Vaktiyle Lenin’den bir ansiklopedinin “Marksizm” maddesini yazmasını istemişlerdi. O da, Marksizm’i sonradan klasikleşen üç temel üzerinden açıklamıştı. Lenin’e göre, Marx, Alman felsefesini, İngiliz ekonomi-politiğini ve Fransız politikasını birleştirerek kendi teorisini kurmuştu.
Fransız politikası! Dünyanın Fransız Devrimi’nden (İhtilâl-i Kebir) şimdiki kadar uzaklaşmadığı bir zaman. Devrimle monarşiyi yıkan Fransa böylece girdiği süreçte iki imparatorluk yaşadı (monarşinin restorasyonundan başka!) Cumhuriyetlerin beşincisindeyiz. Evet, Fransa politik sürprizler bakımından epey zengin bir toplum. 68’in en şanlı sayfaları da Fransa’da yazıldı. Öte yandan işgal mişgal tamam ama Vichy de bir Fransız “buluşu”ydu -yerli ve milli olmadığı söylenemez.-
Yani, ne ararsan var Fransız politik hayatında.
Şimdi gene ortalık karışık. Ne olduğunu anlamak da kolay değil. Bizim kuşakların hayatını dolduran eski “sağ/sol” sınıflarına uymayan işler oluyor dünyada.
Faşizan-popülist Le Pen’e karşı Fransa Macron’un seçerek –şimdilik- Vichy’nin devamı sayılabilecek bir rejim belasını savuşturdu. İş dünyasından gelen Macron bildiğimiz, geleneksel finans-kapitalizmin, bildiğimiz kapitalizmin temsilcisi bir kişi. Bu böyle ise ona karşı ayaklananların da “solcular” olması beklenir. Ama galiba öyle değil. Daha karışık, daha “karma” diyeceğimiz bir kitle söz konusu olabilir. Örneğin, oyunu Le Pen’e verenlerden de bu eylemde yer alanlar olduğunu sanıyorum.
Fransa’nın böyle karışmasından Trump sevinmiş belli ki. Anlaşılır bir şey: Macron Avrupa’nın Amerika karşısında daha dik başlı durmasını isteyen bir politikacı. Trump gibi birine derin bir muhabbeti olduğunu da hiç sanmıyorum. Trump her zamanki gibi duygularını “açık yüreklilik”le dile getirdi.
İkinci sevinen de anlaşılan, biziz. Cumhurbaşkanı ve bazı bakanlar Fransa’da olanlar hakkında yorum ya da değerlendirme yapmak gereğini duydular. Örneğin Çavuşoğlu, Fransız polisinin sertliğinin “ibretlik” olduğunu söyledi. Cumhurbaşkanı ise Avrupa’nın demokrasi dersinde sınıfta kaldığını ilan eti. İktidara yakın basın da orada olanlardan pek keyiflenmiş gibi görünüyor.
Bunun nedeni ne olabilir?
Fransa ile öteden beri sürtüşmelerimiz var. Buna yol açan sorunlardan biri Ermeni kıyımı. Fransa’nın militan laikliği de bu iktidarın hoşlanacağı cinsten bir şey değil. Avrupa Birliği içinde Türkiye fikri karşısında Sarkozy’nin aldığı düşmanca tavır da herhalde bazı defterlerde yazılıdır.
Ama bu sevinçli tavrın nedeni sanki bu yazdıklarımla sınırlı değil.
Milliyetçi ideolojiler her zaman bir düşmanlık potansiyeli içerirler. Somut konjonktüre göre bu duygunun üstü örtülü kalabilir; örtü zaman zaman kalkabilir de.
Türkiye’de bugünkü iktidar milliyetçilik bakımından kimsenin gerisinden kalmıyor, MHP’nin de gerisinde değil. Burada, milliyetçiliğin içine din de karışıyor, böylece katmerli bir “biz ve ötekiler” ideolojisi çıkıyor. İdeoloji yüksek dozda bir “rekabet” dürtüsü de içeriyor. Akp döneminde bunların hepsi alabildiğine yükseldi, yükseltildi.
AKP çevreleri “şanlı geçmiş”in nostaljisini duyuyor hep. Şanlı bir İslam medeniyeti vardır ve İspanya’da bile eserlerini bırakmıştır. Şanlı Osmanlı İmparatorluğu ile Türkler de “Adriyatik’ten Çin Denizi’nde kadar yayılmışlardır. Gelgelelim, halihazırda vaziyetler pek parlak görünmemektedir. Bu da derin bir sızı yaratmaktadır. Şimdi AKP Türkiye’ye, kendi önderliğinin bu durumu tersine çevireceğini vaat ediyor.
AKP’nin 2002’de seçimi kazanarak iktidar olduğu aşamada Avrupa’ya düşmanlık yapanlar Kemalist milliyetçilerdi. AB üyeliğini reddetmek de onların işiydi. AKP başlangıçta AB’ciydi. Ama iktidara ısındıkça tavır değiştirdi, herhalde korunma ihtiyacı azaldı. Böylece, içindeki çok uzun zamanlarda oluşmuş Avrupa düşmanlığını ortaya koydu, bunu açık etmekten kaçınmadı. Bundan böyle kaçınmayacaktır.
Avrupa hakkında yapılan tespitlerin öyle çok yanlış olduğu da söylenemez. Popülizmle iç içe büyüyen sağcılık, yabancı düşmanlığı, epey çirkin bir manzara oluşturuyor. Ama Türkiye sağının bunlara bakışı baştan kompleksli; ayrıca, bunların yerine gerçekten farklı bir değer koyabilmiş de değil. Yani demokrasinin orada sınıfta kaldığını söylemek için, söyleyenin memleketinde biraz farklı bir durum olması gerekir.
İnsan kendi başarısına sevinir, sevinmek hakkıdır; ama başkasının başarısızlığına sevinmek sağlıklı bir duygu değildir. “Avrupa bitiyor, yakında batacak” deyip avuçlarını ovuşturmak benim bilmediğim bilmek de istemediğim bir ruh hali.