Bir süreden bu yana, Türkiye AKP iktidarının yarattığı bir gerilim ortamında çeşitli saldırılarla mücadele etmeye çalışıyor. İktidar tamamen başına buyruk bir yol izlediği ve devlet güçleri ve kurumlarını kendi parti militanları olarak kullanmayı büyük ölçüde başardığı için, muhalefetin işi zor. Örneğin, Ekrem İmamoğlu çevresinde yaratılan gerilim nereye varacak? Erdoğan parmağını oynatır ve İmamoğlu mahkum edilir. Şimdiye kadar mahkûm edilenler de onun hakkında gösterilen “kanıtlar”dan daha fazlasını işlememişlerdi. Şüphesiz sarsıcı bir davranış olacaktır böylesi, ama iktidarı elden bırakmamak üzere her tedbiri alan AKP şimdiye kadar onunla denk kararlar vermedi mi?
Bugün belki ayrıntı gibi görülebilecek bir tema üstünde duracağım. Muhalefet, AKP’nin uyguladığı politikayı, politikaları yeterince doğru yorumlamıyor gibi geliyor bana. Nasıl? Şöyle: AKP’nin kendi ideolojisi çerçevesinde yapması gerektiğini düşünerek yaptığı şeyleri bir “yanlış yapma” olarak, dolayısıyla etkisini hafifseyerek anlamak gibi bir şeyden söz ediyorum. Ne demek bu?
Çok kişi, politikanın içinde olanlar, aydınlar, muhalifler Türkiye’nin hiçbir zaman bu kadar kötü yönetilmediğini söylüyorlar. Buna katılmamak mümkün değil. Ama “kötü” yönetmekten ne anlıyoruz? Niçin böyle oluyor?
“Ekonomi tepetaklak” diyorlar. Öyle mi? Öyle. Hukuk, adalet, demokrasi laftan ibaret kalmış diyorlar. Evet, içler acısı durumda.
“Devletin kurumları çöktü. Ayakta kalan kurum yok” diyorlar. Şöyle bir bakış bunun tamamen böyle olduğunu göstermeye yetiyor.
Ancak çeşitli muhalifler, bunları AKP’nin bir “beceriksizliği” gibi görüyor ve anlamlandırıyorlar sanırım. Benim itirazım da bu noktada. Bunlar bir işi becerememek gibi, yanlışlık yapmak denecek bir hareket tarzının sonuçları değil, AKP’nin ve Tayyip Erdoğan’ın olmasını istedikleri Türkiye’nin yapısal ögeleri. Onların “istedikleri” de “Ne hoş” olurdu tarzı temenniler değil, benimsedikleri ideolojinin “olmazsa olmaz” diye ortaya koyduğu kurumlar, uygulamalar vb.
“Ekonomi tepetaklak” dedik. Nasıl oldu bu? Tayyip Erdoğan “Ben ekonomistim” dedi ve bir kararını uygulamaya koydu. Arkası nasıl geldi, yaşayarak öğrendik. Peki, Tayyip Erdoğan “yanlışlık” mı yapmıştı? Hayır, Kur’an-ı Kerim’de yazılı olan ilkeyi uygulamaya çalışmıştı. Alınan sonuçlar da, Erdoğan gibi birini bu ilkenin yanlışlığına ikna edemez. Onun için bir “fırsat” gördüğüne inandığı anda gene aynı minval üzere bir uygulamaya geçecektir.
“Kötü yönetim”in sonucu hukukun ve adaletin ayaklar altına alınması mı oldu?
Hukuk ve adalet neydi de ayaklar altına alındı? Durmadan liste halinde adlarını saydığımız arkadaşlarımız, bu ideolojinin çerçevesi içinde, düşünce dünyalarıyla zaten “suçlu” insanlardı. Aldıkları cezayı hak etmişlerdi. Onları içeri atmak için var olan kuralları eğip bükmek gerekiyordu. Ama bu kuralları da İslam’la ilgisi olmayan kişiler yazdığı ve “kural” haline getirdiğine göre, bu işlemleri yapmakta bir sakınca yoktu. Memleket yüzyıldan fazla zaman önce yoldan çıkmıştı; şimdi bu yeni hukuk anlayışı çerçevesinde yola geliyordu.
Gelelim “kurumlar”a. Harun Reşid’in, Hazreti Ali’nin, bütün bu tarihi kişilerin parlamentoları mı vardı; “Halife” dediğin kişinin yaptıklarının doğruluğunu “ulema” ölçer, biçer, bildirir, “senato” falan gibi bir kurum değil. Onun için belki en çok bu kurumlar faslında AKP ve Tayyip Erdoğan kendi ölçüleri içinde “ilkeli” davranıyorlar.
Tayyip Erdoğan üstüne bir değerlendirme yapan muhaliflerin muhtemelen hepsi onun “pragmatist” olduğunu söylüyorlar. “Hayır. Değil” demek mümkün görünmüyor. Kararlı bir pragmatist olduğunu gösteren bir dolu örnek var. Ama benimsediği İslami ideolojinin koyduğu kurallara bağlı kalan, en azından bağlı kalmaya çalışan bir pragmatizm bu.
Yani, ortada bir “yanlışlık” yok. Bu ideolojiyi bu çağda, bu kalıplar içinde uygulamak niyetindeyseniz, bunların hemen hemen hepsi, paketin içinde olması gereken nesneler.
Muhalif cephenin itirazlarının dozu yükseliyorsa, iktidar istediklerinin biraz daha fazlasını gerçekleştirmiş demektir.
Son karar toplumda.