğu-Batı Sorunu ve Kültür (2016) - Şairaneden Şiirsele / Türkiye'de Modern Şiir (İletişim, 2018) - "Siz isterseniz…" – Popülizm Üzerine Yazılar (İletişim, 2018) - Sanat ve Edebiyat Yazıları II (İletişim, 2019) Çevirileri - Hegel Üstüne: W.T. Stace - Martin Chuzlewitt: Charles Dickens - Döşeğimde Ölürken, Ağustos Işığı, Ayı: William Faulkner - Dublinliler, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi: James Joyce - Arabadakiler, Patrick White - 1844 Elyazmaları: Karl Marx - Bir Zamanlar Europa'da, Leylak ve Bayrak: John Berger - Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla: Leo Huberman - Yazıcı Bartleby: Herman Melville - Kayıp Kız: David Herbert Lawrence - Yurtsuzların Ülkesi: Dugmore Boetie - Lenin ve Felsefe: Louis Althusser (Bülent Aksoy ve Erol Tulpar ile birlikte) - Yanya Sultanı – Tepedelenli Ali Paşa: William Plomer |